23 Ekim 2014 Perşembe

O.F.D.'yi ziyaret...

Bugün saat 11:30 gibi dışarı çıktım ve doğruca Ataköy’de bulunan O.F.D. yani Omurilik Felçlileri Derneğine gittim.

Derneğe gitmemdeki niyetim, hem derneği ziyaret edip nasıl olduğu görmek, o bölgeyi gezinmek ve dernek yakınında bir kurumda buluşan arkadaşlarımı Sema’yı Teslime’yi görmekti.

Ama olmadı, çünkü o bölge engelliye hiç uygun değil karmakarışık ve insanları duygusuz duyarsız.

Evden çıkınca ilk önce Akşemsettin tramvay durağından Merter’de bulunan Zeytinburnu metro durağına gittim. Oradan da metroyla havaalanı yönüne Yenibosna durağına gittim.

Ne zamanki Yenibosna durağından dışarıya çıktım o zaman her şey karıştı. Düzgün bir tabela iletişimi yok, neredeyse kaldırım hiç yok. Kaldırım olan yerlerdeyse engelli için rampa yok sarı çizgi yok. Bunların var olduğu kısımlar vardır, ama ana arterden o kısımlara geçiş yok.

İnternetten bakıp adres tarifi aldığım hiçbir şey doğru değil…

Yenibosna durağından çıktım, birkaç kilometre sağa gittim sola gittim caddelere sokaklara girdim çıktım, yok olmadı O.F.D.’yi bulamadım.

Esnafa sordum bilen yok, polis memuruna sordum sonuç yok, öğrenci servisi şoförlerine sordum duymamışlar. Normal vatandaşa sordum duymazdan geldi anlamadı.

Yok, yok kimsesi O.F.D.’yi bilmiyor…

Eğer insanlar kafamı karıştırmasaydı burnumun dikine gider ben orayı bulurdum.

O bölge kalite olarak seviyesi yüksek olan bir bölge… İstanbul’un varlık bakımından yanına yanaşamayacağın insanların ikamet ettiği bir bölge. 

“Kraldan çok kralcı var” denilir ya, işte tam burası için söylenmiş bir söz, çünkü esnafının polisinin güvenlik görevlisinin taksicinin minibüsçüsünün servis şoförünün yanına bile yaklaşılmıyor.

Ben kime “pardon, bir şey soracağım” dediysem, ya suratıma bakmadı başka yöne döndü ya da “işim var” dedi. Beş altı kişiyle konuşmak istedim hiç biri yanıt bile vermedi.

Ben tekerlekli sandalyeli olsam da, benim konuşmamda zorlanma olsa da. Ben giyinişi temiz ve uyumlu giyinirim, saçına sakalına bakan bir kişiyimdir.

Ben duruşu olan felsefesi olan hedefleri olan kararlılıkla iş yapan bir kişiyimdir. Ben birçok zorluğa göğüs germiş, yenmiş, düze çıkmış bir engelliyim.

Ben engeliyle gurur duyan biriyim.

İnsanlıktan nasibini almamış üç beş kişi beni yıkamaz yıldırmaz... “Duygusu duyarlılığı olmayan üç beş kişi” der, geçer giderim.

Tüm Ataköy öyle değil, ama içlerinde bu kişiliksizlerde var...

Sanırım o bölgenin kanunu bu, karşısındaki ile göz teması kurma… İşin olmadığı sürece onlarla muhatap olma. İşin düştüğünde ise ruhlarını okşa, maddiyat öner.

Kısacası çıkarcılığın en üst düzeyinde ol, karşındakini kullan.

O bölgeye bir daha gitmeyi düşünmüyorum, eğer gidersem kimsesi ile göz teması bile kurmam, eğer biri bana seslenirse dönüp bakarım.

Ben bu tekerlekli sandalyemle bu konuşma bozukluğumla İstanbul’un en kral yerlerine girip çıktım, ama bunlar kadar burnu havada görmedim.

20 Ekim 2014 Pazartesi

Sertifika almak...

7.03.2012
Bugün 11:30 civarı evden çıkıp Akülü tekerlekli sandalyemle evimize beş yüz metre uzaklıkta bulunan Bulvar caddesindeki Zeytinburnu belediyesi Atatürk kültür merkezi Sözek eğitim merkezi binasına gittim.

Bir süredir internette İngilizce, bilgisayar, web tasarım kursu ve sertifikası alabileceğim yer araştırması yapıyordum. Zeytinburnu belediyesi Atatürk kültür merkezi Sözek merkezinin bana uygun olabileceğini düşündüm ve gittim. Sonuç tabi ki hüsran oldu, kültür merkezini koskoca binaya koymuşlar, ama duyarlılıkları sıfır olmuş.

Binanın sokağı çıkmaz bir sokak, dış kapı girişi bir virane çöplük, ne yol var ne kaldırım. Ayrıca bina önü araçlarla dolu, kapısına ulaşmak imkansız ötesi. Binalarının girişinde rampa yok, kapı girişine iki yönlü çıkış yapılmış ama iki tarafında da 5-6 basamak var, bari o çıkışın birini rampalı yapmak gelmemiş mi bilmiyorum.

Bir ilçenin sertifika veren kursunu bir binaya koymuşlar, İngilizce öğrenmek sertifikasını almak, bilgisayar programları öğrenmek sertifikasını almak için bir merkez yapılmış, devletten ödenek alınıyor, ama bizim gibi engelliler hiç düşünülmemiş. Düşünülmeyi bıraktım, o binada eğitim verildiğini bile sanmıyorum.

İnsanlar evlerini işyerlerini engelliye uygun hale getirmiyor, kalkıp beni mekanlarına davet ediyorlar.
Çılgın ve hasta Türkler…

15 Ekim 2014 Çarşamba

Refakatçi sorunu...


Birkaç gün önce Zeytinburnu'nda bulunan Akşemsettin tramvay durağındayım, tekerlekli sandalyemle bana ayrılmış bölmeden geçiş yapacağım.

Geçiş yaptığım bölmeyi bir kapıyla kilit altında tuttuklarından birinin gelip o kapıyı açması gerek. Kapıyı açmakla görevli arkadaşsa kulübesinde değil, beni göremez. Görevli arkadaş beş on metre ileride bir arkadaşıyla sohbet ediyor, ben onu görüyorum ama o beni görmüyor.

Kıpkırmızı kollu tişörtümle defalarca el salladığım halde yine beni görmedi.
Durağa girmek için Akbil basan bir ufaklığı gördüm ve onun yanıma gelip kilidi kaldırıp kapıyı açmasını istedim. Ufaklık kilidi kaldırıp kapıyı açtı bende durağa girdim, içeri girince tekerlekli sandalyemle geri döndüm ve çocuğa “al Akbil kartımı kullan içeri gir, benim refakatçi hakkım var” dedim.

O ana kadar suskun kalan görevli “olmaz o senin refakatçin değil, bu yasak” dedi, bende döndüm görevliye “senin yapman gereken işi o yaptı, işinin başında neden durmuyorsun, benimle ilgilendiği için o benim refakatçim” dedim. Zaten tartışmadan huzursuz olan çocuk ortadan kayboldu, bende arkamı dönüp görevliyi arkadaşıyla sohbete bıraktım.

Kraldan çok kral var, boşu boşuna ücret alanla dolmuş bu ülke… Hem işini yapmıyor hem de refakatçi hakkımı engelliyor. Sanki cebinden para çıkıyor, para çıkıyorsa benim cebimden para çıkıyor. 

Kanser illeti...

Bazı insanlar genlerinden dolayı, bazı insanlar anne karnında, bazılarıysa doğum sırasında kafasına veya bedenine bir hasar alır. Bazısı da bebekliğinde çocukluğunda oyun oynarken kendine zarar verir ve ileriki yıllarda yaşamını etkileyecek bir sağlık problemi ile karşı karşıya kalır.

Yaşamının ileriki yıllarında başka bir darbenin verdiği şiddetle de, var olan o hasar azar ve bir hastalıkla gün yüzüne çıkar. Darbeden kastimse doğum yaparken zorlanma, hapşırma tıksırma, tuvalet sırasında kabızlık zorlanması, sinirlenme kızgınlık üzülme.

Kanser hastalığı insanın vücudunda baskınlığını artırmak ortaya çıkmak için vücudun savunmasız olmasını bekler. Doğum anı, çocuklukta oyun oynarken geçirilecek önemsiz bir kaza veyahut hapşırma tıksırma kabızlık.

Bu konuda aklıma gelen ilk örnekse benim, ben yirmi yaşımda beyin kanaması Anevrizma geçirdim ve vücudumun sol tarafım felç oldu. Beyin kanamama üzülme sebep olmuş olamaz, çünkü ertesi gün amcamın oğlunun nikahı vardı sevinçliydim, hapşırma tıksırma kabızlık gibi bir sorunum olduğunu hiç hatırlamıyorum.

Beyin kanaması geçirmem için ortada bir sebep yok, sadece doktorların öylesine söylediği sebepler var. Aslında doktorların bu söylemlerinden biri benim aklıma şimdilerde yatıyor, beyin kanamasına sebep anne karnında kanamaya neden olan damarın dış yapısının gelişmemiş olması ve yirmi yaşımda yırtılarak beynime kan sızdırması.

Anne karnında oluşan beyin hasarının yirmi yaşıma girdiğim günlerde nüksetmesi beyin kanamasına olmama yol açtı.

Açıklaması çok basit; hasar vardı, ama yıkıcı değildi. Yirmi yaşında olan bir tetikleme o hasarı yıkıcı hale getirdi. Hasarı yıkıcı hale getiren neydi, bilmiyorum, sorgulamıyorum. Bir şey oldu ki, o hasar büyüdü de beyin kanamasına neden oldu. Bunun bir sürü sebebi olabilir; hapşırma, tıksırma, kabızlık, sıcak hava veya kafa aldığım önemsemediğim bir darbe, vs vs vs.

Son yılların moda hastalığı olan kanseri göz önüne alırsak, elinizi ne tarafa sallasanız bir kanser vakasına rast geliyorsunuz. Beyinde Göğüste Akciğerde Karaciğerde Midede Bağırsaklarda her yerde kanser var. Genetiği bozulmuş ürünler, sanayileşme, betonlaşma, içme suları, egzoz gazı, alkol sigara uyuşturucu uyarıcı derken birçok etken ortaya çıktı ve kanser vakaları çoğaldı.

Genetik yoluyla kansere sahip olmasanız bile doğum sonrası kansere yakalanmamak elde değil. 
Aslında birçok hastalığın sırrı burada, yani sebepsiz hastalık yoktur. Küçücük bir hasar oluşur ve o hasar darbe alır büyür.

Siz, siz olun ve sağlığınızı önemseyin! Sağlığınızı kaybederseniz eğer, huzurunuzun mutluluğunuzun, işinizin gücünüzün ve varlığınızın bir önemi kalmaz, tüm yaşamınız mahvolur.  

9 Ekim 2014 Perşembe

Tıp sektörü


2004 yılında aynı beyin MR filmimle İstanbul’un büyük hastanelerinde uzman olan dört ayrı beyin cerrahına gittim, aynı MR filmine dördü de ayrı kanıda bulundu. Sanırım tıp üniversiteden üniversiteye değişebilen bilgilerle öğretilen bir dal.

Engelliye bile çıkar ilişkisi...

10.07.2014
Sabah saat 09:30 gibi uyanıp televizyonu açtığım sırada cep telefonum çaldı, karşımdaki bayan beni yarın akşam Zeytinburnu belediyesinin verdiği İftar yemeğine davet etti. Bu teklife teşekkür ettim ve davetlerine gelemeyeceğimi belirttim.

Ret etmemin başlıca nedeni davetin bir siyasi partiden geliyor oluşu. Her ne kadar ilçe belediyemiz bu daveti veriyor olsa da, belediyeyi bir siyasi parti temsilcisi yönetiyor.

Türkiye'de muhtarlık belediyecilik valilik cumhurbaşkanlığı koltuğundayken siyasetten kopamaz, illaki siyaseti kullanır. Aslında olması gereken bu gibi makamlara oturmuş kişilerin toplumun tüm kesimini kucaklayan bir görüşe sahip olmasıdır.

Makamda oturması için bir siyasi partiye üye olması veya o siyasi partiden aday gösterilmesi gerek, ama o makam koltuğundayken siyasi görüşün kenara itilmesi gerek.

Bu İftarlarda da böyledir, bayramlaşmalarda da böyledir, dernekçilikte de vakıfçılıkta da böyledir, sergilerde kermeslerde de böyledir, konferanslarda seminerlerde bilgilendirme toplantılarında da böyledir.

Biz Türkler siyaseti her yerde kullanırız. Hangi siyasi güç tepede ise onun peşinde koşan bir toplumuz. Her zaman rüzgarın estiği yöne gideriz, hiç bir zaman rüzgara karşı ilerlemeyi güçlenmeyi düşünmeyiz.

Yardım veya destek toplantılarında flamalar bayraklar logolar her yerde olur.

Ben siyaseti sevmem, ilgilenmem, umursamam, duyarsız kalmaya çalışırım, çünkü çıkar ilişkisine dayalıdır, çünkü ego tatminine dayalıdır. Hiç bir siyasi partiye üyeliğimde yoktur sempatikliğimde yoktur, çünkü Türkiye'de siyaset çıkar için kullanılır, ego tatmini için kullanılır.

Eğer tarafsan diğer taraf tarafından bertaraf edilirsin, haklı olsan bile yerin dibine gömülürsün. 
Engelliliğin siyasi görüşü olmaz olamaz, engelliliğin sporu olmaz olamaz. Engelin dili dini ırkı da olmaz olamaz. Eğer bir engelliye bir düşküne bir esaret altında yaşayana yardımda destekte bulunulacaksa bu yürekten yapılmalı ki vicdani rahatlama sağlanabilsin.

Bazı engelli arkadaşlarım bazı siyasi partilerin davetlerine olumlu karşılık verip etkinliklerinde bulundukları için pişmanlar, çünkü sağlıklar sadece işleri düştüğünde kendileri ile ilgili alakalı oluyorlarmış. Ne zaman bir etkinlik olsa sağlıklar yanlarında bitiveriyorlarmış.

Ben bunu bildiğimden o tür etkinliklerden organizasyonlardan uzak durmayı seçerim, kendimi kullandırtmam.

2 Ekim 2014 Perşembe

Avşa Tekirdağ arabalı feribotunda dümen kilitlenmesi

24.08.2014 14.30
Avşa’dan Tekirdağ’a dönüşümüz sırasında feribotta çok büyük bir tehlike atlattık…

Saat 13:30 gibi Avşa adasında YavuzNaz arabalı feribotu aracımızı park ettik, saat 14:00’de de feribot Marmara denizine doğru açıldı, saat 14:30 civarı da Marmara adasından yolcu almak için yanaştık. Bu feribotlar Avşa adasında bir limana uğruyor, Marmara adasında ise iki limana uğruyor.

Marmara adasında ilk limana uğradık yolcumuzu aldık, Marmara adasının ikinci limanına gitmek için yola çıktık. Marmara adasının ikinci limanı biraz sapa, yani iyi manevra yapılmak zorunda. Ben aracımızın içinde olduğundan olayı tam göremedim, ama feribotun siren sesini ve kıyıdaki insanların bağırış çığırışlarını duydum, feribotun yanından telaşlı bakışları koşuşturmaları gördüm. Feribotun motor sesinin zorlandığını da hissettim.

Gözüm bir ara dalgakıran üzerinde olan amcaya takıldı, amca yerinde duramıyor hopluyor zıplıyor elindeki şapkayı sallıyordu. Hemen saniyesinde bir gariplik olduğunu hissettim ve “anne baba bir yerlere tutunun” diye bağırdım. Ben öyle dedikten birkaç saniye sonra, feribot yavaşladı ve durdu. Devasa büyüklükte olan o feribotun durması çok zor, ama durdu.

Limanda koşuşturan o amcayı asla unutmam, eline aldığı şapkasını nasılda sallıyordu, sahilde denize girenlere nasıl bağırıyordu. Orada yaşayan insanlar deniz araçlarının nereden gelip gittiğini nasıl yanaştığını veya ne kadar hızda olması gerektiğini çok iyi bilir.

Feribotumuzun kaptanı limana yaklaşırken dümen kilitlendiği için dönüşünü tamamlayamadı ve doğruca kıyıya doğru sürüklendik, kumsalda denize girenlerin üzerine gitmeye başladık. Feribotun hızı düşmeseydi Marmara adası sahiline godoslama girecektik, hem sahilde denize girenler zarar görecekti, hem de biz feribottakiler.

Kaptan olaydan birkaç dakika sonra bu açıklamayı yapıp yolculardan özür diledi...

Ben yan taraftan kıyıya aşırı yanaştığımızı gördüm, ama kumsalda denize girenlerin üzerine gittiğimizi görmedim. Kardeşim “ağabey sahildeki insanlar çok kötü oldu, feribot kıyıya o kadar çok yaklaştı ki, karaya on metre kala filan durduk” dedi. Feribotun ağırlığı binlerce ton vardır, bunun yanında içindeki yolcuları araçların ağırlığı da yüzlerce ton vardır, yani hızımız ne kadar düşük olursa olsun, karaya dokunduğumuz an tüm feribot alt üst olurdu. Tüm araçlar birbirine girer yığın olur, yaralanan ölen olurdu. Maddi kaybı bırakın, feribotta o sırada yüzlerce de insan vardı.

Neyse ki ucuz atlattık ve sağ salim Tekirdağ’a ulaşabildik. Tekirdağ’da limana yaklaşırken bir baktık, limanda polis ambulans araçları, denizcilik bakanlığıma bağlı araçlar tepe lambalarını yakmış kaptanın ifadesini almak için bekliyordu.