31 Aralık 2013 Salı

Kıyamet alameti

Bulunduğum ilçeye yaklaşık bir yıl önce üç adet gökdelen yapılmaya başlandı. Hemen üç yüz dört yüz metre yakınımıza. Dün gördüğüm kadarıyla şu anda otuzuncu katta filanlar ve kaba inşaatı bitmiş haldeler.

O kadar büyükler ki, ilçemizin her yerinden gözüküyorlar. Geçtiğimiz günlerde bir gazetede bir resim vardı, sanırım Karaköy Beşiktaş civarlarından çekilmiş, Sultanahmet camisinin bir resmi, resimde bulunan Sultanahmet camisi minarelerinin görüntüsü var ve o resimde bizim buradaki üç gökdelenin görüntüsü de var. Minareler arasında bu üç gökdelende var.  Sultanahmet cami bizim bulunduğumuz bölgeye 9-10 kilometre uzaklıkta bulunuyor. O caminin o güzel görünümü bu üç gökdelenle bozulmuş durumda. 

O gökdelenler ilçemizin görüntüsünü bozmuş durumda, İstanbul’unda görüntüsünü bozmuş durumda. Bir caminin görüntüne önem vermek veya vermemek siyasi gücün elinde, işlerine geldin mi Müslüman olurlar, işlerine gelmezse olmazlar. Görüntü güzel olsun veya olmasın, önemli olan Kazlıçeşme’yi betonlaştırmış olmaları. Eğer bu betonlaşmaya “dur” denmezse, sonumuz çok daha kötü olacak ve yeşile hasret kalacağız, yağmura, kara hasret kalacağız.

Eğer yağmur yağıyorsa, eğer nefes alıyorsak bunun tek sebebi vardır o da yeşildir... 
Ormanlardaki, park ve bahçelerdeki ağaçlar, yol kenarlarındaki çiçekler, bitkiler, çimenlerdir ve ağaçlardır, bizleri canlı tutan nefes almamızı sağlayan onlardır. Bizler yeşili korumayıp yok ettiğimiz sürece yağmura ve kara hasret kalacağız, ciğerlerimize çektiğimiz oksijenimizin kalitesi düşecek ve yavaş yavaş can çekişerek öleceğiz.

Karadeniz bölgemiz neden çok yağmurlu neden yoğun kar yağışlı, çünkü orada doğaya ellenmemiş durumda. Orada çevreye beton değil yeşil hakim. Bu yüzdendir o bölgeye yağmur ve karın çok yağması. Zaten bu doğanın bir kanunudur, yeşil olan yer yağmurla karla temiz oksijenle ödüllendirilir.

Ben “binalar olmasın gökdelenler olmasın” demiyorum ben “her şey yerinde güzel,  bulunduğum ilçede her yer beton zaten, kalan o üç yüz beş yüz metreye de kocaman beton yerler yapıp insanları o binalara sıkıştırmanın ne gereği var.

Hiç kimse doğaya önem vermiyor, yeşili vahşi yaşamı önemsemiyor… Kıyamet denen sonu aslında biz getireceğiz doğayı katlederek…

Kıyameti getiren insanoğlunun kendisi olacak, Yaradan tarafından bir gün geleceği söylenen ve tüm yaşamın yok olacağı söylenen Kıyamet eğer olacaksa bunun insanoğlunun kendisi tarafından getirtilecek. Kıyamet denen alamet veya kehanet, doğa mahvedilerek getirtilecek, hormonlu yiyecekler yenilerek Kıyamet getirtilecek, yeşil yok edilerek Kıyamet getirtilecek, aşırı sanayileşme aşırı betonlaşma ile Kıyamet getirtilecek, doğal enerji kaynaklarını değil doğayı katledip üretilen enerji ile Kıyamet getirtilecek, geri dönüştürüle bilecek çöpleri çöpe attığımız için Kıyamet getirtilecek.

Üstelik o gökdelenlerde yaşayacak insanlar başka yerlerden gelip yerleşecekler. O gökdelenlerde tek bir dairenin fiyatı birkaç milyon lira değerlerle anılıyor. Yani bölgemiz çok değerlenecek ve o gökdelenlere de parası olanlar yerleşecek parası olanlar paralarını kat be kat artıracak. Biliyorum, çünkü bu hep böyle olmuştur. Ülkemizin neresinde güzel bir yer varsa ve maddi olarak çok değerli olacaksa, orası o dönem devlette hükümet olan kişiler tarafından el konulup değerinden düşük fiyata yandaşlara verilmiştir.

Ben “bu hükümet bunu yapıyor…” demiyorum, ben bunu önceki yönetimlerden yaşadığım tecrübeye dayanarak “böyle olmuştur böyle olacaktır…” diyorum. Biliyorum çünkü İstanbul’un en güzel yerleri bu hükümetin yandaşları ile dolmuş doldurulmuş durumda.

Beykoz sırtları ve orada imara açılan bölgedeki villalar çiftlikler, Boğaz çevresindeki bölgeler imara açılmış olması ve oraların dolmuş doldurulmuş olması ve iş merkezi olan bölgeler civarındaki otobüs durakları gibi okullar gibi kamu binaları gibi yerlerin yıkılıp arazilerinin özelleştirilip satılması veya arazilerine ev işyeri yapılıp satılması.

İnsanoğlu bir Kene gibi, girdiği yeri kemirip yok ediyor.

Sado Kezo

Bir buçuk yıl önce tanıştığım Sado Kezo takma adlı arkadaşlar ortadan kayboldu… Tanıştıktan altı ay sonra Sado ortadan kaybolmuştu, ondan birkaç ay sonrada Kezo ortadan kayboldu.

Ben alıştım artık insanımızın işi olduğu sürece beni kullanmasına ve işi bitince tanımazlıktan gelip bir çırpıda silip yaşamına devam etmesine.

Sado Kezo takma adlı arkadaşların kaybolma nedenleri çok basit, isteklerinin aşırı olması ve benimde bunu karşılayamamam. İnsanoğlu egosunun hep okşanmasını ister, özellikle karşınızda iki kadın varsa onlara karşı işiniz daha da zordur.

Sado ve Kezo iki üç yıldır arkadaş can ciğer arkadaş dost, bu ikisi birbirine çok düşkünler.

 
Karşılarına çıkan insanlarla bir süre sohbet muhabbet arkadaşlık dostluk yapıyorlar, canları sıkılınca da aralarındaki dostluğa arkadaşlığı devam ettiriyorlar sonradan tanıştıkları kişiyi bir çırpıda silip geçiyorlar.

Ben bunu onlarla sohbetlerimde suratlarına karşı söylemiş bir kişiyim, “bakın sadece bizim dediğimiz doğru bakışı yanlış, birinizin doğrusu diğerinizin de doğrusu oluyor” dedim. Bende onlarla dört beş ay arkadaş dost can ciğer olduktan sonra, sohbetlere muhabbetlere konu konuk olduktan sonra basit bahanelerle beni de sildiler.

İlk önce Sado yok oldu, iki üç ay sonra Kezo yok oldu. Zaten önce Sado ile tanışmıştım sonra Kezo ile tanışmıştım. Bu arkadaşların bunu bana bunu yapacağını en başta sezmiştim, çünkü takma isimleriyle internettelerdi.

Sado ile çok sıkı arkadaş değildim, ama Kezo ile aramız iyiydi… Kezo’nun beni bir çırpıda silip gitmesi kötü oldu. Sado biraz uçarı başına buyruk özgür bir kızdı, ama Kezo sessiz sakindi, durgundu, dış dünyaya kendini kapatmış bir muhafazakardı. Aslında Kezo ile aram sıkı fıkı olduktan sonra, onunda içinde tutamadığı hırçın bir dişi olduğunu fark ettim, dizginlerini zor zapt ediyordu. Yaşama karşı kesin tabularıyla bakıyordu, onun için varsa yoksa Sado’ydu, her dediği doğru her yaptığı doğruydu.

Kezo’nunda beni kullanabileceği hiç aklıma gelmezdi…

Bazen kızıyorum, onlara değil kendime, çünkü hatalıydım. Hala neden böyle kişilere bağlanıp neden beni kullanmalarına izin veriyordum, bilmiyorum.

Öyle böyle değil, aylarca gece gündüz sohbet muhabbet et, birçok konuda paylaşımcılık yap, sırrını paylaş o sana sırlarını anlatsın ve sonra çekip gitsin. Bu işin kötü yanı, o gideceğini biliyor, seninse hiçbir şeyden haberim yok. Bir gün geliyor ve “Apo ben yokum” diyorlar veya “ben yokum” demeyi bile sana çok görüyorlar. 

Üç ay önce bilgisayarda internette geziniyorum… Cep telefonum çaldı, baktım Kezo, biraz düşündükten sonra telefonu açtım. Baktım hiç ses yok, yani telefon yanlışlıkla açık olsa çevrenin sesi gelirdi, ama ahize elle kapatılmış. Benim vereceğim cevaba göre ses verilecek veya susulacak.

Eğer cevap verse bende “Kezo ne yapıyorsun” dersem, aylardır arayıp sormayan o, ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranıp sohbete muhabbete devam edecekti. Ama ben telefon numarasını silmiş gibi yapıp üç beş defa “alo alo” deyip sonra telefonu kapattım. O da telefon numarasını sildiğimi düşündü sesini çıkaramadı.

Bu kadınlar neden kendilerini çok akıllı sanıyor... Benim gibi bir düşkünle neden hala dalga geçme düşünürler, bilmiyorum.

Birkaç gün önce Facebook’ta gezerken Sado Kezo ile yazışmalarımı gördüm, mesaj başlığına tıklayınca profilleri açıldı ve bende internette Facebook profillerine baktım. Kezo’da değişiklik yok, ama Sado sözlenmiş ve bu söz sırasında Kezo ortalarda yok ve Facebook’taki resimlerde yok.

Buradan çıkardığım sonuçsa; birbirlerini yere göğe sığdıramayan ikilinin arası limoni, çünkü Sado evlilik yolunda ve Kezo orada bulunan söz resimlerini beğenmiş ama yorum yapmamış.

“Sado’nun erkek arkadaş bulup evlilik yolunda ilerlemesi” demek, “Kezo’nun yalnız kalması” demek ve bu olayın kötü yanıysa yalnız kalan Kezo’nun üç ay önce beni aramış olması. Derler ya “Allah’ın sopası yok”, hanımefendi yalnız kalınca beni aramış, iyi ki telefon numarasını silmiş gibi davranmışım.

Bense üç ay önce Kezo’nun beni iyi niyetinden arayıp aramadığını düşünüp durdum, meğer Kezo beni konuşacak kimse bulamadığı için aramış.

Arkadaşın Sado’su ortadan yok olunca, yanaşacak liman aramaya başlamış, ama bana zamanında adam gibi davranmadığı kalbimi kırdığı için beni kaybettiğinin farkında oldu.

Ben Kezo’ya bunu da söylemiştim; insanlara görmemezlikten gelme kalplerini kırma, ileride yalnız kalabilirsin ve yalnız kaldığında onlara ihtiyacın olabilir, demiştim.

Şimdi, Sado saatlerce telefonda konuşabiliyor mu acaba, ona bilgisayarda saatlerce vakit ayırıyor mu acaba, uçağa atlayıp İzmir’den Ankara’ya geliyor mu acaba? Eğer Sado onun yanında olsaydı beni aramazdı, bana işi düşmezdi.

Bir insanda nasıl bir kişilik nasıl bir vicdan nasıl bir bakış açısı olur ki, bir canlıya bir insana bir engelliye çıkarcılıkla bakar, işi olunca işi düşünce köşeye sıkışınca yaklaşır sırnaşır.

Ben uzun yıllar önce tekerlekli sandalyeli engelli hale geldikten sonra, akrabaları ile arkadaşları ile dostları ile tanıdıkları ile ve çevreyle ilişkisi bitmiş, tüm sosyalliği sıfırlanmış “denize düşse yılana sarılacak” bir kişiyim.

Her ne kadar sağlam bir yapıya sahip olsam da, ben gururuyla oynanmaması gereken bir kişiyim. Çünkü benimde canım yanıyor, bende üzülüyorum, bende saygıyı sevgiyi hoşgörüyü hak eden bir kişiyim.

İyiyim saygılıyım hoşgörülüyüm diye acımasızca yapılan her şeyi hak eden biri değilim.

İnsanlar sadece namaz kılarak hacca giderek zekat vererek dinin gereğini yerine getirdiğini sanıyor veya cennete gideceğini sanıyor. Asıl olması gereken, vicdanlı olmak, sevgiyle saygıyla şefkatle yanaşmak insanlara.

Köşeye sıkışmışa yardım etmek destek olmak gerekli, darbe vurmak değil. Yaratılmışı sevmek gerekli, yaratılmış her canlıya sevgiyle şefkatle bakmak gerekli. Karşındakini incitme korkusu her zaman seni korkutmalı, her ne olursa olsun eğer karşındaki bir canlıysa onun yüreği vardır onun beyni vardır, onun incitilmemesi gerekli.

Bana kimsem acımadı bir başkası neden acısın, asıl hata benim onlardan beklenti içinde olmam. Neden böyle bir beklenti içindeyim, sanırım yaşamdan kopmamama içgüdüm baskın, psikolojimi koruma içgüdüm baskın.


...Hani Feministlik diye bir düşünce tarzı var ya, işte o kendi hemcinslerini koruma kollama haklı çıkarmadır, erkek egemen şu topluma başkaldırıyoruz görüntüsü vermektir. Tek düşünceleri tek niyetleri vardır, o da hep hemcinsleri haklı çıkarmak.

Kendi cinslerini koruyup kollayan ayrımcılığı yapan bu Feministler, acaba bana yapılan bu olaya nasıl bakarlar, sormak gerek. Yani hemcinslerinin başkalarını hor basit gördükleri durumlarda düşünceleri ne olur acaba? Hemcinslerinin köşeye sıkışmış bir engelliyle dalga geçmesine ne der?

“Hep ben haklıyım”, “hep benim cinsim haklıdır”, “hep benim hemcinslerim dört dörtlüktür” diye bir şey yoktur. İnsanoğlu çeşit çeşittir, kimsenin dini dili ırkı rengi cinsi görünüşü önemli değildir, bu ayrımcılığı haksızlığı herkes yapar, bunu herkesin bilmesi gerek.

Kadına karşı ikinci sınıf muamelesi yapanlar var, ama kalkıp tüm erkekleri aynı sınıfa sokamazsın. Sen git ilk önce anneleri eğit, çünkü kadınları ikinci sınıf gören o erkekleri hemcinsiniz olan anneler büyütüyor. Eğer bir yerlerde sorun varsa, bu sorunun kaynağı annelerdedir. Anneler yüz yıllardır doğru dürüst çocuklar yetiştiremesin, sonra kalkıp “Türk erkeği neden böyle” de.

Hakka hukuka adalete eşitliğe inanan bir kişinin, Feministliğe suskun kalabilmesine anlam veremiyorum. Kocaların sevgililerin yazarların siyasetçilerin neden suskun kalıyorlar, anlamıyorum.

Birçok kişi evleninceye kadar susuyor, sevgili oluncaya kadar susuyor, ama emele ulaşınca baskı yer değiştiriyor ve konuşan taraf susar, susan taraf konuşur hale geliyor.

23 Aralık 2013 Pazartesi

Bankalar ve ATM cihazları

ATM sahipleri bankalar benim gibi engellilerden, vergi, faiz, aidat alıyorlarsa, ATM cihazlarını tekerlekli sandalyemden kullanabileceğim ATM cihazlarını çevreye koymak zorundalar.

Ben şu an emekli maaşını zorunlu olarak ATM cihazından alan bir kişiyim, bunun başlıca nedeni bankaların bulunduğu mekanlara tekerlekli sandalyemle giremiyor oluşum ve bankalar içinde bulunan işlem yapmak zorunda olduğum bankolarının benim gibi bir tekerlekli sandalyeli engelliye uygun olmaması. Ben tekerlekli sandalyeli hale geldiğimden bu yana onlarca yüzlerce belki de binlerce banka şubesi kapısı görmüşümdür ve birkaçı harici hiçbirinin girişi tekerlekli sandalyemin girişine uygun değildi. Şu ana kadar içerisine girebildiğim bankalarında işlem yapılan bölümlerindeki bankolar tekerlekli sandalyemin boyutunda değildi.

Ya ben işlemi yapabileceğim uygun bir yere gider maaşım ve kağıtlar önüme getirilir imzamı atar paramı alırdım, ya da bankanın memuru kağıtları eline alır yanıma gelir kağıtları kucağımda bana imzalatırdı. Banka içine giremediğim için defalarca maaşını banka dışında sokak ortasında sayılarak bana teslim aldığımı bilirim ve kağıtları da imzaladığımı bilirim.

Bunlar çok önemli bir ayrıntı olarak gözükmese de, ben kredi kartımla veya aldığım maaşla bankalara para kazandıran bir kişiyim, işlemlerimi rahatça bankada yapmakta en doğal hakkım. Gerekiyorsa bankalarını düzayak yere kuracaklar veya girişe rampa koyacaklar ki banka içine girip çıkacağım, gerekiyorsa da işlem yapılan bankoları tekerlekli sandalyeme uygun boyutta yapacaklar.

Banka girişini düzayak yapmak veya girişe rampa yapmak çok mu zor, banka içlerindeki bankolarının boyutunu düzenlemek çok mu zor veya sadece engelliler için banko bulundurulması çok mu zor…

Ben insanlarla iç içe yaşamımı sürdürmek isteyen bir engelliyim, yaşamın zorluğunu yaşamak isteyen bir engeliyim… Gerekiyorsa sıra numaramı alıp bir köşede sıranın bana gelmesini beklemeyi isterim, gerekiyorsa da veznedarla bizzat muhatap olup bankodan paramı kendim almayı isterim. Geleceğin ne getireceği belli olmaz, her zaman yanımda işlemleri halledecek birilerini bulamayabilirim.

Kısacası bankalarda işlem yapmak istesem, bankalar ve içleri benim gibi engelliler için zorlukla sorunla dolu, bunun bir an önce düzeltilmesi gerek. 

Gelelim ATM cihazlarına; görünüşte ATM cihazlarında bir zorluk ve sorun gözükmüyor, ama bu sağlıklı insanlar için böyle... Benim gibi bir tekerlekli sandalyeli bireyseniz ATM cihazları zorlu ve sorunlu, çünkü bu cihazlar ya kaldırım üzerine konuluyorlar ya da bir duvara monte ediliyorlar. Şu ana kadar yüzlerce binlerce ATM cihazı gördüysem hiçbiri bana uygun değildi, ya rampası olmayan kaldırım üzerine konuluyorlar ya bir duvara monte edip tekerlekli sandalyemin ATM’ye yaklaşmasını engelliyorlar ya da ATM cihazları önüne basamak koyuyorlar. Bazen aynı banka bir yere ATM cihazları yan yana koyuyor, iki cihazını da kaldırıma koyuyor iki cihazında önünde basamak oluyor ve her iki cihazında yerden yüksekliği sağlıklı bir insanın kullanımı için uygun yapılıyor.

Bu bankaların insan kaynaklarında sorumlu kişileri veya müşteri ilişkilerinde uzman kişileri bu kadar düşüncesiz, neden sadece sağlıklar düşünülüyor. Sadece devlete değil, özel sektörün birçok koluna da bilgili bilinçli eğitimli kişiler gerek. 

Kahvaltıda...

 
Bu sabah 08:30 civarı uyandım, kalkıp banyoya gittim el yüz yıkadım üzerimi bir güzel giyindim ve saat 09:30’da kardeşim ve babamın yardımıyla dış kapının merdivenlerinden aşağı inip akülü tekerlekli sandalyeme oturdum. Bu kadar özenin nedeniyse liseden arkadaşlarımla kahvaltı yapacak oluşum, onlar her zaman benim için değerli olmuşlardır ve bunu hak eden insanlardır.

Sabahın daha kirlenmemiş havasının kokusu, serinliği ve sessizliği çok güzeldi.

Kapının önünde hiç eğlenmeden akülü sandalyemle sokağımızdan çıktım, on beş dakikalık bir yolculukla Belgrat kapıda bulunan Sur restorana gittim, orada ayırttığım masa olan 3 numaralı çardağın yanına gittim. Saat 10:00’a gelirken de arkadaşlar gelmeye başladı, ilk önce Ersin sonra Rezzan geldi ve en sonunda da Aysun geldi… Aysun dostum arkadaşım gelince sohbet koyulaştı.

Zaman gelip geçti ve saat 11:00’de açık büfe olarak kahvaltılıklarımızı aldık ve yemeğe konulduk. Yaklaşık bir saat bir buçuk saat kahvaltımızı yapabildik, çünkü sohbet muhabbet hiç bitmedi, eski yeni ne varsa karıştırdık. Biz “eskiyi konuşmayalım” dedikçe, eskiler konuşulmadan durulmadı. Öyle böyle derken saat 13:00 yaptık ve Sur restoranda kalkıp evlere dağıldık, ben ve Ersin biraz gezindikten sonra Erey çay bahçesinde hem dinlendik hem çay içtik. Güzel bir gün oldu.

Daha kalabalık olmayı isterdik, ama dört kişi bile çok güzel oldu. Bu tür etkinliklere katılmak için evli olunmayacak ve birde işin gücün olmayacak. Pazar günü bile olsa işi olan vardı, “geleceğim” dedikleri halde gelmediler gelemediler.

Ersin’le beraber Olivium alışveriş merkezi önündeki yoldan karşıya geçmek için, yaya geçidinde bekliyoruz. Bir araç geçti ikinci araç geçti üçüncü dördüncü hala yol veren yok. Ben tekerlekli sandalyedeyim, Ersin bacağında kısalık olan aksayarak yürüyen bir ortopedik engelli ve güneş tepemizde hava çok sıcak. Yaya geçidinde öncelik hakkı bizde olduğu halde, ikimize de yol veren yok, sanırım bunun  nedeni kadın olmamamız, çünkü burası Türkiye dikkatimi çekti, erkeklere hiç yol veren yok.

Ersin’e “boşver yola gireyim onlar durur” dedim. Yirmi otuz metre ileriden bir taksi geliyordu, yaya geçidinden yola girdim, taksici beni gördüğü halde yavaşlama gereği duymadı ve yaya geçiti önüne üç beş metre kala ani frene bastı, sanki son anda görmüşte bize yol vermiş gibi yaptı.

Bir müşteri veya çok şık bir kadın olsa otuz kırk metreden görürler.

Bir kaç gün önce o yolda karşıya geçiyorum…
Yanımdaysa benimle karşıya geçmeyi bekleyen iki kız vardı, aniden bir araç durdu ve bize yol verdi. İlk önce kızlar atıldı yolu geçmeye başladılar ve iki üç saniyede de geçtiler. Bense tekerlekli sandalyemle yolu yarılamışken araç gaza basıp ses yapıp yavaşça hareket etmeye başladı. Bense tepki olsun diye yolun ortasında durdum, şoföre baktım ve o da bana bakıp otomobili durdurdu.

Biz garip milletiz, hem de türünün tek örneği…
Acaba Yaradan’ım biz Türkleri yaratırken, kafası başka yerde miydi? Sapık sapkın acayip insanlarız. Birilerine ilgi duyulur kur yapılır, ama insanca çevreyi rahatsız etmeden yapılır. Bana yol vermek istemeyen o insana “anan kardeşin akraban yok mu” diye lafa gireceğim, o bilinçte insan olsa, durur bana da yol verirdi. 

Sabahki kahvaltı sırasında Aysun bana dedi ki; “Apo senin şu yaşadıklarını ben yaşasam inan ki senin kadar dayanaklı olacağımı sanmazdım, hayata sarılmaz, yapamazdım yaptığını” dedi. Bende Aysun’a “ben hep yarın sabah olacak bir şeyler değişecek ve yaşamım normale dönecek umuduyla yaşadım” dedim.

Aysun olmak başka işte…
Bu kız değerli bir kız benim için, çünkü böyle bir ayrıntıyı anca o yakalardı. Ailemin, akrabalarımın, arkadaşlarımın, dostlarımın konuşmaya sormaya veya kendi içinde bile dillendirmeye korktuğu bir şey bu. Belki de şu ana kadar hiç kimse aklına bile getirmedi bu soruyu “Abdullah nasıl dayanıyor, nasıl yaşıyor, nasıl savaşıyor zorluklarla” diye.

Dediğim doğru; her zaman yarınlarda iyi şeyler olacak, sihirli bir değnek bana dokunacak ve tüm yaşamım değişecek, gözüyle bakacak ve o umutla yaşayacaksın. Doğa üstü bir olay gerçekleşsin demiyorum, sadece “yaşama umudunu kaybetmemek için umutla sarıl yaşama, çünkü yarınların ne getireceği bilinenemez, neler olacağı tahmin edilemez ve ne yaşanacağı kimse tarafından bilinemez” diyorum.

Belki karşıma biri çıkacak ve söylemleriyle seni başka diyarlara götürecek, belki yürüme umudum doğacak, belki bir ilaç çıkacak iyileşmeme yardımcı olacak, belki huzurum mutluluğum katbekat artacak, belki yeni insanlarla tanışacağım, belki de çevremdeki insanlar beni anlayacak ve tüm yaşamım değişecek.

Pes etmeyin ki, yaşamın ne getireceği belli olmaz, belki de yarın çok istediğim bir şey olacak ve yaşamın kökten değişecek.

“O kadar kolay değil” demesin kimse…
1998 yılında bilgisayarım oldu yazmaya başladım, internete bağlandım dünyanın diğer ucundan biriyle tanıştım ve 2003 yılında kitabım oldu, 27 yaşındayken bir kitabım oldu…
Sağlığımın daha iyiye gitmesi için çok uğraştım çabaladım ve ayağa kalkıp yürüdüm…
On dört yıl iki oda da yaşadıktan sonra, 2010 yılında biri bende bir ışık gördü babasına bana akülü tekerlekli sandalye aldı… Sokaklarda gezinmeye başladım ve şu anda ev dışında tüm işlerimi kendim görüyorum…

Son on yıldır yaşamımı yazıyorum niyetim; ikinci kitabımı çıkartıp herkese okutmak; yarın sabahın ne getireceği belli olmaz, umutla yaşamak en güzeli, bir hedef belirleyip o hedefe ulaşmaya çalışmak en güzeli, hedefe ulaşmak için sabrederek ter dökmek en güzeli.

Sizin ki de ki de dert mi?

                        

1996 yılında baş dönmesi ve sol tarafımda uyuşma başladıktan yarım saat sonra Surp Pırgiç Ermeni hastanesi acil servis doktoru karşısındaydım. Acil servis doktoru beyin kanaması geçirdiğimi anlayamadığı için koluma serum takarak beni beş altı saat bir sedye üzerinde bekletti ve yaşamımın geri kalanını tekerlekli sandalyede sürdürmeme neden oldu. Aynı doktor beni başından savmak için “başka hastaneye götürün” demiş ve başka hastaneye giderken de beni ambulansla değil de bir otomobilin arka koltuğunda oturur pozisyonda gitmeme göz yummuş. 

Başka hastaneye 'Cerrahpaşa Tıp Fakültesi' giderken istiğfar edip kendimden geçmişim, oturur pozisyonda olduğum için de kusmuğum Akciğerime gitmiş ve enfeksiyona neden olmuş. 

Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yoğun bakıma konulmuşum ve saatlerce yoğun bakımı olan bir hastane aranmış. Amerikan hastanesine yoğun bakım bulunduğu için oraya götürülmüşüm ama bu sefer Amerikan hastanesine sevkim ambulansla yapılmış. 

Amerikan hastanesinde ise kendimi kötü hissedip Surp Pırgiç Ermeni hastanesi acil servisine gittikten 26 saat sonra acil olarak beyin ameliyatına alınmışım ve dört saatlik operasyondan sonra hemen tekrardan yoğun bakıma alınmışım. 

Amerikan hastanesinde yaşamım beyin ameliyatı ile kurtarılmış ve kırk gün yoğun bakımda kalmışım. Oradaki talihsizliğimse '40 günlük yoğun bakımdaki tedavim sırasında bir hemşire sağ kol dirseğime bilinçsizce egzersiz uygulaması yaparak dirseğimde geri dönüşü olmayan bir hasara neden olmuş' olması. Bu nedenle şu an kullanabildiğim felç olmayan sağ kolumu yüzde altmış (60) verimle kullanabiliyorum. Sağ kolumdaki bu hasarın olumsuz sonuçlarını daha sonradan yaşamaya başladım. NOT: Şu an sağ koluma bir şey olsa ben tamamen başkasına bağımlı hale gelirim, çünkü ben her şeyiyle sağ kola bağlı bir kişiyim. 


Ameliyat, yoğun bakım ve koma sürecimden sonra muayene olduğum hastaneler ve doktorlar bana “sağlığıma kavuşabilmem için tedavi sürecimin egzersiz ve fizik tedavinin gerekli olduğunu” söylemediler. Sanırım bunun sebebi; çok ağır bir hasta olmam veya bu beyin kanamasının hayatımı kaybetmeme neden olacağını düşündüler. 


Beyin kanaması geçirip Amerikan hastanesinde ameliyat olduktan sonra yoğun bakım sürecim bittikten sonra evde koma sürecim başlamıştı. Bu süreç sırasında hislerim çalışmadığı için tam olarak kendinde olmayan beni defalarca Askerlik şubelerine çağırdılar, çünkü 20 yaşında olduğumdan askere alınmam gerekliydi. Hastalık durumumun vahimliğine inanmayan askeriye, Amerikan hastanesinden çıktıktan bir kaç hafta sonra hisleri çalışmayan beni üç dört defa askerlik şubelerine getirtip muayene edip filmler çekip teşhis koyup heyete sokup 'askerliğini yapamaz' belgesi verdiler. 


2004 yılında aynı beyin MR’ı filmime, İstanbul’un en büyük dört hastanesinin dört beyin cerrahı dört ayrı kanıda bulundu. Uzmanlardan biri “ameliyat ol orada olan kitleyi alalım” dedi, diğeri “olursan masada kalırsın” dedi, bir diğeri “olmana gerek yok, orada sadece zararsız bir kan yumağı var” sonuncusu da "yaşamının bundan sonrasını bu şekilde sürdüreceksin" dedi. Sanırım TIP her okulda başka eğitimi olan bir dal. 

NOT: 2004 yılı içinde İstanbul Bahçelievler'de fizik tedavi hastanesinde profesyonel kişiler tarafından doğru düzgün düzenli bir tedavi egzersiz gördüm ve tutunarak ayağa kalkıp, Paralel barda adımlamaya başladım. 


2008 yılında anneme, bana baktığı için devlet tarafından verilmesi gereken Bakım maaşı verilmedi... Buna neden olaraksa; 2008 yılında evimize gelen o zaman "Fethullah Gülen hoca", şimdilerde "FETÖ örgütü" elamanları evimizi baştan aşağı kontrol ettikten sonra "evin gelirinin 100- TL fazla çıkarması". 2016 yılında konuyla ilgili olarak Fethullah Gülen’in darbe girişiminden dört beş ay sonra ilçe sosyal hizmetler kurumu çalışanlarının incelenmesi için Zeytinburnu kaymakamlığında savcılığa bir dilekçe vermeye kalktım, ama bu girişimim bir görevli tarafından savcının kapısı önünde engellendi. Dilekçem, kapı önünde duran kişi tarafından okundu, sonrasında bir odaya gittik ve “dilekçeyi teslim aldık” denilerek savuşturuldum ve dilekçe savcıya vermem engellendi. Eğer dilekçe işleme girseydi bana bildirim gelirdi. 

O gün “Fethullah Gülen'in FETÖ örgütünün bu kurumlardan silinmesi on yıllar alacak gibi” dedim. 

Savcıya vermek istediğim dilekçenin içeriğinde; 2008 yılında yüzde seksen engelli olduğumdan dolayı annem bana baktığı için Bakım maaşı alma hakkı olduğunu ispatlamaya çalıştık, ama bu hakkımız o yıllardaki görevliler tarafından engellendi. NOT: Bizimle aynı tabloya sahip birçok kişi Bakım maaşını alabiliyor ve hatta lüks araçları, iş yerleri, evleri olanlar alıyor, ama biz alamıyoruz. 



2007 yılında üçüncü kez yatılı olarak tedavi gördüğüm eski adıyla 70. Yıl Fizik tedavi ve Rehabilitasyon hastanesi yeni adıyla İstanbul Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim Ve Araştırma Hastanesi'nde yirmi gün tedavi verilerek taburcu edildim. Doğru düzgün profesyonelce gerçekten tedaviye ihtiyacı olanlara aylarca tedavi verecekken beni yirmi gün sonra çıkartıp yerime omzunda hasar olan birini almışlardı. Benim gibi tedaviye ihtiyacı olan yüzlerce binlerce on binlerce kişi sırada beklerken, saçma sapan birilerine tedavi vererek hastane odalarını otel odası gibi kullandırtıp bizlerin hakkını gasp ettiriyorlar. 



2009 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesine (İBB) ait bizlerin rehabilitasyonu için kurulmuş Florya özürlüler kampında bir hafta kalmak için defalarca başvurdum, 2009 yılında bir kez geldi o kadar. Her başvurumda “Türkiye’nin tamamına yetişmeye çalışıyoruz, talep yüksek” dediler. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Türkiye'nin geneline neden yetişmeye çalışır ki? 



2012 yılı içinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Alo153’den tekerlekli sandalyeli engelli taşıyan araç talep ettim, “bir hafta önceden aramanız gerekiyor” cevabı aldım, bir hafta öncesinden araca ihtiyacım olacağını nereden bileceksem. 



İlçe belediyesine havuz terapisi için başvurdum, maddi olarak devletin veya belediyenin her ihtiyacını karşıladığı AKDEM’in havuzunda ilk seans terapimi yaptılar, ikinci üçüncü seans terapimi yaptılar, sonrasında havuzda bir tamir çalışması yapıldı ve bana bir daha geri dönüş yapılmadı. 



Özel hastaneler bizim gibi engellilerden faydalanmak için “ücretsiz sağlık hizmeti veriyoruz” deyip kampanyalar yapıp engelliyi kandırmaya çalışır veya “ücretsiz tedavi” deyip üzerimizden devletten para alırlar. Ama bir çok hastane engelli için gerekli şartları yerine getirmez. Bir çoğunun girişleri doğru düzgün değil, birçoğunun verdiği tedavi saçma sapan. 


Bir tekerlekli sandalyeli olarak İstanbul içinde seyahat ederken özel araç değil, toplu taşımayı tercih eden birisiyim. Bunun başlıca nedeni; özel aracın doğaya salacağı egzoz gazı, özel aracın trafiği işgali ve neden olduğu sıkışıklık nedeniyle oluşacak zaman kaybı. NOT: Toplu taşıma da özellikle raylı ulaşımı seçiyorum, çünkü otobüs metrobüs minibüs gibi araçların içleri, şoförleri ve yolcu indirip bindirdiği durakları biz tekerlekli sandalyelilere uygun değil. 


Engelliyi rehabilite etmesi gereken ve 2008 yılında hizmete başlayan Özel Eğitim Rehabilitasyon kurumlarının, devletten ücretini alıp engelliye tedaviyi doğru düzgün vermez. Birçoğunun girişi uygun değil, birçoğunun tuvaleti veya asansörü saçma sapan, birçoğu da telafi için geri dönüş bile yapmaz. İlçemizde bulunan kurumların tamamında aynı muameleye karşı karşıya kalmış bir engelliyim. 



İlçe belediyemizin Kültür merkezinden, sosyalleşmek için sinema, tiyatro, konser aktivitesi için bir kaç defa bilet talep ettim, hepsinde de “biletlerimiz bir ay öncesinde tükendi, bilet almak için aybaşında başvuru yapmanız gerek” dediler. Sanki aktiviteler aylar öncesinden belli oluyormuş gibi. Sonuçta bir tekerlekli sandalyedeyim, bir kenarda oturup sergileneni seyredeceğim. Tanıdıklarına giden biletler havada uçuşuyor, sanki bilmiyorum. 


Kaslarımın gevşemesi için Botoks iğnesi vurulmam istenir, muayene olurum, sıraya girerim, aylarca sıra gelmez. Sanki tüm ülke tüm İstanbul iğne vurulmak için bekliyor. 


2012 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) başkanlığına yeni anayasa çalışmalarına katkı sağlamak amacıyla engellilerin dezavatajları konuları hakkında göndermiş olduğum iki adet taahhütlü mektubuma “alınmıştır” cevabı bile gelmedi. TBMM başkanlığı Cemil Çiçek'e gönderdiğim taahhütlü mektuplara cevap gelmediği gibi. 


Devlette veya özel eğitim veren hastanelerde verilen tedavi sırasında bana dokunmadan egzersiz seansı yapan fizyoterapistler oldu… Bu fizyoterapist arkadaşlar mesleği seçerken hastayla temas ederek şifa vereceklerini bilmiyorlar mıydı? Bilmediklerini sanmıyorum, bilerek mesleği seçiyorlar ve hastaya dokunmamak için dokuz doğuruyorlar. 


Çevremdeki akraba, arkadaş ve komşularımız önerdikleri saçma sapan tedavi şekilleriyle kafa karıştırdılar ve doğru düzgün tedavi görmemi engelledi. Doğru dürüst düzenli yapılması gereken tedavimde hep yalnız bırakıldım. 


Sağlığımın daha iyiye gitmesi için havuz terapisi almam gerekti, bunun için 2008 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesine (İBB) başvurdum, “bu havuz terapilerine 16 yaşından büyükleri alamıyoruz” dediler. Engelliler arasında yaş ayrımcılığını ilk defa duydum. 


2009 yılında damar tıkanıklığı yaşadım ve yüz felci geçirdim... Sokağımızda bir köşede otururken felç geldiğini anlayınca ilk önce küçük kardeşimin yardımıyla anında yarım litre soğuk suyu başımdan aşağı döktükten sonra Cerrahpaşa’ya acile gittik. Acilde bulunan doktor bana müdahale edip bir kaç saat içinde kendime gelmemi sağladı, çıkış yaparken de Coraspin verdi “bunu altı ay boyunca kullan” dedi. Coraspin'i kullanmaya başladıktan beş ay sonra Aralık ayında sabah saat 05:00’de tuvalet için gittiğim banyoda içinde parçacıklar bulunan kan kusmaya başladım. Kardeşim hemen 112’yi aradı, ama on beş dakika olmasına rağmen ambulans gelmedi, evimize 100 metre mesafede olan merkeze koşarak giden kardeşim bir bakmış ki ambulans hazır kapıda çıkış için doktorun gelmesini bekliyor. Kardeşim telaşla içeriye girmiş bir bakmış doktor hâlâ odasında uyuyor, hemen doktoru uyandırmışlar ve ambulansa binip bize gelmesini sağlamışlar. Eve gelen hanımefendi doktor uykulu gözlerle tansiyonuma ateşime baktı, kan kustuğumu öğrendikten sonra “senin bir şeyin yok, sabah Dahiliye’ye gidebilirsiniz” dedi ve gitti. Uykusunu aldıktan sonra uyandığında, artık beni rüyasında gördüğünü arkadaşlarına anlatır. Evdekilerin içi rahat etmediği için beni arabayla hemen Samatya hastanesine götürdüler, acile girdik ve tekrardan tansiyon ölçümü, kan ölçümü, idrar tahlili derken bana sedyede müdahale ettikten sonra tam 16 saat müşahede odasında kaldım. Sonuç mu? Mide koruyucu almadan Coraspin kullandığım için mide kanaması geçirmişim ve artık "Ülser sahibi olduğum" söylendi. O gün burnumdan hortum salınarak midem de yıkandı, o gün ve sonraki günlerde iki defa ağızdan hortum salınarak Endoskopi de yapıldı. 


Açıköğretim okuduğum 2009 ila 2011 yıları arasında 24 adet sınavıma binaların ikinci üçüncü katında girmek zorunda bırakıldım, “ben tekerlekli sandalyelim” deyip raporumun fotokopisini defalarca taahhütlü olarak Halk eğitim müdürlüğüne, il ve ilçe eğitim müdürlüklerine, Ankara Milli eğitim bakanlığına gönderdiğim halde, bana bir kez bile cevap verilmedi. Gelen bazı cevaplardaysa bana "sınava sınav yerinde girilir" oldu. 


2018 yılında yüzde 80 engelli raporum olduğu halde, ÖTV'den muaf olabilmek için Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma hastanesine (EAH) ve Haseki Eğitim ve Araştırma hastanesine (EAH) onlarca muayeneye girdim, ama hastaneler benim engel yüzdemi bir puan düşürdü ve sol tarafı felç, beyin hasarlı olan bana "sen tertibatlı araç al kullanırsın" deyip ÖTV indirimi yapmayıp "ÖTV indirimi ve engelli plakası alamazsın" dediler. ÖTV muafiyeti alan o kadar çok sağlıklı var ki, birçoğu rüşvetle, sahte belgeyle veya araya giren birileriyle bunu yapıyorlar. 



2018 yılında BİMER'e (Başbakanlık İletişim Merkezi) henüz beş yıl önce hizmete giren Marmaray raylı sistem toplu ulaşım ağı için bir başvuruda bulundum. “Ağın sadece Kazlıçeşme ve Ayrılık çeşmesi istasyonlarında birer asansör var ve onlar bozulduğunda biz tekerlekli sandalyeliler bu ağı kullanamıyoruz” deyip, “eve geri dönüyoruz” dedim. Bu ağda beş istasyon olduğunu belirtip “iki başlangıç istasyonu var ve sadece onlara birer asansör konulmuş, diğerlerinde ikişer asansör var” dedim. Hatta öneri olarak, “alternatif asansör yapılsın veya karayollarındaki gibi rampalı bir üst geçit yapılmasını” sundum. BİMER'den bana gelen cevapsa: “Marmaray ağını biz yapmadık, lütfen bu ağı yapan şirketlere başvurunuz” oldu. Kendilerinin yapması gerekli irtibatı ne yazık ki bana yaptırmayı uygun gördüler. 



Sol tarafım felç olduğu için 23 yıldır sol omzumu, kolumu, elimi ve parmaklarımı tam olarak kullanamıyorum, yani sadece sağ tarafımı kullanabiliyorum. Bu nedenle manuel tekerlekli sandalyenin sol tekerini itemem veya çekemem, yani ev dışında dışarıda illa ki akülü tekerlekli sandalye kullanmam şart. Bu yüzden de ev dışında akülü tekerlekli sandalye kullanıyorum, zaten buna da mecburum. Bende bulunan sağlık raporunda "Akülü tekerlekli sandalye kullanabilir" yazısı altındaki kutucuk işaretli değil, işaretli olmadığı için bir tekerlekli sandalye alırken devletin verdiği indirim gibi imkanlarından yararlanamıyorum. 2019 yılının ortalarında gitmiş olduğum Haseki Eğitim ve Araştırma hastanesinde girmiş olduğum fiziksel muayenede bana "sen ayakta durabiliyorsun, fizik tedavi gördüğün taktirde yürüyebilirsin" denilip, "devletin verdiği imkanlardan faydalanamazsın" denildi. Bu devlet, bu hükümet bana ve benim gibilere hem gerekli yeterli fiziksel tedaviyi vermiyor, hem yaşamımda büyük yeri olan akülü tekerlekli sandalye için "imkanlardan faydalanamazsın" diyor. 
NOT: 2020 yılı Kasım ayında Bahçelievler'de bulunan İstanbul Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesine gidip "evde kullanmak için manuel bir tekerlekli sandalyeye ihtiyacım var, bir rapor yazabilir misiniz?" Dedim, onlarda evraklarımı kontrol etti sonrasında fiziki muayenemi yapıp kapsamlı bir rapor hazırlanıp heyete sunuldu ve kabul edildi. Bende raporumun çıktısını alır almaz 21.11.2020 günü evde kullanmak için manuel tekerlekli sandalye aldım


Doksanlı yıllarda lisede okurken, Kızılay okula kan yardımı almak için her geldiğinde kan vermiş kan kartı olan bir kişiyim, ama ben 1996 yılında beyin kanaması geçirip ameliyat olduğumda gerekli olan kanı Kızılay bana sattı. 



Devlet, hükümet veya belediyeler tarafından engelli için sunulan plan gibi proje gibi geri ödemesiz hibe gibi birçok imkan, yalan veya istenilen şartları saçma sapan. Engelli için sunulan birçok plan, proje veya hibelere başvurum olduğu halde hepsinden olumsuz yanıt aldım. Başvurularımın, ya onlarda ya da bende belgesi var, gerektiğinde veya istenildiğinde ulaşıla bilinir. Son olarak 2019 yılında “Engelli ve Hükümlüye 50.000-TL hibe almak için İŞKUR’u arayın” dendi, ama tırt çıktı. Şartlarını sormak için bile aradığımda bana "böyle bir şeyin olmadığı" söylendi. 


2019 yılının Mart ayında bir kaç yıldır ağrı ve acı çektiğim Safrakesemde bulunan taşlardan Bezmialem vakıf hastanesinde geçirdiğim bir saatlik operasyonla kurtuldum. Bu ameliyat ben dahil herkesi korkuttu, operasyon için karar alma aşaması, ameliyat anı ve sonrası bizi çok zorladı. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüldü, ameliyattan 15- 16 saat sonra eve taburcu oldum, yaklaşık on gün boyunca bazı zorluklar çeksem de her şey yolunda gitti ve bir ay içinde eski halime döndüm. Normale dönmem biraz geç oldu, çünkü operasyon karın bölgemde dört delik açılarak Laparoskopik işlemle yapıldığı için en ufak bir hareket etmemle veya zorlamada sorun yaşama ihtimali bir sağlıklıya göre benim daha çok ağrı acı yaşamama neden oldu. Bunun yanı sıra benim çok dikkatli olmam gerekliydi, çünkü ben en ufak hareketimle tüm kas ve eklemlerimi zorlayan bir kişiyim. Bu operasyon için benden 2.000- TL alındı ve 13- 14 saat sonra eve taburcu oldum, bir kaç gün gözetim altında bile tutulmadım. 


2020 yılı başlarında dünyanın başına bela olan Corona Covit-19 salgınında 11 Mart civarında ülkemizde vakalar ve ölümler görülmeye başladı. Virüs bulaşabilme riski nedeniyle hastanelere ve sağlık ocaklarına girilip çıkılmaz oldu, çünkü virüslü kişiler de bu sağlık kuruluşlarına girip çıktılar. İstanbul'a iki Pandemi hastanesi yapıldı, bu hastanelerin durumunun ne olduğu meçhul olmakla beraber, insanımız toplu taşımayla devlet ve özel hastanelere Corona şüphesi ile gidip geldiler. 



Corona Covit- 19 döneminde kronik ve sağlığında sorun yaşayanlar için bir düzenleme yapıldı ve raporu olanlar ilaçlarını, hastaneye veya sağlık ocağına gitmeden de eczaneden alabilme hakkı verildi. Bu düzenlemeden ben yararlanamadım, çünkü 24 yıllık beyin hasarlı bir kişi olmama rağmen 24 yıldır kullandığım ilaçlarım olmasına rağmen benim bir raporum yok. 24 yıldır her ay hastaneye veya Sağlık ocağına gidiyorum ve ilaçlarımı yazdırıyorum. Defalarca beyin hastalıkları uzmanlarına, fiziksel tedavi uzmanlarına veya Eğitim ve Araştırma Hastanelerine (EAH) başvurduğum halde, bana hep "hayır" cevabı verildi, neden olarak da "sağlık kuruluşlarına her ay gidebilecek kadar sağlığımın yerinde olduğu" söylendi, bu yüzden bu hakka sahip olmamın gereksiz olduğu ön görüldü. 
Şu anda olağanüstü bir durum var ve ben kas gevşetici Lioresel ilacımı, kas ağrılarım için kullandığım Cabral ağrı kesici ilacımı aylardır almıyorum/ alamıyorum. 

2020 yılının ilk aylarında dünyanın başına bela olan Corana Covid-19 salgınına önlem olarak 2021 yılı Haziran ayında ‘acil kullanım onaylı’ Biontech aşı sıram gelince ilk dozumu Yedikule Göğüs Hastalıkları hastanesinde oldum. Sağlıkçı olan bazı tanıdıklarım bana; sağlık sorunlarım olduğu için ölü hücreden üretilen Çin’in Sinovac şirketinin Coronavac aşısını olmamı önerdiler, “canlı hücreden Almanya Phizer Biontech aşısı sende tepki verebilir, aşı olmak için acele etme” dediler. Bana aşı hakkı tanımlandıktan sonra bir hafta boyunca Çin’in Sinovac şirketinin Coronavac aşısı için randevu almaya çalıştım, ama randevu verilmedi, ama bazı engelli tanıdıklarım sağlıkçı yakınlarının araya girmesiyle Çin’in Sinovac şirketinin Coronavac aşısını yaptırdılar. Bu ülke böyle bir ülke işte, bu haksızlıklara tepki gösterince bana kızıyorlar. Baktım Coronavac için randevu alamıyorum, bende Biontech aşısının canlı hücreden üretildiğini bile bile randevumu alıp aşımı oldum. Belki bir zararı olmayacak belki de olacak, bilemiyorum, bunu sağlıkçı veya bir bilim insanı olmadığım için bilmem de imkansız, daha doğrusu piyasada olan bu aşıların acil kullanım onaylı olması nedeniyle kimse bilemez. Benim hak gaspını sevmeyen bir yapım var ve usulsüz iş yapmayan biri olduğum içinde birilerini araya sokup Çin’in Coronavac aşısını olmadım. 


1996 yılında beyin kanaması geçirdim, ameliyatla sadece hayatım kurtuldu ama sol tarafımda felç kaldı. Halk arasında 'İnme', tıp diliyle 'Hemipleji' denilen bu durum, beyin damarlarının tıkanması sonucu ortaya çıkan ve vücudun sağ ya da sol bölgesini etkileyen sinir sistemi hastalığı. Benim ise hem sol tarafım felç yani Hemipleji, hem de sağ bacağım etkilenmiş ve buna da “Tripleji” deniliyormuş. Ama ben ve birçok sağlıkçı bu saate kadar 26 yıldır sadece sol tarafımı felç sanıyorduk, meğersem sağ bacağımda bu felçten çok etkilenmiş ve sağlıklı hale gelemememin asıl nedeni sağ bacağımmış. Benim etkilenmeyen tek yanım ise sağ kolum, yani 26 yıldır tüm vücudumu sağ kolum idare ediyor. 2004 yılında gerçek bir yürüyebilme için profesyonel olarak sol tarafımdaki felç durumunu geçirmek için fiziksel tedavi rehabilitasyona başladım, ama 18 yıl sonra 2022 yılı Temmuz ayında öğrendim ki; bu saate kadar yürüyemememin asıl nedeni sağ bacağımdaki felç durumunun göründüğünden ağır olmasıymış. 2004 yılından bu yana çok aşırı şekilde emek güç enerji sarf ettim, tek niyetim ise sol tarafımdaki felç durumunu geçirmekti eğer farkında olsaydım sağ bacağıma da aşırı özen gösterirdim. Hatta sol tarafıma iki defa Botoks olduğum halde hiç faydasını göremedim, ama her iki enjektede de sağ bacağıma hiç dokunulmadı. Birkaç ay önce fizyoterapiden yeni mezun Erdem ile egzersiz seanslarına başladım ve Erdem bana "aslında senin sağ bacağında çok etkilenmiş, bu yüzden senin yürüyebilmen gerçekleşmemiş, yoksa sadece sol tarafında felç söz konusu olsaydı hastalığının ilk yıllarında yürüyebilmen gerçekleşir, sorunun kalmazdı" dedi. Ve bunun yanı sıra; sağ bacağımdaki bu felç durumu sağlık raporumda yer almıyor, yıllardır düşük yüzde ile raporumla işlem yapılıyor. 


Bunun yanı sıra, 2010 yılında akülü tekerlekli sandalye ile dışarı yaşama çıkınca yaşamım daha da zorlaştı. Aşağıdaki linke tıklayınca göreceksiniz. 


BU ÜLKEDE YAŞAYIP TA SORUNLARDAN ZORLUKLARDAN ŞİKAYETÇİ OLAN VATANDAŞI ANLAYABİLİYORUM, AMA BU ÜLKEDE BEN VE BENİM GİBİ ENGELLİLER YOK SAYILIP, DALGA GEÇİLİYOR. YİRMİ YIL ÖNCE DE BÖYLEYDİ ON YIL ÖNCE DE BÖYLEYDİ ŞU ANDA DA BÖYLE VE GELECEKTE DE BÖYLE OLACAK. SANIRIM BU SADECE TÜRKLERDE OLAN BİR GEN


2 Aralık 2013 Pazartesi

Engel T.B.M.M.’de

Toplumumuzun nüfus olarak yüzde onundan fazlasını oluşturan engelliler, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir kişi tarafından bile temsil edilmiyor oluşu çok utanç verici bir durum.

Bu utanç verici tabloyu göremeyen veya görmezden gelen o kadar çok kişi var ki, bu tabloyu engelli dernekleri vakıfları bile görmüyor. Dernek ve vakıflara gönülden destek vermememin bir nedeni bu, çünkü derneklerimiz ve vakıflarımız bile engellimize gerekli desteği önemi vermiyor veremiyor.

Mecliste bulunan siyasi partilerde hiç engelli birey yok, engelli birey var ama onlarında engelliler hakkında yorum yaptığını “hiç görmedim” desem yeridir. Ne zaman engellilerle ilgili özel gün olsa ortaya çıkar, ya yazılı basın açıklaması yaparlar ya da kameralar karşına geçip çarpıcı birkaç açıklama yapıp gündemi bir günlüğüne meşgul edip “bu bireyleri önemsiyoruz destekliyoruz” derler, o kadar.

AKP partisinin birkaç engelli vekili var, ama hiç ortalarda görünmezler, CHP partisinde bir vekil var sanırım onu birkaç defa ekran karşısında gördüm, MHP ve DTP partilerinin sanırım hiç engelli vekili yok, varsa da ben görmedim duymadım bilmiyorum.

Ya meclisteki bazı önemli vekillerin engelli hale gelmesini bekleyeceğiz, ya da engellilere oy için işlerinin düşmesini bekleyeceğiz.

Aslında engelliler olarak çok iyi bir şekilde örgütlenip, tüm engellilerin ve ailelerinin oyunu alıp mecliste engellileri bir siyasi parti olarak temsil edilebilsek, birçok problemi çözebiliriz. Temsil edileceğimiz partinin vekillerinin tamamı engelli olacak, danışmanlarının ve sekreterlerinin tamamı sağlıklı bireylerden oluşacak. Ortopedik engelli, zihinsel engelli, duyma engelli, görme engelli Mongol Spastik Down sendromlu gibi bireylerden vekillerin olacak.

Sağlıklı kişilere önem özen vermeyeceksin çünkü şu an ülkenin durumu bu, yani engelliler sağlıklılar tarafından hiç bir şekilde engelliler önemsenmiyor değer verilmiyorlar. Sadece vaatlerde kullanılıyorlar, o kadar. 

Türkiye Büyük Millet Meclisinde tüm vekilleri engellilerden oluşturacaksın ki, toplumun engellisi olan her kesimden oy al, çünkü Türkiye’deki siyaset bunu gerektiriyor. Yaptıkların yapacakların değil "yapacağım" dediğin vaatlerin önemli.

Şu an meclise baktığımda görüyorum ki; siyasi partiler toplumun her kesimine hitap etmek için uğraşıyor, bu hitabı da yarım yamalak yaptıkları içinde el attıkları her işin içine ediyorlar.

Türk insanı basittir, yani bir siyasetçinin vaadini yerine getirmesi önemli değil, sadece mitinglerde boş boş bağırması yeter, insanımız hemen ona kanar ve vaatleri boğulur. İnsanımıza; “Dinciyim”, “Cumhuriyetçiyim”, “Milliyetçiyim”, “Apocuyum” denilsin yeter. İnsanımızın anlaması gereken şu, kimlikte “Türk” veya “İslam” yazıyor diye, karşıdaki insanın samimiyetine güvenemezsin ki. Evine bayrak asıyor diye “gerçek Türk” diyemezsin ki veya namaz kılıp hacca gidiyor diye “İslam’ın yolunda ilerliyor” diyemezsin.

Şimdilik Türkiye’de bulunan yedi bölgeden ikişer üçer engelli vekil çıkartılsa yeter, ne kadar çok aktif olunursa o kadar çok oy potansiyeli yükselir. Mecliste engellileri temsil edecek bu parti sürekli gündemi meşgul edecek, hemen her gün meclise engellileri ilgilendiren konularda bir öneri sunacak.

Toplumun her noktasında engelli ve engellilik gözlere sokulması gerek; trafikte, kaldırımda, yolda, ışıklarda, yaya geçitlerinde düzenleme yapılmalı... Kamu kurum ve kuruluşlarında, özel sektörde binalarda çalışanlarda bankolarında düzenleme yapılmalı... Alışveriş merkezleri rampalarında, engelli tuvaletlerinde, mağazalarında düzenleme yapılmalı... Toplu taşıma yapılan araçlarda, duraklarında ve çalışanlarında düzenleme yapılmalı... Eğitim yuvalarında genç beyinlere engelliler hakkında bilgi bilinç eğitim verilmeli… Engellilerin eğitimi için binalarda düzenleme yapılmalı... Park ve bahçelerde, müzelerde engelliler girip çıkabilsin diye düzenleme yapılmalı... Sağlık kurumlarının binalarında ve çalışanlarında düzenleme yapılmalı... Sağlıkla ilgili tüm kanun ve yasalarda değişim yapılmalı ki, ülkemizde nefes alan her birey engelliler hakkında bilgi bilinç sahibi olabilsin.

Bu bir görev, bu gelecek için yapılması gerekli bir görev...
Yaptıklarımızı isteyen görür isteyen görmez, ister taktir ederler isterlerse "abartmışınız" derler, hiç umurumuzda olmamalı. Biz üzerimize düşen görevi yapalım ve bununla gurur duyalım. Gelecekteki engelliler yaşadığımız zorlukları sorunları yaşamasınlar diye uğraş verelim, bu uğraş gelecekteki nesiller tarafından alkışlanacağına inanıyorum.

Nezaket kuralı...

 ...Olivium alışveriş merkezine zar zor olsa da girdim…

Biraz Özsüt’te zaman geçirdikten sonra üst kata çıktım, Ercan ağabey, Battal ve Erkan kardeşlerimle bir saat civarı güzel vakit geçirdikten sonra Ercan ağabeyle beraber Olivium alışveriş merkezinden çıkış yapmak için asansöre gittik. Birkaç dakika asansör önünde bekledikten sonra dolu bir asansör geldi, içindeki herkes indi, bende o boş asansöre girmek için hamlemi yaptım. O ana kadar diğer asansör kapısı dibinde bekleyen hanımefendiler birden benim girmek için hamle yaptığım asansöre binmeye kalkıştı, bende bunu gördüğüm halde görmezden gelip, hiç duraksamadım ve asansöre girdim.

Asansörde öncelik hakkı benim, o asansör önünde bekleyen benim, bunun yanında başka bir hanımefendi bana o asansöre girmem için naziklik yapıp sırasını verip “buyurun beklemeyin siz geçin” demiş.

Ben kalkıp sıramı o hanımefendilere verirsem, bu hem engelli oluşuma hem bana sırasını veren hanıma hem de nezaket kurallarına ayıp olacağından ben asansör içine girdim.

Diğer asansör önünde bekleyen kural tanımaz hanımefendilerse benim girmekte olduğum o asansöre girmeye kalkışıyor. Burada bir nezaket kuralı olması gerekiyorsa, bir tekerlekli sandalyeli olarak bunun asıl muhatabı benim, adalet olarak bakılırsa o asansör önünde sıra bekleyen yine bendim.

Bu ülkede aşırı bir şekilde kadınlara öncelik tanınıyor, naziklik yapalım derken bazı kurallar unutuluyor. Bende nazik olma tarafındayım ve hatta nezaket konusunda elime kimse su dökemez, aşırı düşünceli bir kişiyimdir. Nezaket karşılıklı olmak zorundadır ve cins ayrımı olmaması gereklidir. Sırf kadın oldukları için kişilere her yerde öncelik tanınamaz, kadınlarında bazı kurallara uymaları gerek.

Ben o asansörlerde birçok kişiye öncelik tanırım; bebekli oldukları için, aile oldukları için, yaşlı oldukları için, engelli oldukları için, ama sırf kadın oldukları için onlara nazik olamam.

Bu konuda bu kadar çok sert olmamın nedeni yine onlar, ben tekerlekli sandalyeli olduğum halde bana karşı nezaket kurallarını harekete geçirmediklerinden dolayı böyle bir sert yapı oluşturdum.

Nazik olma konusunda, kadınlardan öncelikli olan kişiler var; yaşlılar var, hamileler var, bebekliler var, bebek arabalılar var, engelliler var… Kadınlar; onlardan öncelikli bu kişileri görmezden geldiği sürece, nezaket konusunda bende kadınları görmezden geleceğim.