30 Mart 2016 Çarşamba

Gıda market kasa bölümü...

İnsanımızdan yardım destek almayı sevmem, “pardon” diyerek öncelik istemeyi de sevmem… Sonuçta konuşmasında zorlanma olan dengesi olmadığı için tekerlekli sandalyede yaşamını sürdüren bir engelliyim.

Akşam eve gelmeden önce Olivium alışveriş merkezinde Carrefoursa gıda markete girip bir şeyler aldım, bunu çok yaparım çünkü o market tekerlekli sandalyeme uygun. O gıda marketin girişi düzayak rahatça giriyorum çıkıyorum, içerisi geniş rahatça geziyorum rafları bana uygun ürünleri seçiyorum alıyorum, kasaya gidiyorum ücretini bile kendim ödüyorum.
Bir tekerlekli sandalyeli olarak çevremde kendi işimi göreceğim hiçbir yer yok…

Bu çok hoşuma gidiyor, yani hem işimi kendim görüyorum hem de insanlarla iç içeyim. O gıda marketten tek şikayetim var, o da kasa bölümlerinin çok dar olması. Kasa bölümleri tekerlekli sandalyemin genişliğinde.

Carrefoursa’da yaklaşık beş altı kasa var, tümünün genişliği aynı… Akıllarına gelmemiş bir tanesini daha geniş yapmak. Alışverişini yapanı damgalanacak hayvan gibi o daracık bölmeye sokuyorlar.

Ben sabırlı insanımdır, acelem yoktur… Çevremdekiler acele ettiğinde kızarım “sabredin” derim. Bir kuyrukta arkada olsam da sıranın bana gelmesini yeğlerim, öncelik tanınsa ret ederim, çok ısrar edilirse ortam sakinleşsin diye bazen öne geçerim bazen de “bir sorun yok beklerim” derim.

Engelli olsam bile başkasının hakkına saygı duymak felsefemdir.

Bu akşam Carrefoursa’ya girdim dört ya da beş parça ürün alıp kasaya yönlendim… Kasa bölümünde anne babamdan yaşça birkaç yaş büyük üç hanımefendi vardı, okumuş bilgili bilinçli hanımlar belli ama kasa bölümünü tamamen kapatmışlardı. O bölgeye kimse adım atacak durumda değildi, aldıkları ürünlerin yarısı alışveriş sepetinde diğer yarısı kasa masasında kasadan geçişi bekliyor olmasına rağmen hanımlar bana öncelik tanımaya çalıştılar.

Arkadaki yaşlı bayan beni gördüğünde “buyurun geçin bizim işimiz uzun sürer” dedi, bende “önemli değil sorun yok” dedim. Bu konuşmayı duyan öndeki hanımlarda “buyurun geçin” dedi, ben yine “hayır, önemli değil” dedim. Baktım yüzleri düştü, bende “ben o dar bölüme giremiyorum hesabı ödeyip geri çıkıyorum” dedim.

Hem kasa etrafını sarmışlar hem de bana “buyur” diyorlar, eğer ben o bölüme girersem kasada işimi halledersem geri çıkış yapamam, illaki o bayanların orada işini halledip çıkmaları gerek. Onlar oradayken tekerlekli sandalyemle manevra yapmam imkansız, illaki geri çıkmam gerek çünkü kasa bölümü dar, geçiş yapamıyorum defalarca takılıp sağı solu çizdim.

Israrları devam edince sonunda sıkıldım ve “bakın siz işinizi bitirin oradan ayrılın ben o zaman kasaya yaklaşıp ürünü masaya koyup ödememi yapayım ve geri geri çıkayım” dedim.
Kadınlardan önde olanı bana dönüp “insanlık yapmaya gelmiyorsun” dedi…

O laftan sonra benim yapmam gereken “o zaman burayı açın sağa sola çekilin” diyerek tekerlekli sandalyemle sepetlerini itmek, kasa bölümüne girmek onların ürünlerini masadan sepetlerine atmak, kendi aldığım ürünleri masaya koyup parasını kasaya ödemek ve geri gidip manevra yapmak olmalıydı.

İnsanların durumu anlamaları için canlarının yanması veyahut vaziyeti gözleriyle görmeleri gerek.

16 Mart 2016 Çarşamba

İki Suriyeli çocuk Türkçe öğreniyor...

16.03.2016
Dün evden çıkınca her zamanki gibi sokağımızın köşesinde okulların bulunduğu bölgede eczane önünde kaldırımda yerimi aldım. Hava tekrardan soğumuş olsa da o kaldırımda on dakika geçirmeden edemiyorum, çünkü öğrencilerin beni tekerlekli sandalye üzerinde oturur halde görerek farkındalıklarının artacağını, bilinçleneceklerini ve engellilere karşı daha duyarlı olacaklarını düşünüyorum.

Dünkü o on dakikam içinde canımı sıkan üzüldüğüm bir olayla karşılaştım. Tekerlekli sandalyemle kaldırımın bir köşesinde durmuş etrafa bakınırken hemen yarım metre bir metre yakınımda olan biri 16- 17 diğeri 12- 13 yaşlarında iki Suriyeli çocuk konuşuyordu. Çocuklardan küçük olanı hemen yakında bulunan okulda öğrenci, büyük olan diğeriyse buralarda dolaşan ufak tefek işler yapıp para kazanan sessiz sakin ürkek bir çocuk.

Okulda okuyan çocuk, bizimkine Türkçe kelimeler öğretiyor “nerelisin?” derlerse “Aslen Hataylıyım” dersin “nerede yaşıyorsun?” derlerse “İstanbulluyum burada yaşıyorum” gibi.

Bir yandan çevreye bakıyorum diğer taraftan kulağım bu ikisinde.

Bu ikisi ayaküstü dilimizi öğrenmek için pratik yaparken dikkatimi çeken ve garipsediğim bir şey oldu, ama o iki Suriyeli çocuk yaşananlara sessiz kalmayı ve boyun eğmeyi uygun gördü.

Sanırım kanıksamışlar, “Alın yazımız, Kaderimiz” demişler.

Vicdanı baskın insanlar için “Suriyelileri ülkeye alalım” veya “o çocuklara çok acıyorum” demek çok kolay… Onları ülkeye almak sorun değil, asıl sorun onların barınma ihtiyaçlarını çözmek, doğru dürüst eğitimlerini vermek,  sağlık hizmetlerini düzgünce vererek hastalıkları kontrol altında tutmak veya onlara iş istihdamı yaratmak.

Neyse… Bizimkilere geleyim.

Suriyeli çocuklar pratiğe devam ederken yanlarından okuldan çıkıp evine giden bizim çocuklarımız var; bu iki çocuğa el hareketi yapıyorlar, ayak hareketi yapıyorlar, vuruyor veya vuracak gibi yapıyorlar, tekmeliyor veya tekme atacak gibi yapıyorlar. Suriyeli çocuklara edilen küfrün haddi hesabı belli değil, aşağılayan sözlerin biri bitiyor biri başlıyor.

Duyduklarımsa; şişko, sivilceli, pis köpekler, para verin piçler, hastalıklı köpekler, ağzınıza sıçayım, şerefsizler, orospu çocukları, ananızı avradınızı bacınızı s... gibi ortalık küfür kıyamet aşağılayıcı söz.

O Suriyeli iki çocuğa bunları yapanlarsa daha dokuz on yaşında olan bizim çocuklarımız; örf adetlerimizle büyüttüğümüz çocuklarımız, öpüp kokladığımız “akıllı”, “gıkı çıkmaz”, “vicdanlı”, “duyarlı”, “hoşgörülü” dediğimiz çocuklarımız, üzerine toz kondurmadığımız yaramazlık yapmayan küfretmeyen çocuklarımız. Fenerbahçeli Galatasaraylı Beşiktaşlı Trabzonsporlu, İstiklal marşında saygı duruşu yapan bağırarak marş söyleyen çocuklarımız, kışın okula yazın kuran kursuna gönderdiğimiz çocuklarımız.

Hayır, hiç de öyle değil…

Kin nefret öfke aşıladığımız çocuklarımız, saçma sapan şiddet içerikli çizgi filmler veya diziler seyrettirdiğimiz çocuklarımız, “amcana pipini göster” “dayına küfret” dediğimiz çocuklarımız,  yanına oturup iki dakika bile ilgilenmediğimiz çocuklarımız, televizyon seyrederken veyahut misafir geldiğinde rahatsız olmamak için sokağa çıkarttığımız diğer odaya gönderdiğimiz çocuklarımız.

Akşam eve geldiğimde bu kötü durumu annemle paylaştığımda, annem bana “anne babaları da o Suriyeli çocuklardan memnun değil, sevilmiyorlar, onları isteyen yok” dedi. 

Ta baştan beri düşüncemdir, birçok defa çeşitli mecralarda yazdım da; bu Suriyeli sığınmacıları ülkeye alıp “geç istediğin yerde yaşa” demek ve onlara “misafirimizsiniz” demek hata. Madem misafirler, onları ülkeye almadan önce devasa bir kamp yapıp ve onları o bölgede tutarsın.

Şu an ülkede kaç Suriyeli göçmen var, neredeler, nasıllar, ne iş yapıyorlar bilen yok ve kimsenin de umurunda değil.

Evinize aldığınız misafirinize bu şekilde davranır mısınız “geç istediğin yerde otur” der misiniz, yoksa evi derler toparlar “buyur geç oturalım” mı? Dersiniz.

Kimse caka satmasın, insanımızın büyüğünde de küçüğünde de vicdan da yok, hoşgörü de yok duyarlılık da yok… Eğer varsa; haberiniz olsun üç beş kişisiniz. 

14 Mart 2016 Pazartesi

Başkentte altı ayda üçüncü terör saldırısı...

Ankara’da dün akşam 18:40 civarı bir patlama daha oldu ve 37 can daha gitti ve yine yüzlerce engellimiz oldu.  

Son altı ay içinde Ankara’da bu üçüncü terör eylemi oldu, Hükümet “engellediğimiz onlarca eylem var” dese de, artık iş çığrından çıktı. Bu terör eylemlerini ön göremiyorlar, ama doğru bilginin alınacağı tek mecra olan basına anında yayın yasağı getirerek engelliyorlar. Belki de; yanlış bilgiyi engelliyorlar. 

İnsanımız; internete yönlenip sosyal ağlardaki kirli bilgileri okuyor seyrediyor ve paylaşıyor.

Ülkenin başkenti düşürülmeye çalışılıyor, bu o kadar basit değil ama yitip giden yaşamlar ve oluşan korku ortamı hak edilen bir ortam değil. Artık insanlar yaşamını sürdürürken endişeli, artık insanlar korkuyor, artık insanlar “bu ortamı hak etmediğini” düşünüyor. 

Birde yeni bir moda başlattılar, sanırım sosyal medyanın baskın olmasıyla ortaya çıkan bir durum bu; bir terör saldırısı olduğunda, yaralılar için internette sosyal ağlarda “kan ihtiyacı var lütfen bağış yapalım” anonsları yapılıyor ve paylaşım isteniyor. Facebook ve Twitter bu haberlerle dolup taşıyor, hastanelerde sağlıkçılar birde kan vermek isteyenlerle tartışıyor, kalabalığı dağıtmaya uğraşıyor.

Geniş bir açıdan bakılacak olursa insanımızda bu türden yardımlaşma, destek olma veya gönüllü olarak başkalarının yaşadığı probleme anında çare bulma isteği güzel bir duygu. Ama bu olaya şu yönüyle de bakılmalı bence; insanımız kan vermek için hastanelere akın ettiğinde sağlık personeli kan vermek isteyenle uğraşamaz.

Kan istenildiği an verilebilir, illaki bir terör olayının olması beklenmesine gerek yok… Kan vermek için böyle infiallerin beklenmesi de gereksiz. 

Bir terör örgütü yanlısını düşünün; hastanede terör mağdurunu tedavi etmekte olan sağlık görevlisinin işini doğru dürüst yapamaması için uydurma bir kan ihtiyacı anonsu yapıp tedavi almak isteyen kişiye zorluk çıkartmak istiyor, bunu da sağlıkçıların başını meşgul ederek yapar.

Yaşanan terör sonrası gidin kan verip stokları  yükseltin... Acil durumda kan vermeye gittiğinizde anca yaralılara yapılacak müdahaleyi engellersiniz. 

10 Mart 2016 Perşembe

Üsküdar Marmaray engelli tuvaletinin hali...




Engelli tuvaletine girdim ama keşke girmez olsaydım, çünkü engellilere ayrılan bu tuvaletler zaten küçük oluyor birde içerileri ıvır zıvır ile dolduruluyor. Eğer klozeti kullanmam gerekse bunu yapamazdım, çünkü tekerlekli sandalyem içeriye zor girdi manevra yapacak bir santim bile yer kalmadı. Çok sıkışık olduğumdan hiç ses çıkarmadan Ördek denen işeme bidonu ile tuvalet ihtiyacımı gördüm ve geri geri çıktım.