![]() |
| Hayallerinizin gerçekleşmesi için savaşın... |
30 Ağustos 1996 tarihinde Anevrizma nedeniyle beyin kanaması geçirdim ve tüm yaşamım değişti... Yaşamıma dair hayallerim planlarım hesaplarım altüst oldu.
Engelli hale gelişimin kısa bir hikayesidir şu söz: “bir gece yarısı yürüyerek bir acil servise gidip, doktora “sol tarafım uyuşuyor, başım dönüyor” dedim, doktor bana “sen bir şeye üzülmüşsün, senin bir şeyin yok” deyip beni sedyeye yatırdı, koluma serum bağladı beş altı saat bekletti ve ben tekerlekli sandalyeli bir birey oldum.
Türkiye’deki birçok engellinin yaşamının şifresi bu kadar kısacık bir sözcüğe sığdırılabilir.
Ben kendimi kötü hissetmeye başladıktan yarım saat sonra Surp Pırgiç Ermeni hastanesinin acil servisine gittim ve hastane kapısından içeri girip şikayetimi kendim anlattım. Bu kadar kısa sürede bir sağlık kuruluşunda olmama rağmen, kendimi kötü hissetmeye başladıktan 26 saat sonra Amerikan hastanesi'nde beyin ameliyatı olabildim.
Burada küçük bir dipnot düşeyim, küçücük minnacık; beni Surp Pirgiç Ermeni hastanesinden Amerikan hastanesine götürmeden önce Cerrahpaşa Tıp Fakültesine de getiriyorlar. Aracın arka koltuğundan sedyeye alıp içeriye götürüyorlar, tam bu sırada sedyede kasılmalarımı gören bir hemşire "bu hasta kustuğuna göre beyin kanaması geçiriyor" demiş. Acilde yapılan tetkikler sonrası beni hemen yoğun bakıma almışlar ve beni ameliyat edecek yoğun bakımı olan bir hastane aramaya başlamışlar. BİR HEMŞİRE BENİM BEYİN KANAMASI GEÇİRDİĞİMİ ANLIYOR, AMA BİR ACİL SERVİS DOKTORU ANLAMIYOR.
Amerikan hastanesinde ameliyat olduktan sonra, yoğun bakım ve koma sürecini şuurum kapalı şekilde geçirdim... 31 günü Amerikan hastanesi yoğun bakımında, on gününü serviste geçirdikten sonra yaklaşık iki üç ayda koma halinde evde yatmış bir bedensel engelliyim.
Beyin kanaması sonrasını bu kadar ağır şekilde geçirmiş olmamın nedeniyse; Sepsis Akciğer enfeksiyonudur.
Anevrizma; atardamarın duvarında oluşan bozuk yapının baloncuğudur, çoğunlukla beyin ve aort bölgelerinde görülür. Anevrizma damar duvarında zayıf bir nokta bulur, o bölgede şişkinlik yaratır ve bu şişen yerin duvarı çatlayıp organa kan sızana kadar sürer.
Anevrizma, bin kişide bir görülür ve her yüz kişiden biri bu durumu zarar görmeden atlatır.
Anevrizma yaşamın herhangi bir döneminde oluşup çatlayabilir, ama hapşırma tıksırma ıkınma veya sıcaklık gibi zorlanmalar damarın çatlamasına nedende olabilir.
Ben, Anevrizma’dan dolayı geçirdiğim beyin kanamasını sorunsuz atlattım, hatta altı gün sonra taburcu işlemlerim başlatılmış, ama yaşamımı Akciğer enfeksiyonu Sepsis mahvetti.
Amerikan hastanesindeki bu ameliyatın bana katkısı sadece hayatımı kurtarması oldu. Gecikme nedeniyle beynimin büyük bir bölümü kanla dolu olduğu için doktorların yapabileceği pek bir şey yoktu. Ölüm halinde getirildiğim Amerikan Hastanesi’nde ameliyat edilip beynimi kaplayan kan temizlenip yaşamım kurtarılmış.
Ameliyat çok başarılı geçmiş, ameliyattan bir hafta sonra yoğun bakımdan çıkartılmışım ve o gün Akciğer enfeksiyonu geçirmişim.
Akciğer enfeksiyonuna sebep ise; acil olarak ilk gittiğim Surp Pırgiç Ermeni hastanesinde doktorun beni umursamayıp koluma serum takıp sedye üzerinde beş altı saat bekletmiş olmasıdır.
Surp Pırgiç Ermeni hastanesi acil servis doktorunun ikinci hatası ise beni başından bir an önce savmak için başka hastaneye sevkimi ambulansla değil de, bir otomobilin arka koltuğunda oturur pozisyonda göndermiş olmasıdır. Aracın arka koltuğunda oturur pozisyonda istiğfar edişimle kusmuğum Akciğerime kaçması enfeksiyona sebep oldu.
Kimsenin o günlerde sebebini fark edemediği Akciğer enfeksiyonunun gerçek sebebini araştırarak ben keşfettim...
Yaşamımı mahveden bu enfeksiyonun sebebi; Surp Pırgiç Ermeni hastanesinden Cerrahpaşa tıp fakültesine sevkimin oturarak yapılmış olmasıdır.
Ambulansla sevkim yapılmış olsaydı eğer, yatar pozisyonda olacaktım ve kusmuğum Akciğerlerime gitmeyecekti.
Bu kadar basit bir ayrıntının gözden kaçırılmış olması beni tekerlekli sandalyeli hale getirdi.
Amerikan Hastanesi’nde ikinci kez yoğun bakıma girişimle ateşimin 42 dereceye çıkması ve günlerce haftalarca düşürülememesi, beynimin sağ bölümünde kalıcı bir hasara yol açtı.
Ateşimi düşürmek için beni defalarca buzla dolu yatağa yatırmışlar, ama ateşim bir türlü düşmemiş.
Başka hastanelerden getirilen doktorlar bile sebep bulamayınca çareyi beni eve taburcu etmekte bulmuşlar. Hatta "eve taburcu olmamı" öneren başka hastaneden bir doktor.
Hastane ortamları enfeksiyona açık mikrop yuvalarıdır, bir hastanın taşıdığı hastalığın diğer bir hastaya geçmesi an meselesidir... Bu yüzden hastanelerde çok dikkatli olmak gerekli ve gerekmediği sürece hastanelere gidilmemeli.
Hastalığımın getirdiği ağır şartlara rağmen direnmeme sebepse, genç oluşum ve yapımın sağlam oluşuymuş.
Amerikan hastanesinde 41 gün kaldım, bu süre zarfında neredeyse hiç kendime gelemedim. 41 gün boyunca bilincim hep kapalıydı. O, 41 gün boyunca toplamda bir saat filan kendime gelmişimdir, bir an bilincim açılırdı ama hemen bir iki dakika sonra kapanırdı.
Bir rüya gibi veya kabus gibiydi her şey... Bazen televizyonun sesini veya görüntüsü, bazen yanıma gelen giden ziyaretçilerin sesini veya görüntüsünü, bazen de iyileşmem için yapılan tedaviler beni uyandırırdı.
Televizyondan Zeki Müren’in ölüm haberi gibi, müzik sesleri gibi şeyler aklımda kalanlar, amcamın oğlu Yusuf ağabeyimin “beni duyuyorsan ses çıkar veya göz kırp" gibi söylemlerini hatırlıyorum.
İyileşmem için yapılan tedaviler canımı çok yakardı. Yattığım yerden gözümü açardım, başımda ingilizce konuşan hastane kıyafetli insanlar olurdu, onların uyguladığı tedaviye zor dayanırdım, ama sesimi çıkartamaz hareket edemezdim.
Gerçeği söylemek gerekirse; canımın yandığını bile anlamazdım, ama bağırmaya çalıştığımı veya bana yapılmak istenilen tedavi engellemeye çalıştığımı hatırlıyorum.
Şu vardı, başımda insanlar varken canım çok yanardı... Her nedense onlara karşı koyamazdım, çünkü hareket edemez veya gücüm yetmezdi.
Canım yanıyordu, ama neden yandığını bile bilmezdim...
Bilmiyorum, belki hareket etmemem için yatağa bağlıydım belki de hastalığımın verdiği hasardan dolayı kımıldayamıyordum. 41 gün sonra beni koma halinde ambulansla eve çıkarttılar, eve ambulansla sevkimi az bir şey hatırlıyorum, ambulansın sireninin hiç susmaması, şoförünün trafiği açmak için yaptığı anonslar hâlâ kulağımda çınlar.
Bu yüzden ambulans siren sesi beni çok etkiler, ses kulağıma geldiği an içime bir ürperti düşer, tüylerim dikelir ve gözlerim yaşarır.
11 Ekim günü eve geldim… Evde bir odaya hastanede kullandığım cihazları kurup, doktorun dediği steril ortam sağlanmış.
Annem bana öyle özenle bakmış ki, hiçbir mikropla temas ettirilmemişim ve 15- 20 gün sonra konuşmaya görmeye duymaya başladım.
Daha sonrasında da diğer his kayıplarım geri geldi, vücut fonksiyonlarım işlemeye başladı.
Ev ortamında sağlığımın bu kadar çabuk iyiye gitmesi, Amerikan Hastanesi personeli tarafından bile hayret edici büyük başarı olarak görülmüş.
Bu süreçler bitince yani Amerikan hastanesi ile işim bitince anında Kasımpaşa ve Beşiktaş askerlik şubelerinden ‘askerliğe elverişsizdir’ (çürük) raporu almak gerekti, çünkü 20 yaşımdaydım ve Kasım ayında askere alınmam gerekliydi. "Ne acelesi var" denilebilir, ama asker kaçağı olduğuma dair dilekçeler telefonlar gelmeye başlamış. Yatalak olduğum halde, zar zor konuşup gördüğüm duyduğum halde, kalça ve diz eklemlerim kısıtlı olduğu halde, kilom 35-40 olduğu halde, beni bir binek arabanın bagaj kısmına yatar pozisyonda 3-4 defa zorla askerlik şubelerine getirttiler. Acınacak durumda olduğum halde, kilom 40 filan olduğu halde “hastalığım gerçektir", "Türk Silahlı Kuvvetlerini aldatmıyorum", "kandırmıyorum” ispatı yapmaya çalıştık. Bu türden zorbalığı anca bir cani örgüt yapardı ve Fethullah Gülen ve ona tapanların gerçek yüzü 15.07.2016 günü ortaya çıktı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nden binlerce asker görevinden uzaklaştırıldı. Eminim ki; 1996 yılında yatalak halde olan bana eziyet eden askerlerin tamamı onlardandı.
Ev ortamında sağlığıma kavuşmaya başladıktan hemen sonra fizyoterapist Sema Gürbüz ile tanıştık ve egzersiz tedavisi görmeye başladım. Aylarca hareket etmemem nedeniyle kas ve eklemlerim kısaldığı, kısıtlanmaya başladığından egzersiz sırasında çok canım yanardı.
Egzersizlerde yine pes etmedim ve acıya ağrıya sızıya rağmen hiç durmadım hep çalıştım... Her şeye rağmen fizyoterapist Sema Gürbüz’ün her dediğini yaptım.
Ağladım sızladım zırladım, çok acılar ağrılar çektim, ama yine de “yeter artık” demedim. Her zaman “belki bir gün bir şeyler değişir tekrardan eski yaşamıma dönerim” düşüncesiyle hareket ettim.
Sema Gürbüz ile yaklaşık üç yıl çalıştım. Sayın Sema Gürbüz’ün yaptığı egzersiz beni yürütmek için değildi, Sema Gürbüz’ün niyeti kas ve eklemlerimde kısıtlanma olmaması ve geriye gitmemi engellemek, durumumu korumaktı.
Sema Gürbüz’e göre; çok zorlu bir sağlık problemi geçirdiğimden, iyileşmem uzun süre zarfında olacaktı ve zorlu bir egzersiz süreci beni bekliyordu.
Sema Gürbüz, 1999 yılında Kanada’da iş yaşamını sürdürmeye karar verdi ve Kanada’ya gitti. O gidince ben egzersiz çalışmalarında bocaladım, ama hiç durmadım hep devam ettim.
Bolca ayakta durdum, her gün annemin yardımıyla yatak egzersizi yaptım, yapabildiğimce Walker ile Paralel bar ile ayakta durma ve denge çalışması yaptım.
Kas ve eklemlerimin kireçlenmemesi ve daha çok kısalmaması için bir yandan yapabildiğim kadarıyla annemle beraber egzersizler yapıyordum, diğer yandan da kendimi oyalamak için bilgisayarla uğraşıyordum.
Muhasebe stajyeri olduğum için bilgisayar bilgim vardı, 1998 yılında babam tarafından bana bir bilgisayar alındı ve oyalanmam sağlandı.
Biliyordum ki: “beyne ne verirseniz onu alırsınız…”
Kaslarımın eklemlerimin kısalması veya kireçlenmesi demek, "günlerce haftalarca egzersiz seanslarında acı ağrı sızı çekmem" demekti. Bu yüzden hiç durmadım ve hep hareket edip egzersiz yaptım. Egzersizler harici bolca ayakta duruyordum, bazı günler dört beş saat pencerede ayakta duruyordum.
Odamdaki pencere sayesinde kaslarımda eklemlerimde kısalma veya kısıtlanma olmadı, herhangi bir kireçlenme olmadı. Bu sayede vücudumda bir eğrilik olmadı, çünkü beynimden gelen emirle vücudum sola çekiyordu.
Odamdaki o pencerenin bana diğer faydası da, sokağımızdan gelip geçen insanlarla selamlaşıp sohbet edip sosyalleşmemdi.
Birçok kişi farkında değil, o pencerenin bana faydası çoktur, vücudumun düz durmasını sağladı ve eğriliği engelledi. O pencerede oturup kalkma yaparak boyun, omuz, kol kaslarımın, el, bilek ve parmaklarımın güçlenmesini sağlayıp kireçlenmelerini kısıtlanmalarını engelledim.
...Ve bunun yanı sıra o pencere sosyalleşmemi sağladı.
Ev ortamında yaşamaya başlayınca, arkadaşlarım ve akrabalarımla bağım koptu. Onlar ortalarda görünmeyince, ben de dışarıya çıkamayınca, kendimi bilgisayara internete verdim.
Özellikle internette dünyanın dört bir yanından onlarca arkadaşım oldu.
Derdimi sıkıntımı sevincimi mutluluğumu sırlarımı hayallerimi düşüncelerimi onlarla paylaştım, onların dertlerine sıkıntılarını mutluluklarına sevinçlerine sırlarına hayallerine düşüncelerine ortak oldum.
İnternet; benim psikolojik olarak çökmemi engelledi, ayakta durmamı sağladı… Bizim gibiler için, bilgisayar ve internet çok güzel bir icat.
2002 yılında internet yoluyla Danimarka Kopenhag’da yaşamını sürdüren 1936 doğumlu Zeynel Kozanoğlu ile tanıştım… O, gençliğini Türkiye’de öğretmen, gazeteci ve muhabir olarak geçirmiş, şu anda da Danimarka’da yaşamını sürdüren bir aydın.
Zeynel amca benim dedemin çocukluk arkadaşı, köyde beraber büyümüşler. Beni fark etmesinin nedeni; köyümüzün internet sayfalarında soyadımı görmesi.
Benim yaşamım Zeynel amcaya ilginç geldiği için bolca yazıştık. Onunla bir yıl boyunca internetten binlerce kez mailleşerek 2003 yılı Mart ayında 296 sayfalık bir kitap çıkarttık.
Biraz Daha Işık adlı bu kitabımızda benim yaşamım, Türkiye’deki ve dünyadaki engellilerin yaşamı konu alındı. Bunun yanında Zeynel amcanın tecrübelerinden alıntılarda kitabımızda yer aldı. Zeynel Kozanoğlu, büyük ve benim için yeri doldurulamayacak kadar önemli bir kişidir.
Kitabın ilginç yanı ise İstanbul Zeytinburnu’ndaki odamdan, Avrupa’nın ortasındaki bir kişiyle tanışıp yazışmamdı. Küçücük odamdan Avrupa’nın göbeği ile konuşuyordum, hem de bunu 2002 yılında yapıyordum.
Benim azmim direncim sadece sağlığım konusunda değil, yazma konusunda da vardı. Bilgisayarım olduktan sonra günlük tutmaya başlamıştım ve o günlüğüm kitabın oluşmasına büyük katkıda bulundu.
Beyin ameliyatı olduğum sırada doktorlar sanırım beynimde bir yere dokunmuşlardı, bendeki yazma dürtüsünü ortaya çıkarmışlardı. :)
2003 yılında kitabım çıktıktan sonra da günlük tutmaya devam ettim. Çoğunlukla yürüyüşümün safhalarını yazdım, yaşadığım zorlukları sorunları yazdım. Yapılması gerekenleri yazdım. Hayallerimi, düşüncelerimi, fikirlerimi, projelerimi yazdım.
2002 yılında söylemiş olduğum “Hayallerinizin gerçekleşmesi için savaşın...” sözü, savaşçı bir ruhumun olduğunu sergilemiştir. Bu savaşçı ruh; yürüyebilme çabalarımda vardı, yalnız kaldığımda beynimi oyalama çabalarımda vardı, bir adım ilerisini görmeyi değil hep daha ilerisini görme çabalarımda vardı.
Hiçbir zaman yaşama küsmedim, her zaman yaşamıma “yarın sabah olacak yaşamım değişecek” diyerek baktım.
Hastalığım iyice kronik hale geldiği için 2004 yılında bir beyin MR'ı çektirdim ve bu MR filmime İstanbul’un en büyük dört hastanesinin dört beyin cerrahı dört ayrı görüşte bulundu. Uzmanlardan biri “ameliyat ol orada olan kitleyi alalım” dedi, diğeri “olursan masada kalırsın” dedi, bir diğeri “olmana gerek yok, orada sadece zararsız bir kan yumağı var” dedi, sonuncusu da "yaşamının bundan sonrasını bu şekilde sürdüreceksin" dedi. Sanırım TIP ülkemizde her okulda başka eğitimi olan bir dal. Bu nasıl bir sağlık sistemi, dört büyük hastanenin dört büyük Nöroloji uzmanı ayrı karar verip benim hayatımla oyun oynuyor.
24.06.2004 tarihinde İstanbul Bahçelievler’de bulunan 70. yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesi’ne yatıp, iki ay yatılı tedavi gördüm. Orada fizyoterapist Ercan Varzikoğlu'nun yönlendirmesiyle yoğun bir egzersiz tedavisiyle birkaç hafta içinde Paralel barda adımlamaya ve yürümeye başladım.
Ercan beyin hastaneye ilk yattığım gün bana dediği lafı hiç unutmam, odama girdi ve “Abdullah sendeki sağlık problemi çok ağır, azmedip sabredersen, zorluklara dayanırsan ve burada öğrendiklerini evde devam ettirirsen şu anki durumundan çok daha iyi durumda olacaksın, buna inan” dedi. Ve dediğinde de haklı çıktı.
Ercan Varzikoğlu büyük adamdır; vicdanlı adamdır, çıkar gözetmez, gösterdiği doğru yol sayesinde onun da hakkı hiçbir zaman ödenemez.
Yıllarca doktor doktor, hastane hastane, şifacı şifacı gezdikten sonra, hastalığımın çaresinin fizik tedavi ve rehabilitasyonda olduğu kimse tarafından söylenmemiş olması, çok garip çok acı.
Sanırım sağlık sektörü, paranın ve kariyer yapmak isteyenlerin kölesi olmuş durumda...
2004 yılında 70. yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesinde Ercan beyin gözetiminde iki ay kaldıktan sonra taburcu olunca, hastanedeki paralel bardan babam tarafından evin koridoruna da yapıldı.
Ben hastanede gördüğüm o egzersiz tedavisini annemle beraber her gün sabah yaptım, yürümelerimi de her gün defalarca yaptım, çünkü fark etmiştim ki doğru yol buydu.
Annem bana egzersizlerimde yardım etti, babam ise Paralel barda yürümelerim sırasında gözetim desteğiyle ben altı yedi ay sonra evdeki Paralel barda kan ter içinde kalarak ta olsa yaklaşık on beş yirmi metre filan yürümeye başladım.
70. yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesi sonrası Paralel barda birkaç metreden altı ay içinde onlarca metreye ulaşmıştım. Bu büyük bir başarıydı.
Baktım sağlığımda gelişme oluyor, azmettim, sabrettim, inandım ve çalışmaya hiç durmadan devam ettim.
Ercan beyle hiç bağlantımı koparmadım, şu anda bile onunla konuşur, özel günlerde mesajlaşırım. Hâlâ engin tecrübesinden faydalanmaya çalışırım. Onun büyüklüğü doğru yolu göstermesidir, yıllarını sağlık sektörü içinde geçirmiş biri olarak Ercan beye ne kadar teşekkür etsem azdır.
Kimsesi kusura bakmasın; Türkiye’de sağlık sektörü çıkara teslim olmuş durumda...
2005 ve 2007 yıllarında o hastaneye tekrar yattım, çünkü her yatışımda çok daha iyi hale gelmiş halde eve dönüyordum. Yatıyordum bir şeyler öğreniyordum eve gelip hastanede öğrendiklerimi uyguluyordum.
Çok zor günler geçirdim, egzersiz ve yürüyüşler çok zorluydu, ama ben pes etmedim.
Şu anda bile (2014) ev içinde Walker denen bir aletle yürümeye uğraşıyorum, “bir gün gelecek ben kimseye bağımlı olmadan ev içinde sokakta bastonla ya da Walker ile yürüyeceğim” diyorum.
… Çünkü birilerine bağımlı olarak yaşamak çok zor.
Bir işi başarmanın yolu; düşünmek, tasarlamak, inanmak, sabredip azmetmektir.
Pes etmedim, çünkü pes etmek kolay yol idi, zor olanı seçtim ve önüme çıkan tüm zorlukları sorunları görmezden gelip ilerlemeye devam ettim. Ediyorum da.
Dertler sorunlar vardır, var olacakta… Önemli olan onları görmezden gelmek veyahut derdi sıkıntıyı sorunu zorluğu ötelemek. Unutmak değil, ötelemek, yani bir köşeye koymak. Sırası gelince de ele alıp yok etmek.
Hastalığım süresince arka arkaya defalarca tecrübe ettim; bu savaş tek başına kazanılmaz... Savaş, kazanılmak isteniliyorsa, savaşa giderken yanında inanmış bir ordu bulunmak zorunda.
Savaşı kazanmak için, lider ve ordu şart...
Gazi Mustafa Kemal bu ülkeyi düşmanlardan kurtardı, ama yanında dedelerimiz ninelerimiz olmasaydı bu ülke bizim olamazdı.
O, ordu içinde benimde Atalarım vardı, senin de Ataların vardı.
Mustafa Kemal liderlik vasfı olan bir kişiydi, yanında da inanmış bir ordu vardı ki, bu ülke kurtarıldı.
Ben de bir liderim… Birçok zorluğu inanarak aşmış birisiyim, birçok sorunu ince eleyerek çözmüş birisiyim.
Zorluğu aşmanın yolu inanmakla çözülür… Geleceği; gören, tahmin edebilen ve yapılması gerekeni bilen birisiyim. Ama şunun farkındayım ki, bu savaşı tek başıma kazanmam imkansız.
Benden veya biz engellilerden beklenilen, Avustralya’ya kürek çekerek gitmemiz. Bizlere yardım edilmeden, bu engelleri aşmak mümkün değil.
Sadece benden değil, tüm engellilerden bunun beklenmesi bir hata. Aptallık.
Türkiye’de TIP çok kötü durumda; sağlık sektörü, paraya ulaşmanın kolay yolu olarak görülüyor ve sağlığını kaybetmiş insanlar kariyer yapmak için kullanılıyor.
Hayati olarak sağlık sektöründe benim yaşadığım problemler iki elin parmaklarını aşmış durumda. Özellikle İstanbul'daki acil servislerimiz berbat durumda, bir kaçı harici hepsi eğitimsiz tecrübesiz çıkarcı sağlıkçılarla dolu.
İnsanlar sağlığın kaybolmasının nasıl bir şey olduğunu bilmez veya sonrasında karşılaşacakları zorlukların sorunların sıkıntıların neler olacağını bilmezler. Ne zaman canları yanar veya bir sevdiklerinin canı yanar, o zaman her şeyin farkına varıp duyarlılıklarını artırırlar.
2010 yılı Temmuz ayında teyzemin eşi Mustafa Başaran tarafından İkitelli'de bulunan LAMİRA adlı bir firmadan bana sunulmuş seçenekler arasından benim beğendiğim Easy Life B model akülü tekerlekli sandalye alındı ve tüm hayatım yine değişti. Artık ev dışında da yaşamımı kimseye ihtiyaç duymadan idare edebiliyordum. Giyim, yeme içme, gezmek gibi sosyal ihtiyaçlarımı kendim hallediyordum, hastane gibi doktor gibi veya ilaçlarımı almak gibi işlerimi kendim hallediyordum. Bankadan veya ATM'den maaşımı alma, faturalarımı ödeme gibi işlerimi kendim halledebiliyordum artık, bir kez mi iki kez mi Açıköğretim sınavıma bile kendim gidip geldim.
Akülü tekerlekli sandalyem ile yaptığım bir diğer şey ise; sokaklarda, caddelerde, yollarda, kaldırımlarda, toplu taşımada, sosyal alanların binalarında ve kamu kurum kuruluşlarının binalarında yaşadığım tüm sorunları zorlukları yazdım, resimledim veya videosunu çektim. Hiçbir zaman "bana ne" demedim ve sorunların zorlukların ortadan kalkması için gerekli mercilere başvurdum. Aşağıda bulunan ENGEL HER YERDE yazısına tıklayarak bunları görebilirsiniz.
Sosyal yaşamı sıfır olan biriyken akülü tekerlekli sandalye sayesinde artık sosyal yaşamın tam ortasındaydım…
Engelliye imkan verildiği taktirde başaramayacağı iş yoktur. Şu yaşamımda sadece insanların yaydığı olumsuzluklardan kendimi koruyamıyorum, insanoğlu çiğ süt emmiş bir varlık olduğundan onlarla sürekli çatışma halindeyim. Ve kimsesinde empati olmadığına inanıyorum.
Evde, internette, sokaklarda, yaya geçitlerinde, kaldırımlarda, alışveriş merkezlerinde, rampalarda, asansörlerde, özel eğitim merkezlerinde, devlet dairelerinde, toplu taşıma ulaşım duraklarında araçlarında, bankalarda ATM cihazlarında, park ve bahçelerde, müze ve sergilerde, hastanelerde her yerde benimle tartışıyorlar. Bu yüzden; ENGEL HER YERDE
İnsanımız; benimle empati yapmak yerine, benimle sürekli tartışıyor, haklı olduğumu bildiği halde bana haksızlığını savunuyor.
Tekerlekli sandalyeli olarak sokaklarda yaşadığım problemler saymakla bitiremeyeceğim kadar çok. Çoğu yerde rampa yok, rampa olan yerlerde ise eğim, yüzey, genişlik sorunlu.
Öncelikle kaldırımlarımızın üzeri belediyeler tarafından ağaç, direk, tabela ile işgal ediliyor, sonrasında esnafımız tarafından ürünlerle işgal ediliyor ve insanımız yan yana yürüyor. Trafik ışığı önüne park eden araçlar, yaya geçidinde yayaya yol vermeyen araçlar, kaldırımı ve rampasını işgal edenler, koşturarak karşıya yetişemeyeceğin kadar hızla yanan sönen trafik lambaları. Engelli eğitimi için kurulan özel eğitim merkezlerinde olmayan rampalar asansörler tuvaletler. Alışveriş merkezlerinde rampaları sohbet muhabbet etmek için, sigara içmek için işgal eden eğitimsizler, alışveriş merkezi asansörlerini tıklım tıklım dolduran sağlıklı eğitimsizler, alışveriş merkezi engelli tuvaletini sevgilileriyle sohbet muhabbet etmek için kullananlar, sigara içmek için abdest almak için kullananlar, bulaşık yıkamak için üstlerini değiştirmek için kullananlar, telefonla konuşmak için kullananlar çok fazla. Toplu taşıma deseniz, ayrı bir dert; ben raylı ulaşım ağını kullanmayı tercih eden bir tekerlekli sandalyeliyim, çünkü otobüs metrobüs minibüs gibi olanakların araç içleri manevra yapmamız için çok dar, duraklarının tamamında kaldırım rampa sorunu var ve şoförlerinin neredeyse tamamı bizlere karşı bilinçsiz ilgisiz duyarsız umursamaz.
Türkiye’de engelli olmak zor ve bu sorun anca eğitimle çözülür… Beklentim ise gelecek neslin çocuklarının doğru düzgün bir şekilde eğitilmeleri, sonrasında o çocukların büyüteceği çocuklarla bu sorun çözülür. Şu anki nesli uyararak sorunu çöze bilirsiniz, ama kalıcı bir çözüm için eğitilen çocukların evlenip çocuklarına okul öncesinde eğitim vermesi.
2009 ila 2011 yıları arasında tekerlekli sandalyemle Açıköğretimde de okudum. Lisede eksik kalan kredilerim için 24 adet sınava girdim, bu sınavlardan 23'üne binaların ikinci üçüncü katında girmek zorunda bırakıldım. Defalarca “ben tekerlekli sandalyeliyim” deyip raporumun fotokopisini defalarca taahhütlü olarak Halk eğitim müdürlüğüne, il ve ilçe eğitim müdürlüklerine, Ankara’ya Milli Eğitim Bakanlığına bile gönderdiğim halde, bana bir kez bile cevap verilmedi. Gelen bazı cevaplardaysa bana üstünkörü "sınava sınav yerinde girilir" cevabı verildi. Eğer, Fethullah Gülen'in yapılanması içinde yer alsaydım veya siyasi partilere sempatim üyeliğim olsaydı, sınavlarım okul girişlerinde kopya verilerek yapılırdı. Hatta her sınavda tekerlekli sandalye taşıyan bir araçla evimden bile alınır sınavıma girdikten sonra evime bırakılırdım. Şunu hiç unutamıyorum; orta okulu okuduğum Ayhan Şahenk orta okulunda küçük kardeşim tek başına tekerlekli sandalyemle beni 20- 25 basamaklı merdivenden geri geri çıkartırken, 1990 yılında o okulda okuduğum yıllarda da okul müdürü olan Ergun Nart’ın gülümseyerek bana bakmasını.
1997 yılı sonrası 2013 yılı Ekim ayında da üç şişe doz Botoks oldum, bu üç şişe doz sol bacağıma ve sol koluma enjekte edildiği halde bende yeterli etkiyi göstermedi. Hatta hiç etki göstermedi. Üç şişe doz çok yüksek, normalinde bir veya iki doz kullanılırken bende kullanılan bu üç şişe dozun etkili olmaması nasıl bir travmanın etkisi altında olduğumun göstergesidir.
Botoks, enjekte edildiği birçok hastada kasılmaları yok ederken, bende etkisi neredeyse sıfır oldu… Hatta enjekteden üç gün sonra kasılmaların azalmasını beklerken sol el parmaklarımda daha çok kasılmaya neden oldu, parmaklarım verdiğim emirleri dinlemez oldular.
O günlerde içimi ferah tuttum, çünkü Botoks’un etkisi üç ay sürüyor, üç ay sonra Botoks’un etkisi geçti ve parmaklarım normale döndü. Bu olumsuz gelişmeye pek şaşırmadım, çünkü şu ana kadar “kesin şifa bulacaksın” denen birçok tedavi yönteminden eli boş dönmüş bir kişiyim. Bu türden sonlara artık pek şaşırmıyorum, üzülmüyorum, garipsemiyorum, canımı sıkmıyorum... Çevreme bir duvar ördüm, o duvarı aşıp geçecek tüm olumsuzlukları görmezden gelmeyi başarıyorum.
Botoks, bir zehir ve bu zehir enjekte edildiği kasın kasılmasını üç aylığına engelliyor, enjekteden üç ay sonra ise kaslar kasılmaya tekrardan kaldığı yerden devam ediyor. Kasların kasılmayı bıraktığı üç aylık süre zarfında yapılacak olan doğru düzgün düzenli egzersizse kasların iyiye gitmesine neden oluyor. Kas, geri kazanılmış olup güçlenmesi sağlanıyor ve normale dönüyor.
Sağlıklı bir insanda kaslar kasılmaya baskındır, bu nedenle sağlıklılar yaşamını istediği gibi sürdürebilir. Benim gibi sağlığını kaybetmiş beyin hasarlılardaysa kasılma kaslara baskındır, bizler uzuvlarımıza emir verdiğimizde bizi dinlemezler. Hatta dış etkiye veya zorlamaya bile ters tepki verirler. Herhangi bir düşme halinde veya ani hareket etme durumunda, sağlıklı insan kaslarını istediği gibi hareket ettirebilir ve önlemini hızlıca alabilir, ama bizlerde var olan kasılma nedeniyle düşme gibi ani hareket gibi durumlarda önlem alamayız ve bir sağlıklıdan daha çok zarar görürüz.
Son yıllarda insanların güzelleşme uğruna kaslarına enjekte ettirdiği Botoks denen bu ilaç, uygulandığı bölgede kasların işlevini üç aylığına yapmasını engelliyor ve gergin bir görüntü sağlayarak insanımızı daha genç gösteriyor.
Birileri güzelleşmek için bu zehre muhtaç, birileri sağlığına kavuşmak için...
2014 yılının son günlerinde 24 Aralık akşamı kardeşten yakın olan Özkan Doğan'ın Yenikapı metro istasyonu asansör kabini önünde yaşadığım talihsizliğin 35 saniyelik çektiği video ortalığı ayağa kaldırdı. Yaşlılar, hamileler, bebekliler, bebek arabalılar ve tekerlekli sandalyeli engelliler için kullanıma sunulmuş olan asansöre benden önce sağlıklıların yanımdan koşarak geçerek doluşması vicdanları kanattı.
O, 35 saniyelik görüntüyü, benim Facebook profilimde 400 bin kişiyi aşkın seyredilme rakamına ulaştı, televizyon kanallarında milyonlarca kişi seyretti ve tüm internette on milyonlarca kişi seyretti.
Birçok kişi o 35 saniyelik görüntüden utandı ve benimle bağlantı kurup durumun ne kadar acı olduğunu belirtti. Asansörde yaşadığım talihsizlik için benden çok özür dileyen oldu.
Oysa ki ben ve tekerlekli sandalyeli diğer arkadaşlarım o asansörde yaşadığım bu sorunu her zaman yaşıyoruz. Bir tekerlekli sandalyeli olarak, sadece o asansörde değil neredeyse tüm toplu taşıma istasyonlarında alışveriş merkezlerinde asansör sorunu yaşıyoruz.
2015 ila 2020 yılları arasında sosyalleşme anlamında çok güzel bir beş yıl yaşadım... 2014 yılının son günlerinde Yenikapı metro istasyonu asansöründe yaşadığım kriz sonrası Vedat Kürşün ile tanıştım ve yaşamım bir kez daha değişti. Vedat ve arkadaş grubuyla beraber o kadar güzel işlere imza attım ki, o kadar çok farkındalık çalışmasına katıldım ki “beş yıl boyunca hiç boş durulmadı” desem yeridir. Ya kendimiz projeler ürettik yada var olan projelere destek olduk. Bu etkinlik ve organizasyonların 2018 ile 2020 yılları arası (AGD) Ahtapot Gönüllüleri Sosyal Dayanışma Ve Sportif Faaliyetleri derneği çatısı altında yaptık. Öncelikli projemiz ise; insanımızın kullandığı elbise ayakkabı kitap oyuncak gibi malzemeleri aldık, temizledik ütüledik sınıflandırdık paketledik barkodladık ve ihtiyacı olana ulaştırdık. Beş yıl boyunca çocuklar için, öğrenciler için, sokak hayvanları için, mülteciler için, depremzedeler için, evsizler kimsesizler için “Şikayet etme harekete geç” sloganıyla ihtiyacı olan herkese eğlenerek dokunduk. Engellilere ise yapılmak istenilen projeler hep kağıt üzerinde kaldı, her türlü desteği veren kurucu, üye ve gönüllü olan benim bireysel çabalarım yönetim kurulu tarafından yeterli görüldü. 2020 yılında bir pandemiye dönüşen Corona Covit-19 virüsü salgını derneğimizi de etkiledi. Faaliyetlerimizi toplanarak harekete geçirdiğimiz için etkinlik ve projelerimizi 2020 yılı Mart ayında sonlandırdık, sponsorlarımız ve düzenli bağışçılarımız maddi sıkıntıları nedeniyle derneğimizden desteklerini çekti ve ilk önce öncelikli projemiz olan (MDM) Malzeme Değerlendirme merkezimizi sonrasında da (AGD) Ahtapot Gönüllüleri Sosyal Dayanışma Ve Sportif Faaliyetleri derneğimizi kapatma kararı aldık.
2019 yılının son aylarında Çin’in Wuhan’ından çıkıp bir pandemiye dönüşen Corona; Covit-19 virüsü, ülkemize birçok ülkeden sonra geldi ve otuz binden fazla ölüme neden oldu. Özellikle, kronik hastalığı olan ve yaşlı insanların canını alan Corona Covit-19 bizim ülkemizde çok can yaktı, çünkü virüs ülkemize girdiği ilk günden beri vatandaşımız maske, mesafe kurallarına hiç uymadı. Sağlık bakanlığı önlemler konusunda çok geç kaldı, rakamlar konusunda samimi olmadı, İçişleri bakanlığıysa maske takma ve mesafeli olma zorunluluğu olduğu halde kurallara ilk önce kendi uymadı, uymayan vatandaşa ceza kesmedi, kesilen cezaları da sanırım tahsil etmedi. Pandemi dönemini en az zararla atlatanlar; yaşı genç olanlar, sağlığında sorun olmayanlar ve bekar yaşantısı olanlar oldu. Benim gibi sağlığı bozuk engelliler, annem babam gibi yaşlı olanlar veyahut sağlığında kronik sorunları olanlar evde hapis kaldı ve eve virüs getirmemek için gayret ettiler. Annemin babamın veya benim sağlıkla ilgili bir sorunumuz çıktığında sağlık ocağına veya hastaneye gidemedik. Babam raporu olduğu için ilaçlarını eczaneden zamanı gelince aldı, annemin kas ve eklem problemleri çıktığında Sağlık ocağına veya hastaneye gitmedi ve hep erteledi. Ben 1996 yılından bu yana kullanmakta olduğum ilaçlarımı raporum olmadığı için almakta çok zorluklar çektim, 1996 yılındaki epikriz raporumda sağlığımın ömrüm boyunca geri gelmeyeceği yazdığı halde ilaçlarımın raporu yok. 1996 yılından bu yana kapısına gittiğim tüm sağlıkçılar "sen her ay doktora veya sağlık ocağına gidip gelebilir ilaçlarını yazdırabilirsin" deyip rapor yazmayıp kapıyı hep suratıma kapattılar, ama ön göremedikleri veya engelleyemedikleri bir pandemi benim ilacımı almamı engelledi. 1996 yılından beri hangi sağlık çalışanına gittiysem bana "sen tekerlekli sandalyenle ayda bir kere hastaneye veya sağlık ocağına gidebilirsin, sana rapor yazmamıza gerek yok" dediler. Bunun yanı sıra özel eğitim merkezinden almakta olduğum yüz yüze egzersiz ve fizik tedaviyi bir iki yıl boyunca hiç alamadım. Hem ilaçlarımı düzenli almadığımdan hem de egzersizim fizik tedavim yapılmadığından sağlığım bozuldu, kas ve eklem ağrıları yaşamaya başladım.
2021 yılında sağ
kolumdaki, omzumdaki ve boynumdaki ağrılar için özel bir hastanede MR filmi çekildim ve üç adet
boyun fıtığına sahip olduğum ortaya çıktı. 2022 yılının ilk günlerinde ortaya
çıkan bu üç boyun fıtığının tedavisi için 15 seans fizik tedavi rehabilitasyon
gördüm ama ağrılarım azalmak yerine daha da çoğaldı. Bu fıtıkların çıkma
nedenleriyse; evden dışarıya çıkarken veya eve girerken apartmanın girişinde
bulunan beş altı basamakta sağ elimi sağ kolumu sağ omzunu çok zorluyor
oluşum, evde kullandığım manuel tekerlekli sandalyenin her iki tekerini
1996 yılından bu yana sağ elimle sağ kolumla sağ omzumla itip çekiyor oluşum,
yataktan kalkarken veya pencerede ayağa kalkarken sağ elime koluma omzuma çok
fazla yükleniyor oluşum.
2024 yılı Temmuz ayı sonunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait Şile Engelliler Kampı'nda annem ile beraber beş gün kaldım. Kamp süresince tüm imkanlar onlar tarafından karşılandı ve son derece rahat günler yaşadık. Orada girişi tekerlekli sandalyeme uygun, 45-50 metrekare, iki odası, Amerikan mutfağı, kliması, tuvaleti banyosu, balkonu, buzdolabı gardırobu, televizyonu ve interneti olan her yeri düzayak son derece modern prefabrik bir evde kaldık. Ev içinde tekerlekli sandalyemle rahat ettiğim kadar kamp içinde de tüm imkanlar biz tekerlekli sandalyeliler içindi. Kimseye ihtiyaç duymadan istediğim zaman evden çıkıp yemekhane, kafeterya, oyun salonları, toplantı salonları, açık alanda olan çardaklar gibi yerlere hep kendim gidip geldim. Ve sonrasında da kimseye ihtiyaç duymadan eve kendim girdim. Annem sadece evde beni tekerlekli sandalyeme oturttu gerisini gün boyunca hep ben hallettim. 1996 yılından bu yana 28-29 yıllık bir tekerlekli sandalyeli olarak tek istediğim buydu, ama kimsesi beni umursamadı. Ne ailem sülalem akrabalarım ne de ekonomik olarak tanımlanmış haklarımı iç eden devlet.
2025 yılının daha ilk aylarında düşüncesizlikler eziyetler işkenceler başladı. İlk önce Ocak ayında İstanbul Eğitim ve Araştırma hastanesinden, sonrasında da Şubat ayında Marmara üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma hastanesi Fiziksel tedavi bölümlerinden 'evde fizik tedavi ve rehabilitasyon görebilir raporu’ almaya çalıştım ama her iki hastaneden de ‘ret’ cevabı aldım. Samatya Fiziksel tedavi bölümü "bu rapor için benim yetkim yok" dedi ama benim bir arkadaşım oradan bu raporu aldı, Marmara üniversitesi Pendik Fiziksel tedavi bölümünün doktoru ise "hocamız şu an müsait değilmiş, ben olmadan rapor verme, sonra gelsin dedi" dedi. Benim 1996 yılındaki Epikriz raporumda ‘bu kişi ömrü boyunca eski sağlığına kavuşamayacak’ dediği halde, “yaşım ilerlediği için ve refakatçim olarak yanımda sadece 70 yaşında olan annem var, bu yüzden evden çıkıp özel fizik tedavi rehabilitasyon merkezlerine gidip gelemeyecek durumdayım” dediğim halde bana her iki hastanenin bölümü de doktoru da “hayır” dedi. Zaten 1996 yılından bu yana 29-30 yıldır beyin kanamamın getirdiği sağlık sorunlarını zorluklarını ağırlığını yükünü çekiyorum, zaten annemle beraber tüm ömrümüz güneş görmeyen düz ayak girişi olmayan bir evde geçmiş bitmiş, birde bir tekerlekli sandalyeli olarak bu devletin sisteminin hastanesinin doktorunun bu türden rezillikleri ile uğraşıyorum. Rezil bir ülkede yaşıyoruz rezil, vatandaşına dünyanın en kötü sağlık hizmeti veren ülkesinde yaşıyoruz, sistemi de rezil, hastanesi de rezil, doktoru da rezil. Bir tekerlekli sandalyeli olarak hiç bir yerde insan yerine konulmuyoruz, tek bildikleri; 29-30 yıldır tekerlekli sandalyemle beni oradan oraya koşturmak. Sağlıkçıların tek yapması gereken; binlerce kez, on binlerce kez, yüz binlerce kez yaptıkları gibi kağıda mührü basıp kalemlerini ellerine alıp imza atmaları. O konuma gelmişler, 29 yıldır felçli raporu olan bir tekerlekli sandalyeli için neyi düşünüyorlar, bilmiyorum. Ne dolandırıcıyım, ne hırsız, ne rüşvetçi ne de kansızım. Şimdi tekrardan randevu al, evden çıkmak için birilerini bulup dışarı çık, tekerlekli sandalye ile toplu taşımada oradan oraya koştur, hastaneye ulaş ve doktorların keyfinin yerinde olması için dua et. İŞLERİ GÜÇLERİ EZİYET ETMEK.
1996
yılında bir acil servis doktorunun ilgisizliği sonucu sol tarafı felç bir
tekerlekli sandalyeli hale geldikten sonra, ülkeyi yöneten tüm hükümetler ve
beraber hareket ettikleri Fethullah Gülen'in (FTİPİ) ve (FETÖ) yapılanmalarıyla
bana çok eziyet ettiler. 1976 yılından bu yana Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olan benim, tanımlanmış tüm haklarımı iç edip her iki tarafta usulsüzlüklerle
çevrelerine dağıttılar. Ben ise hep ortada kaldım, çünkü benim ne siyasi parti
sempatim veya üyeliğim vardı, ne de Fethullah Gülen'in yapılanmaları ile ilişkim.
Kan emici Fethullah Gülen ve beraber hareket ettiği kan ile beslenen herkes
beni bu ülkeden de soğuttular, vatandaşlığımdan da soğuttular, dilimden
dinimden de soğuttular, ayrımcılığı sevmeyen yapımdan da soğuttular.
İç Edilen Haklarım'ı okuyun... ⬇️⬇️
http://unal76.blogspot.com/2022/01/ic-edilen-haklarm.html?m=1
İç Edilen Haklarım'ı YouTube'de
dinleyin... ⬇️⬇️
https://youtu.be/KnMhHCpli64?si=u32NeqnBHnR6C-E6
http://unal76.blogspot.com/2022/01/ic-edilen-haklarm.html?m=1
https://youtu.be/KnMhHCpli64?si=u32NeqnBHnR6C-E6

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder