31 Ekim 2013 Perşembe

Askerlik...

1996 yılı Ağustos ayının son günü beyin kanaması geçirip sağlığımı kaybettikten sonra yaklaşık üç ay civarı yoğun bakımda ve komada yatalak kalmış bir kişiyim. Bu süre zarfı içinde duyu organlarımda his yoktu ve çoğu zamanım uyku halinde geçiyordu. Görme, duyma, konuşma, el kol ve yürüme yeteneğinden yoksundum.

1996 yılı Ekim ayı içinde Kasım ayında askerlik görevimi yapmam için çağrı gelince, ailemi bir telaş sarmış, askerliği teçhil ettirme telaşı içine girmişler. Bu telaşın nedeniyse aileler tarafından askerlik görevinin kutsal olması ve yapılması gerekli yerine getirilmesi zorunlu bir görev olarak görülmesiydi.

Şimdilerde 12 aya kadar indirilen askerlik süresi 1996 yılında 18 aydı ve ben asker olmayı o kadar çok istiyordum ki, öyle heves ediyordum ki... Ama olmadı, yapamadım. Askerlik görevimi yerine getiremediğim için o yıllarda kendimi çok üzmüşümdür.

O yıllarda askerden kaçmak için değil asker olmak için uğraşılırdı.

Benim o sıralar askerlik yapacak halim olmadığı için askerliği teçhil edecek muayene olacak durumumda yoktu.

Anne babalar için askerliğin önemi olurda, Askeriye için önemli olmaz mı? Hem İstanbul askerlik şubesi peşime düşmüş, hem de memleketim olan Çankırı Ilgaz, “bu Abdullah Ünal nerede?” diye sormaya başlamışlar. Bu sorup sorgulamalar karşısında iyice telaşlanan ailem, beni o koma halimle defalarca askerlik şubesine taşıyıp durdu.

Her ne kadar duyu organlarımı kaybetmiş olsam da, çevremde gelişen olayları çok iyi hatırlıyordum, beni amcamın oğlu Yusuf ağabeyimle beraber Kartal marka otomobille iki defa Beşiktaş’ta bulunan Askerlik şubesine iki üç defada Kasımpaşa’da bulunan askerlik şubesine götürdüler. O yıllarda vücut kas ve eklemlerim şu anki gibi rahat açılıp kapanmadığı için benim yatağım ve ev dışında rahat etmem mümkün değildi, benim yolculuk yapmam bile çok zordu. Bacaklarım, kalça ve diz eklemleri bükülmüyordu, kollarımda ellerimde parmaklarımda hareket yoktu. Beni zar zor tekerlekli sandalyeye oturtur, zar zor otomobile koyar, zar zor askeri binalar içinde gezdirip işlemlerimi yapmaya uğraştılar.

Ne kadar uğraşıldıysa da bir türlü askerliğim teçhil edilmedi, çare yok adamlar o halde beni askere alacaklar. Ailem ve akrabalarım, askeri ve bürokratik işlerden çekindiği içinde beni o halimle askerlik şubesinden diğer askerlik şubesi gezdirmişler, dilekçeler fakslar mektuplar yazmışlar, Mr’lara Tomografilere girdim, ama yok hiçbiri olmamış, hastalığım onlara inandırıcı gelmemiş.
Hatırlıyorum, en sonunda Kasımpaşa askerlik şubesinde 50- 60 metrekare büyüklüğünde bir salonda 20- 25 kişiden oluşan bir kurula girdim, raporlara filmlere bakıldı, bana sorular soruldu ve o kuruldan tarafından bana “Askerliğini yapamaz” kararı çıktı.

Eğer ben kendimde olsaydım, o haldeyken hiçbir işlem yapmaz bürokratik işlemlerle kendimi harap etmezdim. Babam ve akrabaları çok pimpiriklilerdir, kapımıza “polis asker gelmesin” diyerekten tüm zorluklara rağmen bu işlemleri yaptırmışlardır.

Son bir not; askerlik içten gelerek yapılması gerekli bir görevdir, içinizde istek arzu şevk yoksa ve ekmeğini yiyip suyunu içtiğin toprağa minnet borcun yoksa veya tarihine sevgin saygın yoksa senin için yapılacak hiç bir şey yok, askerliğini de yapmana gerek yok.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Beyne ne verirseniz onu alırsınız

Birkaç gün önce Olivium alışveriş merkezinde Özsüt’te oturmuş çay içip yazı yazıyordum ki, Özsüt’ün çalışanlarından Tamer bana bir pasta getirip masama bıraktı ve  “Apo bunu karşı masadan gönderdiler” dedi.

Birkaç dakika önce orada iki hanımefendinin oturduğunu görmüştüm, masa üzerinde bulunan bir pastanın mumlarının üflendiğini görmüştüm. Sağ olsunlar, bu pastadan bir parça da bana göndermişler. Bende bu hanımefendilere seslenerek “pasta için sağ olun, nice mutlu bugünlere” dedim, mumları üfleyen hanımefendide bana “çok teşekkürler, yaş ilerledi artık, yaşlandık” diye bir serzenişte bulunmuştu.

Bende bu söz üzerine “sakın öyle düşünmeyin, önemli olan beyin” dedim, o hemen “haklısınız” dedi.

Birkaç dakika sonra kalkıp giderlerken yanıma yaklaştıkları sırada, “benim 78- 79 yaşımda bir amcam var, kendisi Danimarka’da yaşamını sürdürüyor, internette sosyal ağlarda web sitelerinde gezen gezinen bir kişi, bir yazar olduğu için kitap çıkartmak isteyenlere yardımcı olmaya çalışan bir kişi.

Birde bizim insanımızı bakın; insanımıza çağın getirdikleri olanaksız gibi gelir, “beceremem” denilip işin içinden çıkılır. Yaşlanan beyin değildir görünüştür, doğru düzgün bilinci bilgiyi aldığınız sürece yaşlanmazsınız. Önemli olan beynin daima genç diri güncel kalmasıdır, yani önemli olan beynin çevreye ve yaşanan hayata nasıl baktığıdır, dedim.

Hanımefendiler bana “tekrar tekrar teşekkürler” der gibi gülümseyerek Özsüt’ten ayrılıp gittiler.

İnsanımız; Yaradan’ın verdiği beyni kullanıp, genç diri güncel kalmak varken, yaşlılığı seçiyor. “Vücudum çöktü” diyerek beyinde çöktürülüyor. Eğer beyin yinelenmezse, zamanın şartlarına göre adapte edilmezse, o zaman yaşlanılmış olur.

Ben her zaman “beyni yönetmek insanın kendi elindedir” derim, “beyne ne verirseniz onu alırsınız” derim, “beyin insan vücudunun tek hakimidir” derim.

29 Ekim 2013 Salı

29.Ekim.2013

Bugün Cumhuriyetimizin doksanıncı yılı, 1923 yılında Ankara’da meclisimizde Gazi Mustafa Kemal tarafından ilan edilen Cumhuriyetimizin doksan yıllık bir geçmişi olmuş oldu.

İlk yıllarda kurtuluş için verilmiş olan zorlukların değeri şimdilerde hiç bilinmiyor. Sanılıyor ki bu ülke toprakları masa başında müzakere yoluyla bizlere verildi, “hayır bu topraklar bize hibe edilmedi, biz kanımızın son damlasına kadar savaşarak bu toprakları savunduk” ve bugünleri gördük. Sanılmasın ki bu topraklar şu anki yüz ölçümüne sahipti, bu toprakların katbekatına sahiptik, Gazi Mustafa Kemal önderliğinde dede ve ninelerimiz anca bu kadarına sahip çıktı. Gazi Mustafa Kemal olmasaydı dede ve ninelerimiz doğru yolu bulamazdı, dede ve ninelerimizden oluşan ordumuz olmasaydı Gazi Mustafa Kemal’in önderliği hiç işe yaramazdı.

Savaş, doğru lider ve doğru orduyla kazanılır.

16 Ekim 2013 Çarşamba

Bayramda toplu taşıma araçları ücretsiz...

8 Ekim sabahı bizi Bahçelievler’deki 70. Yıl fizik tedavi hastanesine çalıştığı araçla kardeşim bıraktı. Üç saat süren Botoks tedavim yapıldıktan sonra öğleyin eve dönerken kardeşimi meşgul etmek yerine, Metro ve ardından tramvayla eve dönmeyi seçtik.

Annem babam Botoks iğnesi vurulduğum Bahçelievler’den dönüş yapıyoruz…
Bahçelievler’de Metro girişinde bizden Akbil ücreti alınmadı, alınmaması da gerek, çünkü biri annem biri babam ve hastaneden geliyorum. Zeytinburnu istasyonunda bir görevli ise bizden bir Akbil ücreti aldı. Bunun nedeni de, engelli ile beraber sadece bir kişi ücretsiz geçebiliyor olmasıymış. Bende Refakatçi’li toplu taşma kartı var, yani bana ve refakatçime İstanbul içinde toplu ulaşım ücretsiz.

Hayır, bir iki Lirayı aradığımızdan değil, devlet üzerimizden bir sürü kesinti yapıyor, hem babam hem ben emekliyim ayrıca ben engelliyim, biz engelliler ve emekliler üzerinden alınan vergilerin hibelerin ve bize ayrılan bütçenin haddi hesabı belli değil.



Şu dokuz on günlük Kurban bayramı tatilindeyse tüm toplu ulaşım araçlarında yolculuk, köprülerden geçiş ve Tem otoyolları herkese ücretsiz. Bu bir hizmet değil bu bir bugünler özel günler olduğu için vatandaşa ücretsiz toplu ulaşım hizmeti veriliyor. “Seçim yatırımı” diyeceğim, ama önceki hükümetlerde bunu yapmış bu Bayramları kullanmışlardır.

Asıl demek istediğimse; bir engelli hastaneden gelirken anne babasıyla devletin toplu taşıma aracında ücretsiz yolculuk yapamıyor, ama bayramlarda milyonlarca insan toplu ulaşım araçlarında ücretsiz geziyor tozuyor.

Not: Bir tekerlekli sandalyeli olarak hastaneye gidiş geliş için belediyenin bana tahsis ettiği tekerlekli sandalyeli taşıma aracını çağıracaktık, ama belediye o aracı anca bir hafta öncesinden randevu alırsan veriyor, Botoks içinse beni dün öğleyin arayıp bugünse hastanede olmamı istediler.

7 Ekim 2013 Pazartesi

Demokratikleşme paketi


Bugün saat 11:00’de sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir basın toplantısı yaptı, bu toplantının adına da “Demokratikleşme paketi” verildi. Son bir haftadır o kadar çok konuşuldu ki bu basın toplantısı, bugün beklentisi çok olan bir gün oldu.
 
Toplantı tam bir saat sürdü ve hiç duraksamadan mola vermeden konuşmasını tamamladı. Konuşmasında birçok yeniliği açıklayan başbakanın bu paketi benim hoşuma gitmedi, çünkü başbakan aşırı şekilde oy potansiyeli yüksek olan kesimlere plan proje ve vaatlerde bulundu. Şu an biz engellilere ihtiyacı olmadığı için bize vaatlerde bulunmadı.
 
Madem bu paketin adı Demokratikleşme paketi, yapılması gereken ilk adım Milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması ve seçim barajının yüzde sıfıra indirilmesi gerekirdi.

Dokunulmazlıklarına yine dokunmamışlar, ama seçim barajı konusunda bir adım atılmış ve Daraltılmış bölge diye bir şey çıkartmışlar. Sanırım Daraltılmış bölge denen şey, Türkiye’de bulunan yedi bölgeye ait ayrı bir yönetim şekli uygulatmaya çalışacaklar. Bölgelere göre eğitim yönetim konuşma dili uygulaması olacak, türbanlıların kamu kurum ve kuruluşlarında yer almasının önü açılacakmış, askerlik yapma süresi kısaltılacakmış ve birde ilköğretim okullarında okutulan Andımız artık okutulmayacakmış. Hadi diğerleri biraz olsun insan hak ve özgürlüklerine giriyor, ama Andımız’ın okunmaması çok saçma olmuş. “Ayrımcılık” denen şey bu işte bu olsa gerek, bayrağı dini dili toprağı olan bir ülkenin çocuklarına vereceği “ülkesine geçmişine geleceğine göstermesi gereken sevgiyi saygıyı hoşgörüyü aşılamaması”  demek. Eğitim yuvasına girerken Atatürk büstü önünde Türk bayrağı gönderdeyken okuyacağı Andımız kime zarar verir ki kime?

Bu toplantıdan çıkan genel sonuç ise; hiç kusura bakmasın kendisine oy verenlere, Etnik kökenli vatandaşlara ve Gayrimüslim vatandaşlara haklar teslim etmiş, çünkü o kesimlerden alınacak oy çok önemli. Bu ayrımcılığa bir Demokrasi denmez, böyle adalet böyle düşünce olamaz.

 

Gelelim asıl konuya;
Bu toplumun yüzde on beşini oluşturan ve toplumun her bölgesinde var olan biz engellilerse,
Demokratikleşme paketinde yok. Ayrıştırılan etnik kökenli vatandaşa ve Gayrimüslim vatandaşa vermiş veriştirmişiniz, ama biz engellilere pakette yine bir şey yok.

Bu anlayışı ve onu destekleyenleri kutluyorum.

-         Engelli ailesine verilmesi gereken Bakım parası verilmemek için hala uğraş veriliyor…

-         Engellinin eğitimi konusunda birçok sorun var, eğitimimizi rahatça yapmamız için öncelik tanınması gerekli…

-         Birçok engellinin ulaşım sorunu çözülmemiş durumda…

-         Spor tesislerinden ve engeli için ayrılmış merkezlerden şifa almamız hala engelli durumda…

-         Aldığımız maaşlar evimize kadar gelmesi gerekirken, bankalarda ve atm makinelerinde uğraş veriyoruz…

-         Özel eğitim kurumlarının başı hala boş hiç biri düzgün denetlenmiyor, engelliyi çok mağdur ediyorlar devleti soyuyorlar…

-         İnsanımızın, engellilere karşı eğitimi ve duyarlılığı konusunda bir çalışma hala yok… 

-         Engellilerin rehabiletesi için ayrılan fonlar, Avrupa birliğinden ve Abd dünya bankasından hibe gelen paralar, Türk halkından kesilen vergiler ve yapılan para mülk bağışları hep muamma.

SEVGİ, SAYGI, HOŞGÖRÜ VİCDAN VE ADALET

2 Ekim 2013 Çarşamba

Sağlığın değeri...


Yaradan’ın verdiği en büyük Nimet bence Sağlıktır…

Eğer sağlığın yerinde değilse; ne paranın önemi vardır ne de malın, ne huzurun önemi vardır ne de mutluluğun, ne gücün önemi vardır ne de hakimiyetin, ne görüşün fikrin ne de hayalin önemi vardır, ne güzelliğin ne de yakışıklılığın önemi vardır. 

Eğer sağlığın yerindeyse; değerini bilip sağlıklı olduğuna Şükredeceksin. Para mal iş güç huzur mutluluk, tüm bunlar insanın kendi halletmesi gereken işlerdir. 

Sağlığı korumak insanın kendi elindedir, ister hor kullanıp hastalıklarla cebelleşir, isterse de sağlığına dikkatle özenle bakar rahat eder.