19 Temmuz 2013 Cuma

29 mayıs hastanesi

Saat 11:10’da birkaç gün önce muayene olduğum 29 Mayıs hastanesinden beni aradılar ve “Abdullah bey fizik tedavi muayenenizden sonra egzersiz almanıza karar verildi, ama alacağınız tedavide pürüz var.

Yasalarda benim üç yılı geçmiş kişileri özel hastaneler tedaviye alamıyormuş... "Sizin 17 yıllık bir geçmişiniz olduğu için sizi tedaviye alamıyoruz” dendi. Bende sinirlendim biraz ve teşekkür edip konuşmayı bitirdim. Muayene için harcadığımız enerji ve sağ kol dirsek filmini çektirirken benden alınan 30.- TL’yi hastaneden geri almaya karar verdim. Yasaları kanunları araştırmadan beni neden ararlar ki bilmiyorum, burada bir oyun var ama çözemedim.

O kadar hazırlandık, anne babamı yanıma aldım sıcakta bir sürü yol yürüdüler, yol masrafı yaptılar, muayene esnasında beklediler. Sağ kolumun dirseği için röntgen istenildi, gittim çekildim 30.- TL verdim, anne babam ve benim için bir yorgunluk oluştu bir manevi çöküntü oluştu. Artık eski ben olmadığı için, bu gibi davranışlara pirim veremiyorum haksızlığa gelemiyorum. Yıllardır sağlık sektöründe çok ezdiler bizi, artık hiç ezdirmeyeceğim kendimi ve anne babamı.

Özkan’ın dediği gibi; ağabey seni tedavi etmek için çağırıp olanaklarını görmeni sağlıyorlar, sonra da bahane öne sürüp ücretsiz muayeneyi ücretli tedaviye çevirmek istiyorlar, dedi.

Egzersiz seanslarım saçma sapan bir sebeple iptal edildiği için moral bozukluğu yaşadım, çünkü Botoks olduktan sonra yapılacak egzersiz seanslarını 29 Mayıs hastanesinden alacağım tedaviye göre ayarlama yapmıştım. Çok sinir olduğum için telefon görüşmelerine sinir olduğum için Vatan caddesindeki hastanelerine gidip röntgen fişini verip 30.- TL’yi geri aldım, “mademki seansları iptal ettiniz, çekilmiş olduğum röntgen filminin parasını almak hakkım” dedim. Birde beni “ücretsiz tedaviye aldıklarını” söylemişlerdi, ücretsiz tedavi dedikleri de devlet fonundan yapılan engelliler için ayrılmış harcama.

Sağlığımın düzelmesi için “yüzme sporu yap” diyorlar, gidiyorum yüzme salonuna “senin yaşın 16’dan büyük, 16 yaşından büyükleri almıyoruz” diyorlar. Özel hastaneden ücretsiz tedaviye çağırıyorlar, ücret alıyor daha sonra “siz üç yılı aşmış bir engellisiniz, size tedavi uygulayamayız çünkü yasalar buna uygun değilmiş” diyorlar. 

Bıktım bu bilinçsizliklerden oyun oynamalardan, artık duyarsız kalamıyorum…

Dışarıda olduğum için hemen Akşemsettin tramvay durağına gittim, oradan da Aksaray’a giden metroya binip Emniyet durağında indim. 29 Mayıs hastanesine gidip 29 Mayıs hastanesine giriş yapıp, önüme çıkan ilk banko önünde durup, durumu anlattım dirseğimin röntgen filminin fişini verip iptalini istedim “ben bu paranın iadesini istiyorum” dedim. 10 dakika filan bekledim, bu sırada sekreterse telefon trafiğinden sonra bana 30.-TL’yi iade etti. Paramı alıp geri dönmem bir buçuk saati buldu, ama paramın onlarda kalmasına engel oldum.

Kim bilir kimler parasını bırakıyor bu gibi yerlerde.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Bedros Şirinoğlu'na mektup...

Birkaç haftadır üzerinde uğraştığım bir mektubu bugün Heleşükür bitirip kağıda döktüm…

Surp Pırgiç ermeni hastanesine gidip gelirken hastane koridorlarında sehpalar üzerinde bulunan broşürlerde Ermeni Cemaat Başkanı olan Bedros Şirinoğlu’nu tanıdım. 

Bu broşürlerde onu görünce birden bir ışık belirdi ve Bedros Şirinoğlu aşağıdaki mektubu defalarca derleyip düzenledikten sonra kağıda çıkarttım. Birkaç gün önce kırtasiyeden almış olduğum naylon kap içine bu yazdığım mektubu koyup Surp pırgiç ermeni hastanesine gittiğim bir gün Bedros Şirinoğlu’na vereceğim.

Hem konuşarak zorlanmayacağım hem de yazarak tüm konuyu ayrıntılı anlatmış oldum, bu mektubumla. 

Yazmış olduğum bu mektubumu Bedros Şirinoğlu’ndan randevu alıp bizzat kendisine vereceğim, bu mektubum yanında da bir adet Biraz daha ışık adlı kitabımdan vereceğim.

                                                                                                                                         
                                                                                                                              15.07.2013
Pazartesi 

Sayın Bedros Şirinoğlu; ben 1976 doğumlu Abdullah Ünal, yaşamını tekerlekli sandalyede İstanbul Zeytinburnu’nda sürdüren bir engelliyim. Sağlığım bozulup engelli hale geleli 17 yıl olmuş durumda, bu 17 yılın yaklaşık altı yedi yılı yoğun bakım ve koma halinde anne babamın refakati eşliğinde yatağa bağımlı olarak geçti. Sonrasında da sosyal yaşama katılmış, bilgisayar ve internet kullanan bir kişiyim.

30 Ağustos 1996 gecesi, baş dönmesi ve vücudumun sol tarafımda uyuşma şikayetiyle Surp pırgiç ermeni hastanesi acil servisine gitmiş, ilgisizlik ve umursamazlık sonunda bir sedye üzerinde altı saat bekletildikten sonra, “başka hastaneye götürün” denilerek baştan savılmış bir kişiyim. Bir otomobilin arka koltuğunda Cerrahpaşa tıp fakültesine sevkim yapılırken de oturur pozisyonda kustuğun için kusmuğum ciğerlerime gitmiş ve sonrasında komaya girmiş bir kişiyim. Ciğerlerime giden bu kusmuk daha sonraki tedavi sürecimde karşıma enfeksiyon olarak bana geri döndü ve beni yoğun bakımda komada aylarca tutu. Cerrahpaşa tıp fakültesi acil servisinde beni karşılayanlar, kasılmalarımı görünce ve kustuğumu öğrenince beyin kanaması geçirdiğimi anlamış ve hemen yoğun bakıma aldırmışlar.

Sonradan öğrendiğime göre, benim beyin kanaması geçirdiğimi Cerrahpaşa tıp fakültesi acil servisinde bir hemşire veya bir hasta bakıcı anlamış. 

Ben; bilgili bilinçli eğitimli bir kişiyimdir, medeni modern çağdaş bir kişiliğim vardır. Surp pırgiç ermeni hastanesi acil servisinde yaşadığım acıya rağmen, sağlığımda bozulma olduğunda Surp pırgiç hastanesine tedaviye gider gelirim, tedavi gören tanıdıklarımı ziyarete gider gelirim ve hatta birkaç gün önce hastanenizden fizik tedavi rehabilitasyon bölümünde Hande Kızıltaş’a muayene olmuş bir kişiyim.

Hastaneye her geliş gidişimde 1996 yılında yürüyerek giriş yaptığım acil servis kapısı önünden gelip geçerim ve bu beni hiç rahatsız etmez.

Bu 17 yıl içinde birçok sorunla karşılaştım, bugünlere gelene kadar çok uğraş verdim ve şu an sağlığım neredeyse düzeldi. Konuşamıyordum göremiyordum duyamıyordum hissedemiyordum, ama altı ay içinde bu algılarım geri geldi. Yatalaktım, bir yıl sonra oturur hale geldim. Ayağa kalkamıyordum, beş altı yıl boyunca evde uygulanan fizik tedavi egzersizle ayağa kalktım. Yürüyemiyordum, yedi sekiz yıl sonra fizik tedavi rehabilitasyon ve egzersizle paralel barda adımlamaya başladım. Hastalığımın ilk altı yedi yılında ev içinde annem babam olmadan işlerimi halledemez durumdaydım.

Altı yedi yıl ev içinde yaşamımı sürdürdükten sonra 15- 20 günde bir dışarı çıkmalarım başladı, dışarıya çıkıyordum ama kollarımı tam olarak hareket ettiremediğim için kardeşlerim yanımdan hiç ayrılmaz beni korur kollarlardı. Şu an bağımsız olarak yürüyebilmek için, hala Walker ve Tripod ile çabalıyorum.

Beynimdeki hasar o kadar büyük ki, aradan geçen 17 yıla rağmen hala vücuduma hükmetmeme izin vermiyor. Bu hasarın bu kadar yıl sonra bile iyileşmemiş olmasının nedeni, Surp pırgiç ermeni hastanesinde boşu boşuna saatlerce bir sedye üzerinde bekletilmiş olmam ve Cerrahpaşa tıp fakültesine ambulansla değil bir otomobilin arka koltuğunda gönderilmiş olmamdır. Eğer acil serviste daha erken müdahale edilip çare bulunamadığında başka hastaneye gitmem istenseydi ve en önemlisi “başka hastaneye götürün” denildiğinde sevkim ambulansla yapılsaydı yatar pozisyonda olacak kusmuğum ciğerlerime değil dışarıya giderdi.

14 yıl iki oda içinde tek sosyal yaşamım bilgisayar ve internetti…
Ama 14 yılın sonunda çok daha iyi bir sosyal yaşantı içine girdim, çünkü bir akülü tekerlekli sandalye sahibiydim ve sokaklarda özgürce geziyordum. 14 yıl sonra sokaklarda kendi kendimi yönetiyordum, 14 yıl sonra ev dışında kendi irademle yanımda kimse olmadan, dışarıda geziyor karnımı doyuruyor giyeceğimi alıyor, yiyecek ihtiyacımı gezinme ihtiyacımı kendim karşılıyordum. Faturalarımı kendim yatırıyor, maaşımı atm’den kendim çekiyor, Açıköğretim sınavlarıma kendim gidiyor geliyordum.
 
2002 yılında Danimarka Kopenhag’da yaşayan Türk yazar Zeynel Kozanoğlu ile internet yoluyla tanışıp, onunla beraber bir yıl boyunca sadece internetten yazışarak, hayatımı ve engelli yaşamımı anlatan bir kitap çıkarttık. 2003 yılı Mart ayında çıkmış olan bu kitabımın adı Biraz Daha Işık idi. 296 sayfalık bu kitapta, benim yaşamım, engellilerin yaşamı, olması gerekenler, beklentiler ve Zeynel Kozanoğlu’nun birikimleri yer aldı.


Ben size 2003 yılında çıkmış olan kitabım Biraz Daha Işık adlı kitabımdan hediye ediyorum, sizden bu kitabı okumanızı ve kitap hakkında düşüncelerinizi almak istiyorum. Şu an hala yaşamımı yazıyorum, yazdıklarım daha kapsamlı ve ayrıntılı. Hastanelerde yaşadıklarımı yazıyorum, sosyal yaşama ayak uydurmamı yazıyorum, engellilerin evde ve sokaktaki yaşam şartlarını yazıyorum, engelli olmamak için yapılması gerekenleri yazıyorum, Türkiye şartlarında engellilerin durumunu yazıyorum, Türkiye’de sağlığa verilen önemi yazıyorum, vatandaşımızın engelliler hakkında bilinçlenmesi için tecrübelerimi yazıyorum.

Yazma kabiliyetimi geliştirdim ve şu an ikinci kitabımı çıkartma çabası içindeyim, inancım bu yazdıklarımın da bir kitap olacağı yönünde. Eğer o kitabımda çıkarsa, size hediye edeceğim.

Sizden bir beklenti içinde değilim, zaten bu saatten sonra maddi veya manevi olarak kanuni bir hakkımın olmadığını biliyorum. Aslında ömür boyu taşıyacağım bu sağlık problemi için dava açma hakkım, neden beş yılla sınırlı olduğunu anlayamıyorum. Bu konuyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı sayın Cemil Çiçek’e yeni anayasa çalışmalarında dikkate alınması gereken hususlar arasında, bu beş yıllık sınırın süresiz olması konusunda çalışma yapılmasını istemiş bir kişiyim.

Biliyorum ki; bir devletin kurtuluş amaçlarından biridir, vatandaşının haklarını korumak kollamak.

Benim bu mektubu bu kadar yıl sonra yazmamdaki amacım; hem size kitabımı hediye etmek hem de sağlığımın son yıllarda daha iyiye gitmesiyle sosyalleşmemin artması, sizi kendimden haberdar etme isteğinin oluşmasına neden oldu. Ayrıca benim düştüğüm duruma başkalarının düşmemesi için acil servisinizde daha duyarlı olunması düşüncesi görüşündeyim.

14 yıl evde iki odada yaşamımı sürdürdükten sonra, 2010 yılında akülü tekerlekli sandalye ile ev dışına çıkmış bir bedensel engelli olarak sizi kendimden haberdar etmenin iyi olacağını düşündüm.
                                                                                                                                                                                                                                                  Abdullah Ünal




                                -----------------------



18.07.2013
Saat 12:30 civarı...
Surp pırgiç ermeni hastanesi girişinde bulunan güvenlikçi arkadaşa “yönetim kurulunun sekreteri ile bir görüşme yapmak istiyorum” dedim, o da telefon edip durumu anlattı ve sekreter yanıma geldi. Hanımefendi yanıma gelince “ben Bedros beye bir mektup yazdım birde kitabımı hediye edeceğim acaba onunla görüşmem mümkün mü?” Diye sordum, o da yine aynı cevabı verdi “Bedros bey bir toplantıya gitti anca gelecek hafta burada olur” dedi. Bu ikinci geri çevrilişim, bu ikinci “toplantı da” denilerek geri çevrilişim.

Sanırım; Surp pırgiç ve Bedros Şirinoğlu durumun farkına vardı, mektubu ve kitabı alıp konuyu legalleştirmek istemiyorlar.

----------------------------------------------------------------------------

30.07.2013
Saat 14:30
Bugün bir kez daha Surp pırgiç ermeni hastanesine Bedros Şirinoğlu’nu görmeye, yazdığım mektubu ve kitabımı vermeye gittim, ama yine ona ulaşamadım. Ben oraya gittiğimde Bedros Şirinoğlu içerideydi ve hatta bir bakanla toplantıdaymış, 03:30’da çıkacağını öğrenince hastane önünde bekleyeceğime gidip Erey çay bahçesine çay içtim. Bir yandan çay içiyorum diğer yandan bakanın aracını kesiyorum. Çay ile ilgilendiğim sırada bakanın aracı gitti, bende hemen kalkıp hastaneye gittim, hastaneye gittim ama Bedros Şirinoğlu’nun yerinde yeller esiyordu, kapı önündeki görevli “Bedros bey çıktı” dedi. Ben şaşırdım kaldım, ne diyeceğimi de şaşırdım ve biraz suratımı asarak oradan ayrıldım. Yine insanlara güvenerek acaba hata mı yapıyorum, kapıdaki görevli samimi konuşuyor, ama Bedros Şirinoğlu patronu.

----------------------------------------------------------------

06.07.2013
Bugün günlerden Salı ve ben yine dışarıdayım...
Bugün 12:00 civarı dışarı çıktım, çünkü evde bayram temizliği vardı. Havanın sıcaklığı aynen devam ediyor, ilk önce sağlık ocağına ve eczaneye uğrayıp ilaçlarımı aldım, daha sonrada Surp pırgiç ermeni hastanesine gidip Bedros Şirinoğlu'na yazdığım mektubu ve kitabımı vermek için baktım, ama Şirinoğlu yine orada yoktu. Sanırım ben bu adama ulaşamayacağım, git gel git gel sıkıldım güvenlik görevlilerini de sıktım. Sabahları erkenden çıkabilsem hastane bahçesinde yönetim kurulu kapısı çevresinde gölge bir yerde beklerim ama sabahları erkenden çıkamıyorum ki.

--------------------------------------------------------

13.08.2013
Bir haftalık aradan sonra bugün tekrar Surp pırgiç ermeni hastanesine gittim, gittim ama Bedros Şirinoğlu yine yoktu… Bedros Şirinoğlu bugün hiç gelmemiş. Hemen hemen bir aydır dört beş defa gitmiş olduğum Surp pırgiç ermeni hastanesinde Bedros Şirinoğlu'na ulaşabilmiş değilim.

Bugün, kapıdaki görevliye yanımda bulunan kitap ve yazmış olduğum mektubu vermeye kalktım, ama görevli almadı ve "Bedros bey iki gün sonra Perşembe günü burada olur, çünkü iki gün sonra toplantı var" dedi.

Görevlide bir art niyet sezinledim, sanırım yanlış bir algı bu… Çünkü bir engelli olarak defalarca geldiğim halde onu bulamadım, bugün kitabı ve mektubu kapıdaki görevliye vermeye kalktım. Son gelişlerimde gelip gitmelerimden sıkıldığımı belirtmeye başladığım halde, mektubu ve kitabı alıp Bedros beye vermek istememesi bende bu hissi uyandırdı.

-----------------------------------------------------------------------

15.08.2013
Saat 13:00 gibi dışarı çıktım...
Bugün Salı, havanın sıcaklığına ve saati erken olmasına rağmen ben yine dışarıdayım. Yok ben bu Bedros Şirinoğlu’na ulaşamayacağım. Bugün dışarıya çıkar çıkmaz akülü tekerlekli sandalyemle Surp pırgiç ermeni hastanesine gittim. Kapıda görev yapmakta olan güvenlik görevlisi bayan beni görünce hemen gülümsemeye başladı, diğer erkek güvenlik görevlisi nedense ortalarda yoktu. Bayan görevli gülümsemeye başlayınca Bedros Şirinoğlu'nun gelmediğini anladım, görevlinin yanına gittiğimdeyse Bedros Şirinoğlu'nun tatile çıktığını ve 15 gün gelmeyeceğini öğrendim. Ya bende şans yok ya da ilerlediğim yol yanlış. Oysa ki bugün onu kesin göreceğim hissi vardı içimde, erkek olan görevli iki gün önce bana Bedros Şirinoğlu için bugünden için “kesin burada olur” demişti. Bugün oraya ilk gidişimde Bedros Şirinoğlu’da yoktu, o güvenlik görevlisi de yoktu.

Bedros Şirinoğlu’nu göremeyeceğim hissine kapıldıktan sonra, çay içmek için gittiğim Erey çay bahçesinde çocukluğumdan bu yana tanıdığım Levent ağabeyi gördüm. Ona yaşadığım bu süreci anlattım da, o da bana “Bedros’u tanıyorum eğer bir sonuca ulaşamazsan mektubunu ve kitabını ben ona ulaştırırım” dedi ve masada bulunan kitapçıktan okuyarak “vicdan kültürü bir toplumun insanlık değeridir” dedi.

--------------------------------------------------------------

28.08.2013
Bugün bir kez daha Surp pırgiç Ermeni hastanesine Bedros Şirinoğlu’nu görmeye gittim, kendisi hala tatilden gelmediği için yoktu. Sanırım yüz yüze görüşmekten vazgeçeceğim, benim gibi sabırlı bir insanı bıktırıp yolundan geri döndürdüler ya.

---------------------------------------------------------------

24.09.2013
Öğleden sonra saat 16:00 civarı Topkapı tarafında bulunan Ups adlı posta servisine gittim, aylardır defalarca Surp pırgiç ermeni hastanesine gidip ulaşamadığım Bedros Şirinoğlu’na, Biraz daha ışık adlı kitabımı ve yazmış olduğum mektubu postaladım. Mektubu ve kitabı Bedros Şirinoğlu’na ulaştırmak için o kadar çok çaba sarf ettiğim halde bunu beceremedim, en sonunda aklıma posta geldi, mektubu ve kitabı Surp pırgiç ermeni hastanesine Bedros Şirinoğlu’na postaladım. Postanın içine ayrı bir yazı yazacaktım “hastaneyi defalarca ziyaret ettim ama size ulaşamadım” diyecektim ama gerek görmedim çünkü Bedros Şirinoğlu’nun hastaneye gelip gitmelerimden haberi olduğunu düşünüyorum.

------------------------------------------------------
25.09.2013
Dün Ups posta şirketiyle Surp pırgiç ermeni hastanesine göndermiş olduğum paket bugün saat 12:26’da Surp pırgiç ermeni hastanesine ulaşmış. Benim üç aydır ulaşamadığım Bedros Şirinoğlu’na Ups bir günde ulaştı.

Ben Surp Pırgiç Ermeni hastanesinin acil servisinin ihmali sonucunda engelli hale gelmiş birisiyim.

Ben yaşamını yaşadıklarınıyazan bir kişiyim, ben yazdıklarını insanımızla paylaşmak isteyen bir kişiyim. Ben kimseye kin nefret öfke besleyen bir kişi değilim, yaşamımı mahvettiği halde Surp Pırgiç hastanesine kin nefret öfke beslemem.

Benim Surp Pırgiç Ermeni hastanesi ile yıllar sonra muhatap olmak istememin başlıca sebebi, hem benim o hastanede yaşadıklarımdan haberdar olmalarını sağlamak çünkü 17- 18 yıl olduğu halde benim yaşamımı mahvettiklerinden habersizler hem de beni engelli hale getirdikleri için benden bir özür dilemeleri beklentisi içindeyim.

Eğer benden özür diler ve şu an onlardan bir şey isteyip istemediğimi sorarlarsa da, “sizden hiçbir beklentim yok, tek yapmak istediğim var o da yaşamımı ve engelliliği yazıyorum ve yazdıklarımı kitap haline getirmek istiyorum” diyeceğim. Eğer bu konuda destekte bulunup bulunamayacaklarını soracağım, ama sanmıyorum bana geri döneceklerini sanmıyorum.
Defalarca kapılarına gittiğim halde beni umursamayanlardan ne beklenebilir ki.

Yazdıklarımın kitap haline gelmesi için uğraş veriyorum. Yazdıklarımı kitap haline getireceğim başkalarıda okuyacak ve engelli olmamak için uğraşacaklar, biz engellilerin ne zorluklar sorunlar yaşadığını öğrenecekler. Duyarlı bilgili bilinçli bir toplum olacaklar ki, gelecekteki sağlıklılar ve engelliler güzel bir ülkede yaşayacaklar.

Eğer ülkemizi bu haliyle onlara bırakırsak, onlara ihanet etmiş oluruz.

Tüm dünya insanı engellilere karşı duyarlı, engellilerin yaşamını önemsiyor ve onların daha iyi bir yaşam standardı olması için gayret ediyor, ama biz Türkler engellileri düşünmüyoruz, onları umursamıyoruz onları görmezden geliyoruz.

Geleceğimiz yarınlarımız duygusuz duyarsız umursamaz olmasın diye yazıyorum ve bunu kitap haline getirmek istiyorum. Son birkaç yıldır çok çabaladım uğraş verdim, ama kitabıçıkartamadım. Pes etmeye niyetim de yok. Gerekirse gazetelerin ücretsiz ek vermesini sağlarım hiç karşılık beklemeden, gerekirse de yazdıklarımın tüm haklarını devreder kitabın basılıp dağıtılması için sesimi çıkartmam.

--------------------------------

13.11.2013
Bir ay veya kırk gün önce Surp pırgiç ermeni hastanesi Bedros Şirinoğlu’na taahhütlü olarak atmış olduğum mektubuma ve kitabıma hala bir cevap gelmedi.  Bedros Şirinoğlu bana iki satır cevap yazacak kadar veya telefon ederek iki söz söylenecek kadar bile değer vermedi.

İnsanlara yapıcı yaklaşmaya çalışsam da, onlar bana cevap vermeye çekiniyor ve beni çileden çıkartıp kendilerine kötü konuşmam için uğraşıyorlar.

Kitabımı ve mektubumu vermek için defalarca hastaneye gedip geldiğim biliniyor, bunu yapamayınca, mektubumu ve kitabımı posta yoluyla yolladım ve eline bir günde ulaştırdım. Ulaştı ulaşmasına da, Bedros Şirinoğlu tarafından önemsenmedikten sonra çabam hiçbir işe yaramadı ki.

Aslına bakılırsa benim elimden geleni yapmış olmam ve bunun Bedros Şirinoğlu tarafından görülmemiş olması, zaferin benim olduğunun bir belirtisi. Bana herhangi bir şekilde ulaşıp “Abdullah bey kitabınızı ve mektubunuzu aldım, teşekkürler, bu konuda bir cevap yazacağım”  veya “kitabınızı ve mektubunuzu aldım bu konuda bir cevap yazmayacağım” diyebilirdi.

Bir cevap vermemiş olması, Ermeni vakıfları başkanı Bedros Şirinoğlu’nun seviyesini belirtir.

Çevresindekiler ve Bedros Şirinoğlu farkında ki; Surp pırgiç ermeni hastanesi, 1996 yılında yaşadıklarım konusunda yüzde yüz suçlu. Benim kimseden bir beklentim yok, ben sadece yaşadıklarımdan haberdar olunmasını istiyordum, o da oldu.

Şimdi istedikleri kadar inkar etsinler, istedikleri kadar beni umursasınlar umursamasınlar, istedikleri kadar “bir hastane olarak insanları umursuyoruz” desinler, Surp pırgiç iki satır cevap yazmadığı için Bedros Şirinoğlu sayesinde puanını sıfıra indirdi. Ve bu saatten sonra da bende hoşgörü beklenmesin.  

14 Temmuz 2013 Pazar

İstanbul Times Tv ; Herşeye rağmen ; röportaj

Bugün Nurşen hanım ve Erhan adlı genç bir arkadaş eve gelip bir saatliğine bir misafirim oldu. 

Ziyaretlerinin sebebiyse benimle bir röportaj yapıp internetten yayın yapan İstanbul Times adlı televizyon kanallarında yayınlamaktı. Niyetleri, insanımızı engellilere karşı bilinçlendirip bilgilendirmek, daha güzel bir toplum yaratmak. 

Evimizin salonunda Erhan adlı arkadaş profesyonel kamera ile çekim yaptı. Nurşen hanımsa bana sorular sordu, ben yanıtladım. Yaklaşık yarım saatlik bir röportaj oldu, bu röportajlara yeni başlanmış olsa da Nurşen hanım çok rahattı, bense biraz kendimi kasmış olsam da genelde güzel bir çekim oldu. Nurşen hanım bu durumlara alışkın sürekli bu gibi durumlarla karşı karşıya kalıyor toplantılara konferanslara gidiyor, ama bu benim kameralı bir ortamda başıma gelmiş ilk röportajımdı. Kameraman Erhan’a göre ise çok güzel bir çekim olmuştu.

Sorular genelde engellilikle ilgiliydi, sadece bir soruda köşeye sıkıştım. O soru “Abdullah gönül işlerinden biraz konuşalım” sorusuna ben “gönül işleriyle aram iyi değil, çünkü karşı cinse güvenim yok” diyerek kısa kestim. Ayrıntıya girmedim, çünkü çok uzardı ve ağzımdan kötü sözler çıkabilirdi. Aslında bu soru çok güzel bir soru, ama ben bu konuda baya yaralıyım. Ben “güvenim yok” deyince Nurşen hanımda konuyu fazla uzatmadı ve konuyu kapattı.

Derler ya; susarak kazandıklarını konuşarak kaybeden aptaldır.
Son üç dört yılda karşıma çıkan üç dört kişi canımı öyle yaktı ki, amaçları beni kullanmaktı” desem, olmaz uzun uzadıya açıklama yapmak gerekir. O yüzden “güvenim yok” deyip konuyu kapattım. Yoksa benim veya biz engellilerin birilerine tabi ki ihtiyacı var. Bazıları; kendine kendin gibi engelli arkadaş dost sevgili bulamıyor musun? Bende “ben zaten engelliyim, birde karşımdaki engelli olursa olmaz ki” derim.

Her iki taraf engelli olursa… Olmaz ki!
Bazen olabilir, ama iki tekerlekli sandalyeli veyahut bakıma muhtaç bir engelli bir başka engelli ile yaşamını idare edemez ki.
Karşıma o kadar basit ve çıkarcı insanlar çıktı ki, kendime defalarca “neden ben bu kadar şansızım” dediğim olmuştur. Yüreğinde vicdan, beyninde aklı zekası olan bir insan, neden karşısına çıkan bir insana tekerlekli sandalyeli diye önyargıyla neden bakar ki? Neden sesi bozuk diye, önyargıyla bakar ki?
Egoları için veya söyledikleri yanlış olduğunu anlayınca pişman olunup, neden “özür” dileme büyüklüğü gösterilmez ki.
Şimdilerde herkes bana karşıma çıkanlar gibi kırıcı olacaklar gibi geliyor.

Bana vicdani duygularla yaklaşıp, aramız ısındıktan sonra, beni işleri için egoları için kullanıyorlar ve sonra bir bahane uydurup çekip giden birçok kişi tanıdım. XXXXXX’si XXXX’i, XXX’si XXX’i XXXXXX’i XXXXXX’ı XXXXX’i…

Bu isimlerin hepsi de egosunu tatmin ettikten sonra, kalbimi kırmış çekip gitmiş kişilerdir. Hepsi beni kadınlardan soğutmuş kişilerdir ve hepsi de basitçe sebeplere sığınıp beni kandırdığını düşünmüş basit insanlardır. Bazısının telefonu kayıtlıdır bende, bazısının Messenger yazışmaları, bazısının da yolladığı mailler mesajlar.
Bana göre Türkiye’deki birçok kadının kızın vicdanı ve kişiliği yoktur, karşı tarafı düşünme gibi vicdani tavrı yoktur, varsa yoksa kendilerini düşünme vardır.

Hani Feministlik diye bir düşünce tarzı var ya, işte o kendi hemcinslerini koruma kollama haklı çıkarmadır, erkek egemen şu topluma başkaldırıyoruz görüntüsü vermektir. Tek düşünceleri tek niyetleri vardır, o da hep hemcinsleri haklı çıkarmak.

Kendi cinslerini koruyup kollayan ayrımcılığı yapan bu Feministler, acaba bana yapılan bu olaya nasıl bakarlar, sormak gerek. Yani hemcinslerinin başkalarını hor basit gördükleri durumlarda düşünceleri ne olur acaba? Hemcinslerinin köşeye sıkışmış bir engelliyle dalga geçmesine ne der?

“Hep ben haklıyım”, “hep benim cinsim haklıdır”, “hep benim hemcinslerim dört dörtlüktür” diye bir şey yoktur. İnsanoğlu çeşit çeşittir, kimsenin dini dili ırkı rengi cinsi görünüşü önemli değildir, bu ayrımcılığı haksızlığı herkes yapar, bunu herkesin bilmesi gerek.
Kadına karşı ikinci sınıf muamelesi yapanlar var, ama kalkıp tüm erkekleri aynı sınıfa sokamazsın. Sen git ilk önce anneleri eğit, çünkü kadınları ikinci sınıf gören o erkekleri hemcinsiniz olan anneler büyütüyor. Eğer bir yerlerde sorun varsa, bu sorunun kaynağı annelerdedir. Anneler yüz yıllardır doğru dürüst çocuklar yetiştiremesin, sonra kalkıp “Türk erkeği neden böyle” de.

Hakka hukuka adalete eşitliğe inanan bir kişinin, Feministliğe suskun kalabilmesine anlam veremiyorum. Kocaların sevgililerin yazarların siyasetçilerin neden suskun kalıyorlar, anlamıyorum.
Birçok kişi evleninceye kadar susuyor, sevgili oluncaya kadar susuyor, ama emele ulaşınca baskı yer değiştiriyor ve konuşan taraf susar, susan taraf konuşur hale geliyor.

Karşıma çıkan bu kadınlar hep benimle oynadı, hep kendi egoları hakim oldu arkadaşlığımıza dostluğumuza. Hep kendileri vardı sohbetlerimizde muhabbetlerimizde, sohbetler başka yönlere kaydığındaysa hep ben suçlu oldum.  

Bundan sonrası için benim ne isimlerini verdiğim bu kadınlara ne de karşıma çıkacak diğer kadınlara güvenim olmayacak. Karşıma çıkacak isimlerini verdiğim bu kadınlara veya karşıma çıkacak diğer kadınlara güvenim olmayacak. Bundan sonra bende onları basite alıp onlarla oynayacağım. Şimdiye kadar ben oyuncaktım, birazda onlar oyuncak olacaklar.

Özellikle benimle oyun oynayanlar karşıma çıktıkları an mahvoldular, eğer yüzleri varsa geri dönüş yaparlar ve sürprizi görürler. Karşılarındaki ben, ben olmayacağım artık, karşılarındaki ben, bir yabancı olacağım ve onlara bir yabancının baktığı gibi bakacağım.

Farkında değiller, belki de umursamıyorlar, ama tren raydan çıktı, rüzgar dalı kırdı, tokat atıldı, laf ağızdan çıktı… Yani geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş durumda. Bazısı derdini sinirini stresini sıkıntısını mutluluğunu paylaştı, bazısı egosunu okşattı kendisini “poh pohlamamı” istedi, bazısı kadınlığını ayaklar altına alıp utandı, bazısı beni kullanıp arkadaşlarına yaklaştı, bazısı maddi beklenti içindeydi. Çoğu zamanda bilgi dağarcığım kullanıldı, bilgisayar bilgim internet bilgim kullanıldı, zaman ayırıp araştırma yapamadıklarında yanlarında hep ben vardım. İşleri bitince de bir bahane bulup ortadan kaybolmayı bildiler.

Bazıları, kadınlara “Şeytan” der, ben bu söylemlere karşı biriyim, ama bende bundan sonra “kadınların bazısı Şeytandır” demeye başlayacağım.

"Ben salak rolü yapan bir akıllıyım”, sadece vicdanım el vermediği için kalpleri kırılmasını istemediğim için susuyorum, yoksa son yıllarda yaşadıklarımdan sorumlu olan kişilere en ağır cezayı vermesini bilirim. Yaradan aklı zekayı sadece kadınlara vermemiştir.

Kalkıp bu saatten sonra benim kadınlara yaklaşmamın istenmesi veya kadın cinsine güvenmemin beklenmesi, bana çok saçma geliyor. İnsanlardan bir beklenti içinde olmamda bana saçma geliyor. Kısacası ben insanlardan özellikle kadınlardan soğudum, soğutuldum, çünkü çıkar ilişkisine dönmüş yaşam. Dostluğun arkadaşlığın kıymetini bilen yok artık.

Beyninde aklı olan bir kişi veya yüreğinde vicdanı olan bir kişi, neden karşısındakinin tekerlekli sandalyede oluşuna veya konuşmasındaki özre bakar. 

Derdin sıkıntının sırrın paylaşımı için birinin yanında olma ihtiyacının doğacağı anları kimse düşünmüyor. Farkında değiller, dostluğun ve arkadaşlığın değeri anca yalnız kalınca anlaşılır.


Son yaşamış olduğum bir olay var; yaklaşık altı ay önce yaşadım, bir yıl önce tanıştığım bir arkadaş, benimle aylarca internette telefonda sohbet muhabbet ettikten sonra aramızdaki ilişki ciddiye binmeye başladı, çok sıkı arkadaş dost olduk ve birbirimize güvenip sırdaş olduk, her konuyu konuşur hale geldik. Bir süre sonra fark ettim ki aramızı soğutmaya uğraşıyor, bu benim zorlu olmamdan kaynaklanmıyordu, ben aynı bendim, ama sadece bazı şeylerin zor olduğunu yeni fark etmeye başlamıştı. Aramızı soğutmak içinde kadınlığına hakim olamamış gibi yapıp utanmış gibi yapıp, “olmaz Apo bazı nedenlerden dolayı aramız soğusun” dedi.

Onunla aramızda geçen son konuşmalardan bir tanesi; Apo senin aldığın maaşla biz yapamayız, ben çalıştığım yerden 2.000 TL üzeri para alıyorum, senin aldığın para ikimize yetmez. Hanımefendi çalışmayacak yorulmayacak, sadece çoğu kadının yaptığını yapacak evde ev kadınlığını yapacak, geçim derdi sıkıntısı olmayacak, derdini sıkıntısını yalnızlığını paylaşacağı birisi olacak, işi gücü sadece kendine ait evinin işleri ve kocası olacak.

Bu arkadaşın kendisi bana “Apo çalışmaktan çok yoruldum, bana senin gibi biri lazım, sen yanımda ol yeter, ben sana bakarım” dedi, kalkıp ben ona böyle teklif yapmış değilim. Alkol sigara kullanmayan biriydi, ama o gün kafası kıyaktı ki herhalde, bana “Apo çalışmaktan çok yoruldum, bana senin gibi lazım, ben sana bakarım, seninle tüm yaşamımı geçiririm” dedi.

Bu arkadaş bir ara da; Apo bir ev al birde otomobil, ondan sonra birilerini aramaya başla dedi. Kendisini tarif ettiğinin farkındayım, ama bunu ona demedim. O bana “ev otomobil al” deyince bende anında “ben ev otomobil alıyım, sonra arkadaşı buluyum sonra onunla evleneyim yaşamaya başlayalım, bir terslik olsa işler ters gidince ben evi otomobili satınca, bu arkadaş beni bırakıp gitmez mi? Dedim. Sonuçta ev otomobil için bana gelmiş biri, ev otomobil ortadan yok olunca çeker giderse, ne olacak. Bana ev otomobil için değil, vicdanın sesini dinleyecek biri gerek.

Benim olayım, ya hep ya hiç.

Yaşım 37 ve bir engelliyim, tüm yaşamım mahvolmuş durumda ve bu kimsenin umurunda değil. Bundan sonrası için adım atarsam geri dönüşüm olamaz. Ben his kaybı olmayan bir kişiyim, yani vücudumun her yerini hissediyorum. Benim için ve bakımımı üstlenecek kişi için bu büyük bir avantaj, gerekli yardım yapıldığı taktirde ben birkaç yıl içinde tüm işlerimin tamamını kendim görebilecek hale gelebilirim. Bana ne kadar çok yardım edilirse, ben o kadar çok çabuk kendime gelirim. Zaman geçtikçe yaşım ilerledikçe de bu sağlığıma dönme işinde geç kalınıyor.

Ben kişisel bakımına dikkat eden ve birçok işini kendi yapan bir engelliyim…

Duruşuna, görünüşüne, hareketlerine, düşüncelerine ve konuşmalarına dikkat eden bir kişiyim.
Konuşurken, kendini düşündüğü kadar karşındakini düşünen bir kişiyim. Karşımdakinin dininin dilinin ırkının düşüncesinin veya hayallerinin benim için hiç önemi yoktur, yeter ki beni ve başkalarını incitmesin. 

Benim gelişmelere geniş bir bakış açım vardır, hiçbir zaman tek yönlü düşünmem. Ayrımcı bir kişiliğim yoktur, tüm bu saydığım tavırları karşımdaki kişiden de beklerim, onunda ön yargıları olmamasını isterim, baskın bir kişiliğinin olmamasını beklerim.

Düşünce ve beklentilerim gerçekleşmedikçe, bende psikolojik ve fizyolojik problemler çıkıyor. Psikolojik olarak ne kadar sağlam gözüksem de, bunun sırrı dert ve sıkıntılarımı erteliyor oluşum, dert ve sıkıntıları görmezden geliyor oluşum. Fizyolojik sıkıntılarımsa zaman geçtikçe yaşım ilerledikçe vücudumun giderek yaşlanıp zamanın şartlarına ayak uyduramaması. 



10 Temmuz 2013 Çarşamba

Taş kalpliler

Bazen bazı insan kılıklılarla karşı karşıya geliyorum, kendilerini canlı sanan bu yüreksizler, aslında sol göğüsleri altında yürek değil taş taşıyorlar. Bazısı asansörde yer varken beni asansöre almamak için asansörün kapısını aceleyle kapatır, bazısı yolun karşına geçen bayanlara yol verir ama benim karşıya geçmemi beklemeden gaza basar geçer gider.

Bugün Olivium alışveriş merkezine giderken her iki olayla da karşılaştım. Bu örnekleri vermek istemem, ama hala bunu yapan var. Olivium alışveriş merkezi önündeyim, yolun karşına geçeceğim, tekerlekli sandalyemin yönünü yola çevirdim, trafiğe baktım bir araç geliyor diye beklemeye karar verdim ve kafamı çevirdim. Ben bir veya iki saniye diğer tarafa baktım, ben başka yöne bakarken, o gelen araç aniden durmuş ve yolun karşısından gelen hanımlara yol vermiş. Bende bu boşluktan yaralanıp karşıya geçmeye karar verdim ve atılımda bulunup ilerlemeye başladım, yolun karşısından gelen hanımların yanından geçip araç yoluna çıktım. Araç sürücüsü benim ilerlediğimi benim yolun karşısına geçmek için hareketlendiğimi gördüğü halde, sürücü gaza daha da yüklendi ve önümden geçip gitti. “Neyse!” dedim, çünkü bir karış kadar beni sıyırıp önümden geçip gitti.

Olivium alışveriş merkezine girdim çünkü hava çok çok sıcaktı, bu sıcağı anca alışveriş merkezi paklardı. Olivium alışveriş merkezinde her zaman kullandığım asansöre gittim ve önünde beklemeye başladım. Sıcak olduğu için herkes benim gibi alışveriş merkezinde gezinmeyi yeğliyor. Bir iki defa asansör geldi durdu kapısı açıldı dolu olduğu için içeriye girmek için atılımda bulunmadım ve akülü tekerlekli sandalyemi hiç kımıldatmadım. Üç dört dakika bekledikten sonra, kapı açıldı ve içeri baktım iki kişi var. Hemen tekerlekli sandalyemi hemen hareketlendirdim ve asansöre doğru ilerlemeye başladım. Yarım metre bir metre kadar ilerlemişken asansör içinde bulunanlardan biri düğmeye basıp asansörün kapısını kapattı.

Bu iki olayın baş aktörünün biri erkekti diğeriyse bayandı… Her iki cinste bu ülkede yetişmiş eğitimi bilinci vicdanı bir, bana sorarsan her ikisi de hayvan, biri dana diğeriyse inek.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Cemil Çiçek'e 2. mektubum

Bugün saat 23:45 civarı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Yeni Anayasa çalışmaları için yazmış olduğum bir mektubu yenianayasa@tbmm.gov.tr adlı mail adresine yolladım. Bilmiyorum ama bu katkımdan dolayı da bir cevap göndereceklerini sanmıyorum. Ben bu kadar düşünüp yazı yazdıktan sonra onlarında bir iki kelime mesaj yazması gerekli, katkımdan dolayı bir “teşekkür” mesajı atılabilir.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına;
Sayın Meclis başkanım Cemil Çiçek, ben Abdullah Ünal, 37 yaşında anne babasıyla İstanbul Zeytinburnu’nda yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım… Bir hastanenin tedavim sürecinde hatalı davranışlarda bulunması sonucu tekerlekli sandalyeli hale gelmiş bir engelliyim.
 
Ben 1996 yılında Surp pırgiç ermeni hastanesinin yanlış tedavi uygulaması sonucunda tekerlekli sandalyeli hale geldim. Aradan 17 yıl geçmiş olmasına rağmen tedavi sürecim hala devam etmekte, bu süreç sırasında maddi ve manevi olarak hem ben hem ailem defalarca yıprandık. Birçok defa sağlığıma kavuşma konusunda sözler verildi, deneme tahtası olarak kullanılmak istenildim. Bunun başlıca sebebi yasalarda sağlıkla ilgili olan boşluklar, o kadar çok boşluk var ki, sağlık sektörünü sağlıkçılar değil sağlıktan nemalanmak isteyen gruplar yönetmekte.
 
Son bir kaç yıl içinde bu size ikinci mektubum olmakla beraber, her iki mektubum da yeni Anayasa çalışmalarında sağlıkla ilgili düzenlemelerde dikkate alınması gereken hususlar hakkındaydı.
 
Birinci mektubum da; vatandaşımızın engellilere karşı daha duyarlı olması konusunda meclisimizin bir çözüm üretmesini istemiştim. Bu ikinci mektubumda ise; siz ve bu dönem vekil olan 550 arkadaşınız, hala yeni anayasa yapma telaşında olduğunuzun farkındayım. Sizden üzerine düşmenizi istediğim ikinci konu, sağlıkta vatandaşa müdahale sırasında yapılan hatalar, bu hatalar sonucunda vatandaşın sağlığını kaybedip engelli hale gelmesiyle sağlık kurumuna dava açma hakkının beş yılla sınırlı olması.
 
Vatandaşın hakkını korumakla yükümlü olan devletin kanunlarında olmaması gereken ve değişmesi gereken bir yasadır bu yasa. Biz engellilere “engelleri aşmak için elinizden geleni yapın” uyarısını yapanlar, ilk önce diğer vatandaşların adım atması gerek ki, biz engelliler yaşama daha rahat bağlanabilsin. Bu ilk adımın meclisimizin atması gerek, bunu da “kanunlarda engelleri aşmak gerek” diye düşünüyorum.
 
Kurumlarda vatandaşa yapılmış olan hatanın dava açma süreci beş yılla sınırlı, ama hata sonucu mağdur olan vatandaş kurumların yaptığı bu hatanın sonucuna ömür boyu katlanmak zorunda.
 
Siz ve vekillerimizden yeni anayasa çalışmalarına, sağlık kurumlarının hatası sonucu sağlığını kaybeden vatandaşların sağlık kurumlarına dava açma hakkının beş yılla sınırlı olmasını değil, dava açma hakkının süresiz olması konusunda çalışma yapmanızı istemekteyim.
 
Uygun gördüğünüz taktirde gereğini yapmanızı arz eder, teşekkürlerimi sunarım. 

 

04.09.2013
Son zamanlarda devletimizi yöneten yüksek makamda yer alan önemli kişilere internet yoluyla yollamış olduğum mektuplara bir cevap gelmemesi beni çok kızdırdı.

Hem Türkiye Büyük Meclisi başkanı Cemil Çiçek’e hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderdiğim mektuba cevap gelmedi. Beklentim uzunca bir cevap değil, sadece “görüşünüz alınmıştır” diye kısacık bir cümle. Bizzat kendilerinden bir cevap beklentisi içinde de değilim, ama devletin o koltuğunda oturan kişilerin danışmanları sekreterleri tarafından bile önemsenmemek, insanı yaşama azmini yok ediyorlar.

Cemil Çiçek’e gönderdiğim iki mektuba hiç cevap verilmedi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderdiğim mektuba da cevap verilmedi. Benim canımı sıkan asıl noktaysa, devletin önemli koltuklarında görev yapan bu insanların internette aktiflermiş gibi davranıp web sayfaları kurup e-mail adresi kullanıyormuş gibi yapmalarıdır.

Ya internet adresi kullanmayın ya da adresleri açıyorsanız ilgilenin, ilgileniyormuş gibi gözükmeyin.

Bu ilgisizliğin sorumlusu olarak Meclis başkanını veya Cumhurbaşkanını görmüyorum, asıl sorumsuz olanlar sekreterler ve danışmanlar. Tabi ki farkındayım; sırada bekleyen birçok kişi ve sorunu olabilir. Bu şekilde aceleci davranmamın nedeniyse iki üç yıl önce Açıköğretim okuduğum yıllarda yaşamış olduğum zorluklar konusunda Milli Eğitim Bakanlığına defalarca başvurmuş olmam bana geri dönülmemiş olması.

Ben hala her iki kurumdan da beklenti içindeyim…

Hem Türkiye Büyük Meclisi başkanlığından hem de Cumhurbaşkanlığından bana bir geri dönüş yapılacağı inancındayım.

Taksim meydanı Gezi Parkı

Mayıs ayının son günlerinde Taksim meydanında bulunan ağaçların kesimi yapıldığı için, doğayı korumak amacıyla beş on kişilik küçük bir grubun başlatmış olduğu protesto giderek büyüdü. İlk günlerde Taksim meydanına binler on binler toplanmaya başladı sonra bu gösteriler İstanbul’un geneline yayılmaya başladı ve Haziran ayı ortalarında Türkiye geneline yayıldı.

Gezi parkı, protestosu direnişi eylemi gösterisi her neyse işte ben onu destekleyen bir kişiyim, ama Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “mesaj alınmıştır” dediğin de her şey sona ermeliydi ki olaylar bu konuma gelmemeliydi. Bana göre Cumhurbaşkanı Abdullah Gül son derece olumlu yapıcı bir kişi, zaten o konumda oturan bir kişinin de o yapıda olması gerek. Siyasete karışmayacak ama gördüğü yanlışlarsa hatalara göz yummayacak.

Bu protesto eylemi uzatıldığı için ortalık marjinal grupların yaptığı kendi egosunu tatmin etmeye döndü. Derler ya; nerede çokluk orada bokluk. Ben Gezi parkı olayında yakıp yıkan çevreye zarar verenlerin oranın gerçek yüzü olmadığını düşünüyorum. Bu direnme bu kadar çok uzatıldığı için yakıp yıkma zarar verme oldu.

Gezi parkı olaylarının başlama nedeniyse, son on yılda ülkeyi tek başına yöneten AKP’nin, “sadece ben ve bana oy verenlerin egosu önemlidir” demesi. Eğer ben bana oy veren yüzde elliyi tanırım diğer yüzde elli beni ilgilendirmez” dememiş olsaydı, şimdi bu Taksim olayları olmazdı.

Tabi doğrudan “ben ve bana oy verenler” demediler, zaten denilmesi bu toplumu çoktan karıştırırdı. Ama; kendi yandaşı olanların yaptıklarına göz yumup, karşıt olanlarıysa ise susturmaya çalışmaları vatandaşı zıvanadan çıkarttı sokağa çıkmalarına neden oldu.

Akp hükümetinin son on yılda “sadece ben” demesi, Taksim olaylarının başladığı ilk günlerde Türk medyasının gösterilere duyarsız kalması bu olayların ateşini yükseltti.

Son on yılda tek başına iktidar olmanın verdiği güçle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde muhalefeti hiç dinlemeyen başbakan Erdoğan ve AKP vekilleri, sokakta da öğrenciyi öğretmeni doktoru avukatı hiç dinlemeyen başbakan Erdoğan ve AKP yönetimi bugünlerin oluşmasına sebep oldu.

Son on yıl içinde o kadar çok yanlışa imza attılar ki, hangi birisini sayıyım; askeri ve gazeteciyi sudan sebeplerle içeri atılmasına izin verdiler. Sağcı teröristleri sokağa bıraktılar, solcu teröristlere haklarını verdiler. Öğrenciyi rektörü üniversiteleri susturdular, memurların haklarını ellerinden aldılar, basına el koydu, AKP vekili olan 370 koskoca adama söz hakkı vermediler. Başka ülkeler içinde olan münakaşalarda muhaliflere destek verdiler. AB ile ABD ile en iyi ilişkiyi onlar kurdu, Avrupa Birliği hayalinden vaz geçtiler. Dağdan inen teröristle İmralı’daki teröristle anlaşma yapıp el sıkışıldı. Kendilerini yetiştiren hocalarının trilyonlar iç etmesine izin verdiler, cezasını affettiler.  Amerika’daki yakın dostları ile bağlarını koparmadılar. Destekledikleri yapıdan insanlar, uygunsuz ilişkilerde yakalandılar, küçücük çocuklara tecavüz etti sokaklarda salındılar. Deniz feneri gibi bir kuruluşun insanları dolandırmasına izin verdiler. Sırf planlama var diye, askerleri ve gazetecileri yıllarca cezaevinde tuttular. Bunun yanında sigaraya alkole yasak konması, sendikalaşmaya yasaklar konması, toplantı ve yürüyüşlere sınır getirilmesi, gelir adaletsizliği, hepsi toplandı ve sonu bu oldu. Benim canımı yakan en büyük umursamazlıkları ise Türkiye Büyük Millet Meclisindeki tüm partilerin ortaklaşa karar aldığı, iki yıl vekillik yapan bir kişinin ömür boyu yüklü miktarda emekli maaşı alması ve ömür boyu vekilliğin verdiği imkanlardan yararlanmasıydı.

Şimdi bu adaletsiz tavra karşı gelen insanların verdiği tepkiye benim diyeceğim hiç bir şey olamaz. Şu anda eylem yapanlardan birinin canı bir başka konudan yanmıştır, diğerinin canı bir başka konudan yanmıştır. Bu eylemlerdeki tepki son on yılda olan tüm adaletsizliklere karşı insanların duyarlılığıdır. Çünkü hiçbir zaman tepki gösteren küçük gruplar görülmedi görmezden gelindi. Hep dayak yediler, hep pis kaka oldular, hep haksız oldular. Askeri öğrencisi doktoru avukatı öğretmeni vekili eylem yapanı hep haksız oldu. Şimdi o küçük gruplar toplandı ve Gezi parkı olayları oldu. Demokratik bir ülkede, hakkını alamayan her kim olursa olsun eylem yapar gösteri yapar bağırır çağırır. Yıllardır hep küçük gruplar ses çıkarttı bunu kimse umursamadı, ama şimdi küçük sayılan bir olaya karşı tüm bu küçük gruplar beraber olup ses çıkartmaya başladı.

Ben sokaklarda cam çerçeve kırana karşıyım, araç yakana karşıyım, polise ve aracına zarar verene karşıyım, küfre karşıyım, hiç biri güzel değil. Sorun ağaç AVM değil, özellikle başbakan Erdoğan’ın ve AKP vekillerinin “hep ben hep ben” demesi.

Askere polise vatandaşa kurşun sıkan dağdaki teröristle barış görüşmeleri yapılıp el sıkışıldı, ama gel gelelim terör eylemi yapmayan kişilerle hep karşı karşıya gelindi. Buradan çıkarttığım sonuç; eylemlerinde şiddete teröre yer veren hakkını alır, yer vermeyen hakkını alamaz. Örneğin; PKK ve Hizbullah, her ikisinin de üyeleri serbest, her ikisinin de yaptıkları yanına kaldı.

Sorun, iktidar olan AKP’nin istediğini görmesi istemediğini görmemesi. İnsanlarsa buna tepki koyuyor bu kadar basit. Sokaklara bakın Fenerlisi Galatasaraylısı Beşiktaşlısı kol kola, neden diye bir sorun kendinize. Kadını erkeği yaşlısı genci sokaklarda, neden diye bir sorun kendinize. Sağcısı solcusu kol kola, neden diye bir sorun kendinize. Öğrencisi öğretmeni sokaklarda, neden diye bir sorun kendinize. Sadece AKP’ye oy verenler sokakta değil, neden diye bir sorun kendinize.

Yüzde elli oy aldığınız konusunda hem fikirim, ama diğer yüzde elliyi yok sayamazsınız.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Savaşım...

"Hayallerinizin gerçekleşmesi için savaşın" demiştim on yıl önce; tekerlekli sandalyeli bir engelli olarak, yaşadığım tüm sorunlara zorluklara karşı yine de dimdik ayaktayım. Pes edip bana verilmiş bu hayata bu vücuda ihanet edeceğime, sorun ve zorlukların üstesinden gelmek için uğraşıyorum. Biliyorum; savaş kelimesi güzel bir kelime değil, ama benim savaşım zarar vermek için değil, yaşamımı kendim sürdürmek için. 


Özel Sempati Özel Eğitim kurumu


Dün öğleye doğru egzersiz eğitimi aldığım, Özel Sempati Özel Eğitim kurumundan aranıp; dört gün sonra Pazartesi günü Florya ormanlarında bir piknik etkinliği yapacaklarını, bu pikniğe katılıp katılamayacağım soruldu. Bense bu pikniğe ne ile gidileceğini sordum, sekreterden kuruma ait minibüs ve otomobille gidileceği cevabını alınca, içimde olan bu pikniğe katılma hevesim yok oldu. 

Çünkü benim gibi bir engellinin bir minibüse veya otobüse binmesi inmesi çok zor, bana araca binişim inişim sırasında yanımda benimle ilgili bilgili biri olmadığı sürece ben o araca binemem de inemem de.

Yaşım 37, kilom 65, hastalığım nedeniyle bazen kasılmalarım oluyor titremelerim oluyor. Ben bir çocuk değilim ki kucakta minibüse otobüse bindirilip indirileyim.

Kurumlarda hasta nakli, genellikle minibüs ve otobüs oluyor. Yani bu gibi eğitim kurumlarının benim gibi tekerlekli sandalyelileri taşıyabilecek kapasitede uygun araçları yok. Sadece Sempati’nin değil bu kurumların hemen hepsinin benim gibi kişilerin nakli için araç yok.

Bu sorun Sempati kurumu ile ilgili bir sorun değil, bu kurumları idare eden Milli eğitim bakanlığı ile ilgili bir sorun. Eğer bu sorun için, Milli eğitim bakanlığı kurumları uyarmış olsaydı, ben ve benim gibi tekerlekli sandalyeliler bu türden etkinliklere sevinçten uçarak gidebilirdi. Ama düşüncesizlikler nedeniyle bizler yine evlere mahkum oluyoruz.  

Tabi ki akülü tekerlekli sandalye taşıyabilecek bir araç çok pahalı olabilir, ama bu günler düşünülerek denilebilir ki; her ilçe bünyesinde bu araçlardan iki üç adet bulunduracak ve “kurumların yaptığı etkinliklerde ilçe belediyesinden kurumlara verilecektir” denilecek.