29 Temmuz 2015 Çarşamba

Işid terörü mü tetikledi..

Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde Işid tarafından yakılıp yıkılan Kobane’ye yardım amaçlı sosyal faaliyetlerde bulunan genç bir gruba on gün önce canlı bombayla saldırıda bulunulup 31 cana kıyıldı. Bu canlı bomba katliamını Işid denen örgüt internet yoluyla üstlendi.  

Işid’ yani “Irak Şam İslam Devleti”, terör örgütünün amacı bölgeye tek başına hakim olmak ve adaleti ile insanları yönetmek. Dünyada İslamiyet’in yayılması adına eylemlerde bulunan bu örgütün asıl amacıysa baskıyla şiddetle tüm dünyada hakimiyet kurmak. Daha geçen yıla kadar “üç beş kişi” denilen bu örgüt bir yıl içinde dünyayı sarsacak eylemler yapmaya başladı.

Yaklaşık on beş yıl önce Usame Bin Ladin’in El Kaide’sinden ayrılarak kurulmuş bu terör örgütü eylemlerine Suriye’de kanlı bir şekilde devam ederken birden ibreyi Türkiye’ye çevirdi, çünkü Suriye ile Türkiye sınır komşusu ve Türkiye’nin dini İslam. Dininin İslam olması demek, çok kolay bir şekilde kandırılabilecek insanlar bulunabileceği anlamına gelir.

Işid’in Kobane’yi yakıp yıkmasıyla bazı insani gruplar harekete geçti, Kobane’yi tekrardan ayağa kaldırmaya uğraşmaya başladı, çünkü “filler tepişir çimenler ezilir”. İnsani grupların bu çabasına Işid sessiz kalmayıp katliamlar yapmaya başladı ve son saldırısını da Türkiye’nin Şanlıurfa’da Suruç’ta yaptı. Yakılıp yıkılan Kobane’ye giyecek kitap oyuncak yardımı yapmaya çalışan grubun içine bir canlı bomba yerleştirdi ve 31 gencin canına kıydı.

Burada büyük bir zafiyet var, bu saldırı Türkiye Cumhuriyet’i devletinin istihbaratının verdiği açık sayesinde olmuştur, eğer istihbarat veya güvenlik güçleri gerekli önlemi almış olsaydı o eylemci ülkemizde o eylemi yapamazdı. Suruç’ta o eylemi yapabilecek gücü bulabilen örgüt, o eylemi Ankara’da İstanbul’da İzmir’de Antalya’da da yapabilecek durumdadır. 


Pkk bir terör örgütü; silahla kanla ölümle kaçakçılıkla beslenen bir örgüt… 


Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde insan kaçakçılığı uyuşturucu kaçakçılığı silah kaçakçılığı hepsinin geliri Pkk’nın eline geçiyor. Pkk’nın bu gelirleri kaybetmesi demek, sonunun geldiği anlamına gelir. Pkk’yı bitirmenin en basit yolu, gelir kaynaklarını sonlandırmaktan geçer.  

Akp hükümeti, Pkk ve kurucusu Abdullah Öcalan ile bir süreç başlattı ve görüşmelere başladı. Bu sürece “Açılım süreci” dendi, “Demokratik süreç” dendi, “Barış süreci” dendi, “çatışmasızlık süreci” dendi. Yapılacak olan görüşmelerden daha çok sürece verilen isim daha ön planda yer aldı.  

Pkk’nın silahı bırakıp Türkiye sınırları dışına çıkması istendi, yıllar boyunca defalarca müzakereler yapılıp analar ağlamasın canlar yitip gitmesin diye uğraşıldı. Akp’nin unuttuğu bir şey vardı o da Pkk’nın bir terör örgütü olduğu ve hiçbir zaman terör faaliyetlerinin bırakmayacağıydı. Sorun dağdaki terörist değil, sorun bu terörden nemalanan asıl elebaşlarının karnının doyurulması.

O gün Suruç’ta yapılan o kanlı eylem büyük bir yaraya tuz bastı ve Pkk terör örgütü ile dört yıldır süren çatışmasızlık süreci sona erdi. Kan tekrar akmaya başladı, şehit haberlerinin ardı arkası kesilmemeye başladı, anaların gözyaşları tekrardan akmaya başladı.  

Sanırım Pkk Suruç katliamının suçlusu olarak Türkiye’yi belledi ve tüm gücüyle terör eylemlerine bıraktığı yerden başlayıp on gün içinde onlarca terör eylemi yaptı birçok ailenin ocağına ateş düşürdü.

Zaten bir hataydı; bir terör örgütün kanla beslenmeyi bırakabileceğini düşünmek, onunla barış müzakereleri yapmak ve ona arkanı dönmek.

Pkk’nın Türkiye ile olan kavgası Kürt halkının haklarını savunmak için değil, örgütünün çıkarları savunmak içindi. 

Bir terörist eline aldığı silahı asla bırakmaz/ bırakamaz, Akp’nin ve Hdp’nin buna nasıl inandığına anlayabilmiş değilim. 

Pkk terör örgütü, Akp’yi de umursamıyor Hdp’yi de umursamıyor... Bir kibrit çaktı, aynı kibritle ikisini de yaktı. 

19 Temmuz 2015 Pazar

Moda'da iftar..


17.07.2015
Bugün Ramazan bayramının ilk günü, sabah 06:30 civarı uyandım, tekerlekli sandalyeme oturdum ve neredeyse sekiz dokuz saattir tekerlekli sandalyemdeyim.

Dün Ramazan’ın son günüydü, BEDD yani Bedensel Engelliler Dayanışma Derneğinin İftar yemeği için Kadıköy Moda’da bulunan Moda Teras Cafe & Restaurant adlı bir mekanda İftar yaptım.

Bu İftara Facebook arkadaşım Vedat Kürşün tarafından davet edildim, Vedat’ın yurt dışında olması nedeniyle o yemeğe onun yerine ben gittim. Bu yemekte bana Kayhan Polat ve Ebru Aydın refakat etti.

Vedat, Kayhan ve Ebru, dalış ve çeşitli doğa sporları yapan Ahtapot grubu üyeleri arasındalar. Vedat Kürşün grubun yöneticisi, çünkü beni gruba o kayıt etti. Kayhan ve Ebru ise Ahtapot grubu üyeleri arasında.

İnsanlar ne kadar güzel organizeler yapıp yaşamı dolu dolu yaşıyorlar, şartları zorlayıp yeni yerler keşfediyor ve yaşanmadık hiçbir an bırakmıyor.

Kadıköy Moda’da Moda Teras Cafe & Restaurant’daki İftarda Kayhan ve Ebru ile yeni tanışmamıza rağmen aramız o kadar iyi oldu ki, gören kırk yıllık arkadaşız sanır. İftar yemeği biraz uzun sürdü, ben zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmedim ve geri dönüş yapacağım Marmaray’ın son seferini kaçırdım.

Yemekte o kadar çok ikram yapıldı ki, o kadar çok tanışma sohbet muhabbet oldu ki, o kadar çok resim video çekildi ki, ben saatin ilerlediğini fark edemedim ve dönüş sorunlu oldu. Giderken tek başıma gittim, ama eve geri dönüş yaparken Kayhan ve Ebru yanımdaydı. Sağ olsunlar, binek bir taksiyle zahmetler çekerek beni eve kadar geri getirdiler.

İftar yapılacak yere ben giderken plan o kadar çok değişti ki ben takip mekanizmamı kaybettim, ama zamanından önce İftar yapılacak yerdeydim.

Aslında beni evimin önünden alacaklardı, Zeytinburnu çok uzak olduğu için ben Marmaray ile karşıya Ayrılıkçeşmesi’ne geçtim. Ayrılıkçesmesi’ne de gelemediler, çünkü işleyen trafik sorun oldu. Bende Ayrılıkçeşmesi’nde bulunan metroyla Ünalan istasyonuna geçiş yaptım,

Ünalan istasyonu da olmadı, çünkü tekerlekli sandalyemle istasyondan yeryüzüne çıkabileceğim rampa olmadığını öğrendim. Rampa olmadığından dolayı yirmi veya otuz adet basamaklı bir merdiveni aşamadım. Çıkış yolu ararken, ne yapıp ne edip bir kilometre yol kat edip Ünalan’da D-100 karayolu üzerinde bulunan üstgeçitten yolun karşısına geçip beni tekerlekli sandalyemle oradan alacak araca konum bildirdim, yine olmadı. Nedeniyse ters istikamette oluşum. Tekrardan D-100 karayolu üzerindeki üst geçidi geri dönerek metro istasyonuna geri inip bir sonraki istasyon olan Acıbadem’e gittim.

Orada Hele şükür ki her şey yolunda gitti ve asansörle yeryüzüne çıkışımı yaptım, istasyon D-100 karayolu kenarındaydı ve hemen yanında Acıbadem otobüs durağı vardı. Durakta gölge bir köşeye çekildim ve beni tekerlekli sandalyemle alacak aracın şoförünü arayıp konumumu tekrar bildirdim. Yaklaşık on beş yirmi dakika sonra da içersinde dört beş tekerlekli sandalyenin bulunduğu bir araç kaldırıma yanaştı ve aracın asansörüyle aracın içine alındım.

Acıbadem metro istasyonundan yeryüzüne bir çıktım bir baktım tekrardan D-100 karayolu kenarındayım, birkaç metre ötemden motorlu araçlar 100- 150 kilometre hızla geçip gidiyor. Şehirlerarası taşıma yapan otobüsler kamyonlar bile en az 100 kilometre hızla ilerliyorlardı. Ben yol kenarında kimseciğin olmadığı bir durağın cebinde tekerlekli sandalyede olduğum için çok dikkat çekiyordum. Hemen her geçiş yapan belediye ve halk otobüsü neredeyse durdu ve şoförleri “rampa var” deyip bana gelip gelmeyeceğimi sordu, bende “bir araç beklediğimi” söyleyip durdum. Hatta bazı araçlar önümde yavaşladı ve bana dikkat kesildiler, bir ihtiyacım olursa onlara söylerim diye.

Bugün İftar’a gidiş yolunda anladım ki “insanımız değişiyor, engelliler konusunda farkındalığı duyarlılığı bilgisi bilinci artıyor.

Bir süredir böyle bir süreç yaşamamıştım… Zorluklarla karşılaşıp sorunlar yaşadım yoruldum, ama pes etmeyip başardım. Hiç gitmediğim yerlere gidip o heyecanı yaşadım.

Benim canımı sıkan birkaç şey oldu; öncelikle benim için gidiş geliş organizasyonu çok kötüydü, çoğu zaman bu türden organizasyonlara katılmamayı tercih nedenim bundan. Tekerlekli sandalyemle beni evimin önünden alamayacak oluşları, daha sonra da beni Ayrılıkçeşmesi durağından alamayacak oluşlarını son anda bildirmeleri her şeyi belli etmişti. Tüm bu aksiliklere rağmen verdiğim sözün altında ezilmemek için gitmeyi göze aldım.  

Asıl canımı yakansa Ünalan metro istasyonunda rampa ve asansör olmadığını bilmeyişleriydi. Beni oraya yönlendirdiler, ama o istasyonda ne rampa vardı ne de asansör, hem beni yordular mahvettiler hem de kendilerinin konuyla ilgisiz olduklarını belli ettiler.

Toplu taşımalara yapılmayan rampalar ve asansörler devletin suçu, ama organizasyon ve yönlendirme yapılırken bir araştırma yapılması gerekliydi. 

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Fatih belediyesi Beyaz masaya dilekçe

On beş yirmi gün önce, sıcağı ve fiziki sorunları zorlukları göze alarak ilk önce Marmaray ile Yenikapı’ya daha sonra da metroyu kullanarak Vatan caddesinde bulunan Fatih belediye başkanlığı binasının olduğu Emniyet istasyonuna gittim. Bilgisayarımda yazıp çıktısını aldığım dilekçemi bizzat Fatih belediye başkanlığı Beyaz masasına teslim ettim.

Olur olmaz yerlerde bulunan basamak kasis eğim gibi, eğimi genişliği ve yüzeyi bozuk rampa gibi, dar asansör gibi, yüksek banko gibi fiziki engellerin alt düzeyde tutulduğu bu bina benden tam not aldı. Hiç sorun zorluk yaşamadan beş on dakika içinde Beyaz masaya dilekçemi teslim edip çıkış yaptım. Bu dilekçemin içeriğinde, Fatih belediyesine bağlı bulunan; Beyazıt meydanı, Topkapı sarayı, Kapalıçarşı, Gülhane parkı, Ayasofya Sultanahmet meydanı, Eminönü’nde engellilerin kullanabileceği bir lavabo tuvalet olmamasıydı. Sadece benim gibi tekerlekli sandalyelilerin değil, birçok engellinin ve hatta birçok sağlıklı kişi ihtiyaç duyduğunda bulamadığı bu lavabo tuvalet sebebiyle mağdur durumda.

Sadece ortopedik engelliler değil, hamile, bebekli, bebek arabalı, yaşlı kişilerinde kullanabileceği bir lavabo tuvalet yok.

Yaklaşık altı ay önce internet yoluyla yaptığım bu işlemi, bugün bizzat Beyaz masa ile muhatap olarak yaptım. İnternet yoluyla başvuruma bir cevap alamadığımdan, Beyaz masaya bizzat yaptığım bu başvuruma 15 gün içinde defalarca cevap aldım. Hem cep telefonuma bilgilendirme mesajları geldi, hem de telefonla aranarak belediyelerinden isteğim konusunda bilgilendirilip yönlendirildim.

Fatih belediye başkanlığının bilgilendirilmelerin en başında; bu isteğimin karşılanması için İstanbul büyükşehir belediyesi ile irtibata geçmem istendi, ikincisi ise bölgenin tarihi bir bölge olması nedeniyle istenildiğinde müdahale edilemediği idi.

Bir belediye binasına gittiğinizde yönlendirme için Danışmaya başvurursunuz ya, belediyelerde kendi kafalarına göre hareket etmemeli ve sorunu çözmek için yönlendirmeyi biz engellilerden almalı.

Aldığım bilgilendirme telefonların birinde; Fatih camisinde ve Yeni caminin arka tarafında engellilerin kullanabileceği lavabo ve tuvaletler bulunduğu bilgilendirilmesi yapıldı. Her iki yerinde benim isteğimle yakından uzaktan alakası ilgisi yok, kilometrelerce uzaklıktalar.


Gerektiğinde portatif Ramazan çadırları kuruyorlar, gerektiğinde portatif gazete dergi kaset cd dvd kitap stantları kuruyorlar, gerektiğinde yardım stantları kuruyorlar, ama her ne hikmetse o bölgeye portatif lavabo tuvalet koyamıyorlar. 

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Taksim Starbucks coffee


Marmaray gibi bir toplu ulaşım aracı beş on dakika mesafemdeyken onu kullanmamak olmaz…

Marmaray ile Yenikapı istasyonuna, oradan da araç değiştirip Hacıosman metrosuyla Taksim’e gidiyorum. Ben bunu neredeyse haftada bir defa veya on günde bir defa yapar oldum. Tekerlekli sandalyemle Taksim’de veya İstiklal caddesinde gezinmek hoşuma gidiyor.

Buralar artık eski buralar değil, sokaklarımız Suriyelilere teslim edildi. Trafiği bir dert oldu kalabalıklaştı, insanı bir dert oldu kalabalıklaştı. Kimin ne yaptığı belli değil, kişilikler basitleşti, vicdanlar sıfırlandı, sokakta sağlıkla ilgili problem yaşasanız kimse dönüp bakmaz.  Uyuşturucu uyarıcı madde kullananlar çoğaldı, köşe başları garip insanlar tarafından tutulur oldu.

Buralardan sıkıldım ve “artık tekerlekli sandalyemle yeni yerler keşfetmenin zamanı geldi geçiyor bile diye” düşünmeye başladım. Buralar bana dar geliyor, gittiğim mekanlar kaliteyi düşürdü artık ve tek düşünceleri birkaç Lira fazla kazanmak oldu.

Taksim veya İstiklal caddesi kalabalık olsa da, insanları bilgili ilgili bilinçli duyarlı anlayışlı ve güler yüzlü… Birçok mekan girişi tekerlekli sandalyeliye uygun olmasa da, sokakları caddeleri geniş insanları benim gibilere duyarlı. Sessizler sakinler, garipsemiyor hor görmüyorlar ve bakışları sevecen.

O bölge tarihi bir geçmişe sahip olduğundan dokuyu bozmak istemeyebilirler, ama portatif rampalarla mekanlara giriş çıkışımız sağlanabilir, içerlerde masalar bankolar bizlere göre dizayn edilebilir ve rahat etmemiz sağlanabilir.

Bende o bölgenin bozulmaması tarihi dokuya dokunulmaması taraftarıyım… Tekerlekli sandalyeliler düşünülerek rampalar bankolar yapılabilir veya bilgilendirilmiş bilinçlendirilmiş elemanların bizlere yardımcı olması sağlanabilir.

Taksim’de kendi işimi kendim görebileceğim bir mekan buldum, “bulmuşken de gitmemek olmaz” diye düşünmeye başladım. Bu mekanın ismi Starbucks coffee, bu kafe Taksim meydanının ortasında bulunan Taksim anıtının tam karşısında.

Taksim’de bulmuş olduğum bu mekanda kullanabileceğim bir lavabo yok, bunun nedeni de tarihi dokuyu bozmamak için içerisinde tadilat yapılmamış olması. Ben bunu duyarlılıkla karşılıyorum ve lavabo ihtiyacımı Demirören alışveriş merkezinde görüp tekrardan geliyorum. "Engelli için lavabonuz neden yok” demiyorum, çünkü bende onlar gibi dokunun bozulmaması tarafıyım.

Taksim meydanının beş on metre ötesinde Starbucks Coffee’nin kapı girişinde eğimi yüzeyi genişliği tekerlekli sandalyeme uygun bir rampası var, içerisi geniş ve ferah, sipariş verilen ücret ödenen bankosu da bana uygun.

Rampası da var Bankosu da... :)

Mekanın kapı girişinde konulan eğimi yüzeyi genişliği tekerlekli sandalyeme uygun rampasını kullanarak içeriye giriyorum. Kasa bölümüne yanaşıyorum, orada bulunan arkadaşa siparişimi söyleyip ücretini ödedikten sonra, salonda bir köşede birkaç dakika bekliyorum. Siparişim hazır olunca ismimi söylüyorlar, bende gidip masa üzerine konulan içeceğimi alıp boş bir masada yudumluyorum.

Bu, o kadar kolay oluyor ki çok mutlu oluyorum…

Bu mutluluğun nedeni; tekerlekli sandalyelilerin bir mekana rahatça girip çıkamazlar, illaki bir veya birkaç zorlukla sorunla karşılaşırlar. Girişler uygun olmadığından çoğu zaman mekana giremezler, mekan içleri dar ve ortalığa saçılmış olan eşyayla ürünle dolu olduklarından çoğu mekan içinde rahat hareket edemezler. Engelliler ürünü seçemez kasaya gidip hesabı ödeyemezler.

Mekanlara girişimiz engelleniyor, ürünü seçmemiz siparişimizi vermemiz engelleniyor, ücreti ödememiz engelleniyor, mekan içinde rahat etmemiz engelleniyor.

Biz sosyal yaşamda engellendiğimiz için Engelliyiz, sağlığımızı kaybettiğimiz için değil…

Eğer bizler duyarlılıkla bilinçli bir şekilde düzgünce düşünülürsek, kimseye ihtiyaç duymadan kimseyi rahatsız etmeden işimizi kendimiz halledebiliriz.