26 Ekim 2015 Pazartesi

Bu Yol



Leyleklerin her yıl üzerinde uçarak Ilgaz’a geldikleri bu yol; ilk çağlardan beri Ankara’dan Karadeniz’e giden bu yol. Kimse zannetmesin ki bu yol, öyle sıradan bir yol; İstiklal savaşının bir cephe gerisindeki savaşı gördü bu yol. İsyancı Ermeni Rum Pontus çetesi tarafından beş jandarmanın şehit edilişine tanık oldu bu yol. Olaya yakın yerde Derbent şehitler anıtının yanından Ilgaz dağının tepesine saygıyla eğilerek tırmanır bu yol. Ormanlarda saklanarak Samsun’dan gelen Pontus çetesinin kanlı ayakları eğer üzerine bassaydı, sonra utanacaktı bu yol. Düşman ordusuna katılmadan Bolu’da yakalanan bu çetenin sağ kalanları, Kastamonu’ya getirilirken buruk sevindi bu yol. İsyancı, katil; Rum ve Ermeni bile olsa hemen öldürmeden savaşta bile yargılayan Türk adaletine tanık oldu bu yol. Kastamonu halkını Kurtuluş savaşına çağırmak için giden İstiklal marşının şairi Mehmet Akif Ersoy’u gördü bu yol. İsti7klal savaşının cephelerinde Mehmetçik savaşırken, geride onlara cephane yetiştiren halkın savaşını gördü bu yol. Bağımsızlığın ilacı, canlarından kıymetli cephaneyi kötülüklerden silahla değil, yürekleriyle koruyan dedeleri, gazileri gördü bu yol. İnebolu limanından alınan cephaneleri 350 km Ankara’ya dağ dere tepe aşarak götürürken asfalt değildi bu yol. İnebolu’dan Ankara’ya kamyonla değil, kağnı arabalarıyla Küre Ilgaz ve Köroğlu dağlarının nasıl aşıldığını gördü bu yol. İnebolulu Seydilerli ve bütün Kastamonuluların nöbetleşerek Ilgaz’a cephane taşıdığını gördü bu yol. Ilgaz daha yolun yarısı, cephaneyi devralan Ilgaz’lının Çankırı’lı Kalecikliyle Ankara’ya yürüdüğünü gördü bu yol. Düşman gemiler Karadeniz’den limanı bombalarken İneboluların kahramanca savunmasını gördü bu yol. Cephane yüklü kağnısıyla Kastamonu’ya yaklaşırken Şerife bacının donarak şehit oluşunu unutmadı bu yol. Kağnısın tekeri kırılınca Ilgaz Kıyısin köylü Ümmühan nine arkadaşlarıyla mermileri omuzlayınca şaşırdı bu yol. Cephedeki oğluna, babasına, kocasına ve kardeşine cephane taşıyanların ailece savaştığını gördü bu yol. Ilgaz’lı hamile Yanığın Emine ablanın cephane taşırken doğurduğu bebeği, silah çuvalında uyuttuğunu gördü bu yol. Çankırı’lı Ayşe ana, Fatma teyzenin kağnıları çekip, iterken sırtındaki bebeklerin açlıktan ağladıklarını duydu bu yol. Karda, kışta; yağmurda çamurda ve bunaltan sıcaklarda aylarca cephane taşıyan çok isimsiz kahraman gördü bu yol. Top namlularına mermi olunca, Ankara’daki fabrikalarda içindeki barutla patlamadan turnaladığını duydu bu yol. Sadece yolun geçtiği yerlerdeki köylerden ve kentlerden değil, çevreden de gelen halkın vatan aşkını gördü bu yol. Leylekler bilmiyor ki kaderiyle düz gidemediğinden, düşe kalka, eğile büküle uzayıp gider bu yol. Çok acılar gördü ama, düşman ayaklarıyla çiğnenmeden Cumhuriyet’in ilanını duydu ve mutlu sonu gördü bu yol. Kıyafet ve Şapka devrimi için Kastamonu’ya giden Gazi Mustafa Kemal’i nihayet gördü de şereflendi bu yol. Yolun ucu Ankara’ya kahraman yolcularının hepsi adına bir heykelin, Atatürk heykelinin yanına dikildiğini gördü bu yol. “Ne mutlu Türküm Diyene!...” vatandaş, bu heykele süs diye bakma! Omzunda mermi taşıyan bu kadının yürüdüğü o yol, işte bu yol. 

16 Ekim 2015 Cuma

Artık güvenilmiyor...


15.10.2015
Bugünkü hava öyle bir havaydı ki, çılgın biri olsanız havlunuzu ve güneş yağınızı alır güneşlenmeye plaja giderdiniz. Bende evden 11:30 gibi çıkıp tekerlekli sandalyemle Erey çay bahçesine gidip sıcaktan bunalana sıkılana kadar güneşlendim.


Sanırım bugün güneşin iyi tarafıydı, çünkü ışıl ışıldı ve yakıcıydı…

Yarım saat geçtikten sonra baktım ki olmayacak bu sıcaklık beni çarpacak hemen Olivium alışveriş merkezine kaçtım, ilk önce engelli tuvaletine gittikten sonra alışveriş merkezi içinde gezinmeye başladım. 

Engelli tuvaleti işgalleri başlamış veya işgal ediliyorlardı da yaz aylarında alışveriş merkezini kullanmadığımdan ben bunun farkına varamadım. 

Bugün bir sağlıklı tarafından işgal edildiğinden engelli tuvaletinin kapı önünde birkaç dakika beklemek zorunda kaldım, içeri girdiğimdeyse sigara kokusundan neredeyse boğulacaktım.

Kış aylarının gelmesiyle AVM'de vakit geçirmelerim çoğaldı, bugün ikinci tuvalete gidişimde de bir sağlıklının içeriden çıkışını beklemek zorunda kaldım. Gelecek günler ne gösterir bilmem, ama bu işgaller devam ederse bende şeytanca düşünmeye başlayacağım. Ya kadınlar tuvaletine dalacağım ya da ortalık yerde işimi göreceğim.

Engelli tuvaleti girişini güvenlik kamerası görüyor, güvenlikçi arkadaşlar işgalin farkında, tuvaletin kapısında bir karış engelli amblemi de var… İnsanlar bizden daha ne istiyor, bilmiyorum.

Bu tuvaletleri bulaşık yıkamak için kullanıyorlar, sigara içmek için kullanıyorlar, abdest almak için kullanıyorlar, telefonla konuşmak için kullanıyorlar, elbise değiştirmek için kullanıyorlar, sevgilileriyle sohbet muhabbet için bile kullanıyorlar.

Bugün alışveriş merkezinde o kadar aşırı bir kalabalık var ki, klimalar yetişemiyor ortam ter kokuyordu. Bende yarım saat durabildim ve hemen nefes almak için tekrardan çay bahçesine geri döndüm.

Sıcak ışıl ışıl güzel bir günün ardından saat 19:30 civarı sokağın köşede eczanenin önünde kaldırımda oturmuş etrafı seyrediyordum.

Bir anda yanımda 17- 18 yaşlarında genç bir çocuk belirdi ve yarım yamalak Türkçesiyle “ağabey bir arkadaşımı arayıp yerimi bildirmem gerek” gibi bir şeyler dedi. Karanlık çöktüğü için ve üzerinde kazakla olduğu için üşümüştü. Çantamdan telefonumu çıkartıp söylediği numarayı çevirip arama yaptım ve telefonumu ona teslim ettim.

Tedirgin olmuştum, çünkü tekerlekli sandalyede olduğum için telefonumu alıp kaçarsa diye ne yaparım diye düşünüyordum. Her zaman ki gibi durumu akışına bıraktım ve sakince durumu gözlemledim.

Belli telefona ihtiyacı var ve işini görememesi halinde zora düşecek, bende tüm önyargımı bir kenara bırakıp telefonu ona teslim ettim. O da ona güvenimi boşa çıkarmadı ve kendi telefonunu bana verdi, “eğer şüphe ediyorsan” demek istedi.

O an kendimden utandım, çünkü ne kadar kötü hale gelmişiz ki kimseye güvenimiz kalmamış.

İnsanımız artık kimseye güvenmiyor; eşler eşine, kardeşler kardeşine, akrabalar akrabalarına, 
arkadaşlar arkadaşlarına, komşular komşularına, askere polise bile güvenilmiyor, adalete yargıya güvenilmiyor. 

Artık ağızdan çıkan söze, yemine güvenilmiyor.