29 Aralık 2016 Perşembe

Tapunun hatasını belediye, belediyenin hatasını babam çekti...

22.12.2016
Bugün babamla beraber bir düzeltme yapmaları için Zeytinburnu belediyesine gittim… 

Geçen yıl Zeytinburnu belediyesinde memur olan Fatih beyden bir ihbarname aldık, bu ihbarnamede babam başka mülkü olmadığı için beş yıldır ödemediği Zeytinburnu’nda oturduğumuz evimizin vergisini cezasıyla birlikte geri isteniyordu ve cezasıyla birlikte alındı. 

Bolu Gerede'de bulunan tapu dairesindeki bir stajyer bir çalışan hata yapıp babamın adı ve soyadıyla aynı ad soyadlı başka birini karıştırmış ve babamın üzerine onlarca ev, onlarca arsa, onlarca tarla kaydetmiş. 

Bunu fark eden Zeytinburnu belediyesiyse hemen bize ihbarname yollayıp babamın üzerine başka yerde mal varlığı olduğu gerekçesiyle o beş yıllık vergiyi faiziyle tahsil etti. 

Tapu dairesinin hatasının ortaya çıkmasıyla babamın üzerindeki mülkler bizim uğraşlarımız sonrası gerçek sahipleri üzerine kayıt edildi. 

Bu işlemlerinin tamamı, babam ve kardeşlerim halletti... Devlet kılını bile kımıldatmadı.   

Tapu dairesi ve belediye bir hata yapıyor, düzeltmek zorundalar ama bunun yerine bize "yaptığımız hatanın cezasını faizi ile siz ödeyeceksiniz" diyorlar. 

Bir ülke düşünün; vatandaşı için değil, kendisi için var… 

İki üç defa memleketimiz Çankırı’ya gidilip gelindi, iki üç defa Bolu Gerede'ye gidilip gelindi, defalarca tapu müdürlüğüne gidilip gelindi. 

En sonunda uğraşlarımız sonucunda Zeytinburnu belediyesi ve tapu müdürlüğünün yaptığı bu hatayı biz düzelttik. 

Gerede tapu dairesinin yaptığı hata sonucu, babam ve kardeşlerim oradan oraya koşturuldu, maddiyat ve zaman kaybına uğratıldılar. 

Aslında açacaksın davayı veya hata düzeltilene kadar üzerine kaydedilen mülkleri geri vermeyeceksin. Tutuşturacaktın Gerede tapu çalışanını ve belediye çalışanının kıçını. 


Benim asıl kızdığım noktaysa; bir hafta önce babamın geçen yıl ödemiş olduğu bu tutarı, cezası ve faiziyle toplamı 870-TL’yi, geri almak aklıma geldi. Bu öğleden sonra belediyede Fatih’in yanına gidip durumu anlatıp "asıl hatanın, tapu müdürlüğünde olduğunu ve sonrasında hata sizde" dedim. 

O da okumuşluğunun, iş yaşamının verdiği tecrübeyle soğukkanlılıkla bana anında cevap verdi ve “madem mülkler sizin değildi neden vergiyi ödediniz” dedi, bende hemen “ülkemizde ilk önce ceza ödenir sonra itiraz edilir” dedim. 

Zeytinburnu belediyesinde o muhterem Fatih beyefendi her yerde kimliğini göstererek zorlukları aşan biri olduğundan biz normal vatandaşın neler çektiğini bilmez. Kimliğini gösterdiği an, kapılar ardına kadar açılır. 

Fatih, devletin herhangi bir dairesinde kimliğini göstermeden hallettiği bir işini söylesin bakalım. 

Benim bu yazdıklarımı bir devlet memuru anlamaz/ anlayamaz, ama bir vatandaş “leb demeden…” işi çözer. 

7 Aralık 2016 Çarşamba

Asansörden çıkarken...

Havaların soğumasıyla Olivium alışveriş merkezinde vakit geçirmelerim çoğaldı... 

Alışveriş merkezleri beni hem soğuktan etkilenmemi engelliyor, hem de kış aylarının gelmesiyle sıcaklığın düşmesi sonucunda oluşan sık tuvalete gitme ihtiyacım konusunda Engelli tuvaletleri imkanı sağlıyor. 

Kapalı, çok aşırı ışık ve gürültülü mekan olsalar da, yaz ayları gelinceye kadar başka alternatifim yok. Sadece benim değil, bir çok engelli arkadaşımın hayatını kolaylaştırıyorlar. 

Önümüzdeki 5-6 ay boyunca alışveriş merkezlerine mahkumum. 

Yaz aylarında üç dört saatte ihtiyaç için gittiğim engelli tuvaletine bugünlerde yarım saatte bir veya saatte bir gidiyorum.

Geçen hafta Olivium alışveriş merkezinde yemek katının asansöründen çıkış yaparken kontrollü bir şekilde geri geri geldiğim sırada küçük bir gölgenin arkamda olduğunu fark ettim ve aniden sandalyemi durdurdum. Hemen tekerlekli sandalyemin yönünü o gölgeye çevirdiğimde fark ettim ki gölgenin 3-4 yaşlarında bir çocuk olduğunu gördüm. Eğer tekerlekli sandalyemi durdurmakta bir saniye daha geciktirsem kesin o çocuğa vurur canını çok fena şekilde yakardım.

Hemen çevreye baktım ve bir kaç metre ötede eli telefonda bebek arabası başında duran bir bayan gördüm. Arkamdaki o çocuğun annesi oydu, çocuğuna bakmak yerine elindeki telefona bakıyor bebek arabası kullanıyor. 

Bende ona bakarak “doğuruyorsunuz, bari şu çocuklara doğru düzgün bakın” diye söylendim. O sessiz sakin duran kadın bakışlarını bana yöneltti ve “pardon, çocuğuma nasıl bakacağımı senden mi öğreneceğim?” dedi, ben şaşkına dönmüş halde ona bakarak “ben dikkat etmesem ne olurdu biliyor musun? Hem çocuğuna bakmıyorsun hem de beni mi suçluyorsun” dedim. 

Tekerlekli sandalyemle geri geri gelirken eğer çocuğa zarar verseydim, hanımefendi tüm suçu bana atar kendini rahatlatırdı.

Çocuklarına bakmaktan aciz bu insanlara akıl ver Yaradanım veya var olan aklı düzgün kullanmalarını sağla.

Bugüne gelecek olursam, yine aynı yerde aynı asansörden geri geri çıkarken, yine bir çocuk tek başına savunmasız arkamdaydı ve yine hemen  durdum. Annesi kim diye etrafıma bakınırken asansör bekleyen başka bir hanımefendi çocuğa “oğlum kenara çekil ezileceksin” diye seslendi. O sırada üç beş metre öteden bize doğru yaklaşan başka bir hanımefendi hemen “kenara çekil ezileceksin” diyen hanımefendiye “oğluma neden bağırıyorsun” diye sert şekilde sesini yükseltti ve bunu arka arkaya bir kaç defa yaptı. 

Ben ve hanımefendi şaşkına döndük, ne diyeceğimizi şaşırdık, nutkumuz tutuldu, donduk kaldık. Neredeyse sövüp dövecek, sanki çocuğunu dövmeye kalkmışız gibi davrandı. 

İki hanımefendi sert bu şekilde ağız dalaşı yapmaya başladı, bense hemen o bölgeden uzaklaştım çünkü belli ki o çocuğun annesi sorunlu bir kadındı. 

Evinde annesine babasına kocasına sesini çıkartamayan zavallı biri olduğunu düşündüm. Evinde egosu yerlerde olan insanlar, içlerindeki canavarı böyle çıkartır. Bu gibi durumlarla bir çok defa karşı karşıya gelmiş biri olarak, bilirim ki çözüm olasılığı sıfırdır. 

Sen çocuğuna bakmayı becereme, birde kalk başkalarını suçla... Ya sus kenara çekil veya çocuğuna zarar gelmesini önlediği için o hanımefendiye “teşekkürler” de ve git. Egosu için etrafa saldırması gereksizdi. 

Bazısı çocuğunun göreceği zarar karşısında  “Kader” “Alın yazısı” diyor kenara çekilip çocuğuna bakmıyor, bazısı da salak düşüncesiz olduğundan çocuğuna bakamıyor / bakmıyor. 

Ben bu tip kadınlara hiç acımam üzülmem veya nazik davranmam, ama bakamadıkları çocuklara üzülürüm. 

Ülkemiz insanının, gerçekten psikolojik yardıma ihtiyacı var. 

5 Aralık 2016 Pazartesi

Bimer'e... Bakım maaşı için.

Aşağıda yazmış olduğum dilekçeyi 2016 yılı Kasım ayının son günlerinde BİMER'e internet yoluyla gönderdim. 

"
1996 yılı Ağustos ayında beyin kanaması geçirdikten sonra bir acil servis doktorunun ilgisizliği sonucunda vücudunun sol tarafı felç olmuş ve sonrasında yaşamını tekerlekli sandalyede sürdüren bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

Yaşamımın son yirmi yılını annesinin bakımına muhtaç ve onun refakati olmadan yaşamını idare edemeyen bir engelliyim. Annemin bakımı sayesinde konuşmaya görmeye hatırlamaya başladım, his kayıplarım geri gelmeye başladı ve hatta annemin uyguladığı egzersiz sayesinde adımlayarak yürümeye başladım.

2008 yılında çıkartılmış olan bir yasayla benim gibi bireylere bakım yapan refakat edenlere, ikamet adresinin gelir düzeyine bakılarak bir maaş ödenmesi kararı alındı.

Bu Bakım maaşı saçma sapan kararlar ve bahaneler gösterilerek ben dahil olmak üzere bir çok engelli ailesi alamıyor.

Adıma kayıtlı bir bir mülk olmadığı ve bir iş yaşamım olmadığı halde, benim ve babamın emekli maaşı öne sürülerek evin geliri 30-TL fazla çıktı diye bu maaşı annemin alması engellendi.

Eğer bu maaş refakatçiye verilecekse kayıtsız şartsız engellisine bakıyor diye verilmeli, ikamet adresinde bulunan mutfağındaki tezgahına buzdolabına, banyosundaki klozetine küvetine, balkonundaki kombisine bakılmadan verilmeli, çünkü bu maaşın adı Bakım maaşı.

Ülkemizde yaşanan darbe girişiminden sonra ortaya çıkan tabloda, devletin kurumlarının her kademesine yerleşmiş olan Fetö örgütünün Sosyal hizmetlerin kurumlarına da sızmış olabileceği düşüncesi içindeyim.

Bakım maaşı alma şartlarının özellikle zorlaştırıldığını düşünüyorum. Engelli ailelerinin evine girilerek mutfağına banyosuna balkonuna önyargı ile bakılıp maaşı almaması için kararlar verildiğini ve alınamayan bu maaşların FETÖ örgütüne aktarıldığı düşüncesi içindeyim.

Ülkemizde bulunan Sosyal hizmetler müdürlüğü ve ona bağlı bakanlığının kararlarının sizin tarafınızdan incelenmesini rica etmekteyim. Eğer bir usulsüzlük tespiti yapmanız halinde ise 2008 yılı göze alınarak, maddi ve manevi haklarımızın faizi ile iade edilmesini talep etmekteyim. Bunun için sizden bir yönlendirme beklemekteyim.

Eğer müdahaleniz mümkün değilse, Bakım maaşı konusunda gerekli düzenlemenin yapılması için bu konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşımanızı istiyorum. 

Not: Bu konu hakkında dilekçemi kaymakamlığa savcılığa vermek istedim, ama dilekçemi savcılığa ulaştıramadan kaymakamlık kapısından geri çevrilmiş bir bireyim. 
"

02.01.2016 GÜNÜ BİMER'DEN GELEN CEVAP İSE; 


Sayın ABDULLAH ÜNAL,
T.C. Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER)’ ne yapmış olduğunuz 1600566583 sayılı başvurunuz 02.01.2017 tarihinde İSTANBUL AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR İL MÜDÜRLÜĞÜ tarafından cevaplanmıştır:
Başvurunuz hakkında ilgili birimimizce yapılan inceleme  neticesinde; evde bakım ücreti olarak 2009 yılında yapmış olduğunuz başvurunun kişi başına düşen gelir nedeniyle ret edildiği, konu hakkında başka bir başvurunuzun olmadığı, elde edilen bilgilerde hane içinde iki kişinin düzenli emekli maaşının olduğu, büyük kardeşinizin eşinin yine çalışma yaşamında olduğu belirlendiğinden evde bakım ücreti almak için gerekli kriterleri taşımadığınız için, gelir nedeniyle ekonomik yoksunluk yaşamadığınız tespit edilmiştir. Konu hakkında bu zamana kadar olan ücretin faizi ile geri ödenmesi talebi yerinde olmadığı, sosyal hizmet müdahalesi gerektirecek bir durum olmadığı belirlenmiştir. Bilgilerinize.
Başvurunuz ile ilgili tüm işlemleri BİMER’in internet adresinden takip edebilirsiniz. 

28 Kasım 2016 Pazartesi

Çocuklarınızın silahlanmasını engelleyin...

Dün internette Facebook’da Twitter’de ve blog sayfam olan unal76.blogspot.com adresimde, başlığında “çocuklarınızın silahlanmasını engelleyin” yazan bir resim paylaştım.

Paylaştığım bu resim anlatmak istediğim her şeyi anlatan bir resimdi ve bir başlık yazmam bile gereksizdi. Bu resimde üç dört yaşında bir çocuk eli rengarenk oyuncakların bulunduğu bir ortama uzanıyordu ve o küçücük eli bileğinden tutan bir el vardı. Bu küçük elin uzandığı oyuncak bir silah olduğundan büyük el onu silaha ulaşmasını engellemeye uğraşıyordu.

Yaklaşık bir ay önce aklıma gelen bu fikri anca dün yayınlayabildim.

İki üç gün önce Cumartesi günü Erey çay bahçesinde Dursun ağabeyin seyyar oyuncakçısında bir babayla üç dört yaşında oğlunu zaman geçirirken gördüm. Bu baba oğulun yanıma gittim ve “bir resim çekmek istiyorum yardımcı olur musunuz? Resimde oğlunuzun sadece eli gözükecek suratı görünmeyecek” dedim ve almak istediğim kareyi anlattım, baba da kabul etti.

Kare için bir dakika kadar uğraştık, çekimi yaptım babaya “teşekkür” ettim, ufaklığa montumun cebimde duran bir paket çikolatayı verip yanlarından ayrıldım. Tam olarak istediğim kareyi almıştım neredeyse, Özkan’dan da bu resimde bulunan silahı Photoshop efekt programında belirginleştirmesini istedim. Özkan’da istediğimi yaptı ve resmi bana geri gönderdi.

Bende dün öğleden sonra resmi ve yazacağım yazıyı hazırlayıp internette paylaşımlarımı yaptım. Bilmiyorum ama bana göre çok güzel bir paylaşımdı, ama yeterli ilgiyi görmedi gibi.

Eğer bu ülkede şiddetin vahşetin terörün suikastin azalması bekleniyorsa, kin nefret öfkenin ve düşmanlığın azalması bekleniyorsa bu resimdeki silaha ulaşmaya çalışan çocuklarımızın ellerinin büyükler tarafından  engellenmesi gerek. 

21 Kasım 2016 Pazartesi

Zeytinburnu Cumhuriyet Başsavcılığına...


Aşağıdaki dilekçeyi yaklaşık 15 gün önce hazırladım, çıktısını anca bugün bir kırtasiyeden alıp ilçemiz kaymakamlığına götürdüm ve yine hüsranla geri döndüm. 

"
17.10.2016 
Pazartesi

  ZEYTİNBURNU CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA;

     1996 yılı Ağustos ayında beyin kanaması geçirdikten sonra bir acil servis doktorunun ilgisizliği sonucunda vücudunun sol tarafı felç olmuş ve sonrasında yaşamını tekerlekli sandalyede sürdüren bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

     Yaşamımın son yirmi yılını annesinin bakımına muhtaç ve onun refakati olmadan yaşamını idare edemeyen bir engelliyim. Annemin bakımı sayesinde konuşmaya görmeye hatırlamaya başladım, his kayıplarım geri gelmeye başladı ve hatta annemin uyguladığı egzersiz sayesinde adımlayarak yürümeye başladım.

     2008 yılında çıkartılmış olan bir yasayla benim gibi bireylere bakım yapan refakat edenlere, ikamet adresinin gelir düzeyine bakılarak bir maaş ödenmesi kararı alındı. Bu Bakım maaşı saçma sapan kararlar ve bahaneler gösterilerek ben dahil olmak üzere bir çok engelli ailesi alamıyor.

     Adıma kayıtlı bir mülk olmadığı ve bir iş yaşamım olmadığı halde, benim ve babamın emekli maaşı öne sürülerek evin geliri 30-TL fazla çıktı diye bu maaşı annemin alması engellendi. Eğer bu maaş refakatçiye verilecekse kayıtsız şartsız engellisine bakıyor diye verilmeli, ikamet adresinde bulunan mutfağındaki tezgahına buzdolabına, banyosundaki klozetine küvetine, balkonundaki kombisine bakılmadan verilmeli, çünkü bu maaşın adı Bakım maaşı.

     Ülkemizde yaşanan darbe girişiminden sonra ortaya çıkan tabloda, devletin kurumlarının her kademesine yerleşmiş olan FETÖ örgütünün Sosyal hizmetlerin kurumlarına da sızmış olabileceği düşüncesi içindeyim.

     Bakım maaşı alma şartlarının özellikle zorlaştırıldığını düşünüyorum... Engelli  ailelerinin evine girilerek mutfağına banyosuna balkonuna önyargı ile bakılıp maaşı almaması için kararlar verildiğini ve alınamayan bu maaşların örgüte aktarıldığı düşüncesindeyim.

     İlçemizde bulunan Sosyal hizmetler müdürlüğünün kararlarının sizin tarafınızdan incelenmesini rica etmekteyim. Eğer bir usulsüzlük tespiti yapmanız halinde ise 2008 yılı göze alınarak, maddi ve manevi haklarımızın faizi ile iade edilmesini talep etmekteyim.

     Eğer müdahaleniz mümkün değilse, gerekli düzenlemenin yapılması için konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşımanızı istiyorum.


Adres                                                                  Abdullah Ünal 


Dilekçem Zeytinburnu kaymakamlığı giriş kapısındaki bir görevli tarafından incelendikten sonra girişinde 'Vakıf' yazan bir oda önüne götürüldüm. Yaklaşık beş dakika o kapı önünde bekledikten sonra içeriden birileri çıktı, bende onlardan sonra içeri girdim. 

O küçük oda içinde masada oturan memura dilekçemi verdim, yazdıklarımı o da inceledi ve "bu işlemle ilgili muhatap olmadıklarını, başka bir yere gitmemi" söyledi ve "tekrardan ilçe sosyal hizmetlere gidebilirsiniz" dedi. Ben de “bakın Sosyal hizmetlere gittim, zaten teftişi onlar yaptı. Sorun onlar” dediğim halde, "dilekçemi onlar için veriyorum zaten" dediğim halde papağan gibi aynı şeyi söyledi durdu. Beni başından savmak için elinden geleni yaptı yani. 

Hatta bir ara bana: "ilçemizde valiliğin bir kuruluşu yok" bile dedi, ama farkında değil, ilçemizin sosyal hizmetler müdürlüğü kapısında kocaman puntoyla valiliğin amblemi ve adı var. 

Ben bir şeyler yapmak için çabalıyorum, ama karşılığında bir karşılık yok. İnsan biraz saygı gösterir ve dilekçemi iyice inceler, beni dinler ve yönlendirme yapar. 

Hakkımı aramak için çok büyük emek sarf ettim, o dilekçeden çok umutluydum, ama dilekçem savcının kapı önüne bile gidemeden şu an çöp oldu. 

Dilekçem "savcıya verilecektir" denilerek görevli tarafından benden alınsaydı bile yazdıklarımın savcıya ulaştırılacağını bile sanmıyorum. 

Bu ülke bu zihniyetine teslim olmuş durumda, hâlâ terör dedikleri yapının zihniyeti kurumlarda kol geziyor. 

6 Kasım 2016 Pazar

Sadi Konuk'a giderken...


Bugün saat 13:10 civarı evden çıkıp hiç vakit kaybetmeden Bakırköy'de bulunan Sadi Konuk eğitim ve araştırma hastanesi gittim.



Hiç vakit kaybetmeden gittim, çünkü dışarısı çok çok soğuktu, güneş vardı parlaktı ve yakıcıydı ama soğuk esiyordu. Hemen Akşemsettin tramvay durağından Zeytinburnu'na, oradan Havaalanı metrosuyla Bakırköy durağına geçtim. Bakırköy metro durağı İncirli E-5 karayolu yanında, Bakırköy adliyesine yüz metre mesafede.


Ara sokaklardan, yan yollardan, bazen araç trafiği yolundan bazen daracık kaldırımdan Mashar Osman'a ulaştım. Mashar Osman hastane bahçesinde bulunan Dr. Sadi Konuk eğitim ve araştırma hastanesi binası içine girip bir alt kata indim, çünkü fiziksel tedavi bölümü orada. 

"Bahçelievler metro durağından Sadi Konuk'a gitmiyorsun" diyeceklere cevabım; "Bahçelievler metro istasyonunda üç adet asansörle Sadi Konuk EAH'a ulaşa bilirim ve her gidişimde o asansörlerden birinden biri kesin bozuk oluyor. 

Geçen hafta hastaneye gelip gittiğim için hiç duraksamadan ilerledim ve Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon bölümünde 1. poliklinik Filiz Yıldız Aydın hanımın odasının olduğu yere gittim. İlk önce danışmadan barkod alıp odası kapısı önüne gittim, bir baktım ekranda adım soyadım var hemen içeri girdim.


Filiz hanıma evraklarımı verip "efendim fizik tedavi hastanesinden almakta olduğum yıllık 60 seans fizik tedavi hakkımın 30 seansı bitti, şimdi ikinci 30 seans hakkımı almak için muayeneye geldim" dedim, o da ilk önce durumum hakkında benden bilgiler aldı sonra da sol tarafındaki kasılmanın şiddetini ölçmek için kolumu ve bacağımı kontrol etti. Kullandığım ilaçlar hakkında söz açılınca, "19 yıl Lioresel kas gevşetici kullandım, ama son üç dört aydır bıraktım" dedim, Filiz hanım da "Sirdalud diye bir ilaç daha var istersen kasların gevşemesi için onu deneye bilirsin" dedi.


Biraz Sirdalud hakkında konuştuktan sonra evraklarımı imzalatmak için bir diğer fizyoterapi uzman arkadaşına götürüp getirdi ve bana teslim etti. Bende Sadi Konuk'un bir diğer binasının beşinci katına çıktım, Başhekimliğe kaşelettirdim ve imzalattım.


Bakırköy engelli duyarlılığı bakımından benim gözümde sınıfta kalmış bir ilçe oldu. Son on gün içinde Sadi Konuk'a bu ikinci gidişim oldu, engelliye uygun ne doğru dürüst kaldırımı var ne de kaldırımı işgal konusunda insanının duyarlılığı var.


Yirmi yılı aşkın süre sonra ilk defa tekerlekli sandalyemle Bakırköy'ün sokaklarına giriyorum, ilçenin her yerinin saçmalıkla dolu olduğunu görüyorum.


Bakırköy metro durağından Mashar Osman Bakırköy devlet hastanesine neredeyse iki kilometre yol ilerledim, her yerde daracık kaldırım vardı, tüm kaldırımlar araçların işgali altındaydı.

30 Ekim 2016 Pazar

Marmara forum'a giderken...


Dün a
kşamüzeri burada çok sıkıldım ve Marmara forum'a gittim… Ara ara bunu yapıyorum, çünkü havalar soğudu dışarda durulmuyor. Olivium alışveriş merkezi çok kalabalık oluyor bende seçimi mi Marmara forum alışveriş merkezinden yana kullanıyorum. Gidişim biraz zahmetli oluyor ama yine de gidiyorum.

Marmara forum'a giderken tekerlekli sandalyemle benim izlediğim rota hep aynı, evden çıkınca ara sokaklardan 700- 800 metre mesafe ilerliyor Akşemsettin durağına ulaşıp oradan Zeytinburnu durağına yani Merter'e geçiş yapıyorum. Sonrasında 300-400 metre yaya yolundan gidip üst geçide ulaşıyorum ve üst geçidi kullanarak yolculuğumu tamamlıyor Marmara forum'a ulaşıyorum.

O bölgede Marmara forum alışveriş merkezi, Dekadlon spor malzemeleri satan mağaza, Bauhaus yapı market ve Media mark teknoloji market var.

Giderken geçmiş olduğum üst geçitte bugün çok kötü oldum, çünkü üst geçitte karşımdan o kadar çok sağlıklı geldi ki sandalyeyi geçit kenarlarına dört beş defa çarptım.

Geçen yılda karşımdan gelen sağlıklıya yol vereyim derken, sağ ayağımın parmaklarımı rampanın metal kenarına vurup günlerce haftalarca parmakların ağrısını acını çekmiştim.

Bugün tekerlekli sandalyemi sağa sola vurdukça sinirlerim alt üst oldu, geçen yılki canımın yanması aklıma geldi ve bunun yanında soğuk hava da beni etkiledi kasılmaya başladım.

Bacaklarım ve ayaklarım öyle bir kasıldı ki, tekerlekli sandalyemi rampanın kenarına çekip durdum, dinlenmeye sakinleşmeye ve titreyen bacaklarımı düzeltmeye başladım. Ben rampanın kenarında beklerken arkamda dört beş sağlıklı birikti, önümde dört beş sağlıklı birikti.

Ben anlamıyorum, yoksa fark edemiyor muyum? Bilmiyorum. Sağlıklılar o rampayı kullanarak bir haz mı alıyor.

Bacaklarımı düzeltmeye çalışırken küfretmeye başladım, çünkü o sağlıklıların yaptığı bir hayvanlık, eşeklik."Allahın belaları, bok mu var burada" dedim, "hayvan oğulları" dedim, "pis insanlar" dedim, “siktirin gidin" dedim.

İnanın ki; engellilere duyarlılık bakımından rezil bir milletiz... Üst geçidi aşmak için sağlıklılar için ayrılmış iki üç metre ileride basamaklı bir merdiven varken rampalı yolu kullanıp mesafeyi ve zamanı uzatmak bir saçmalık.

Hamileleri, bebek arabalıları, çocukluları veya yaşlıları anlarım, ama gençlerin ve orta yaşlıların o rampayı kullanma nedeni ne olabilir ki?


25 Ekim 2016 Salı

Yaradan'ın lanetlediği...

Saat 15:30 civarı...
Egzersiz almak için Özel Sempati özel eğitim merkezine gitmek için dışarıya çıktım, ama tuvalet ihtiyacım ve atm'yi kullanmak için Olivium alışveriş merkezine gittim. 

En üst kata dördüncü yemek katına çıkmak için her zaman kullandığım asansörün önüne gittim.

Asansör kabini önü yine asansörü kullanma ihtiyacı olmayan sağlıklıyla doluydu... 

Üçüncü gelen asansöre boş olduğu için anca girebildim. Tam kabinin kapısı kapanacakken ellili yaşlarda olan bir erkek bir kadın kabin içine girdi. Her ikisine de bir yada iki defa "girmeyin sığmayız" dediğim halde tekerlekli sandalyemi ite kaka içeri girdiler. 

Ben "içeri girmeyin" uyarısı yaptığım halde, içeriye girdikten sonra erkek olan bana "sandalyeyi biraz daha kenara çeksen" gibi "bizi çok sıkıştırdın" gibi "yan tarafa doğru gitsen iyi olur" gibi laflar söyledi. 

Kimse anlamıyor mu? Anlamak mı istemiyor? Veya ben mi anlatamıyorum? 

Bu tekerlekli sandalyeler o asansörlere zar zor sığıyor. Bu sandalyeyi itip kakmak veya zorlayarak sıkıştırmaya çalışmak anca sandalyenin yürüyen aksamına zarar veriyor. 

Baktım susmuyor hala konuşuyor "yukarı çıkarken yürüseniz ne olur" dedim, o “karışma sen” dedi, bende "yazık o bacaklarınıza" dedim. 

Tam asansörden çıkış yapacağımız sırada erkek olan bana "sen çok huysuzsun" diyerek gıcık bir şekilde gülümsedi, dalga geçer gibi yaptı ve sonra da bana bakarak "Allah biliyor kimi bu sandalyeye oturtacağını" dedi. 

İnsanımızın küçük bir kesiminin biz engellilere bu şekilde baktığı söylenirdi, bunu duyardım, ama hiçbir zaman inanmaz "uydurma" "yalan" "dedikodu" derdim, insanımıza bunu yakıştırmazdım. 

Bir insanoğlu nasıl bu kadar alçalabilir, bu kadar vicdansız duygusuz aşağılık olabilir. 

Bu duyduğumu kulaklarım kabullenmiş olsa da beynim kabullenemiyor, ret ediyor. 

Asansörde yaşadığım o bir iki dakika her aklıma geldiğinde gözlerim yaşarıyor, çünkü kendim için değil, diğer engelliler için üzülüyorum. 

Yaşadığım bu saçmalık karşısında diğer engelli arkadaşlarımın benim kadar dirençli veya soğukkanlı olabileceklerini sanmıyorum. 

Biz engelliler hiç tükenmeyeceğiz hep doğmaya devam edeceğiz; trafik kazalarında, yüksekten düşmelerde, doktor hatalarında, silahlı yaralanmalarda bizler hep var olacağız. 

Kim ne derse desin; bu ülke insanının bir bölümün biz engellilere kin nefret öfke besliyor, bizlere Yaradanın lanetlediği bir varlık gözüyle bakıyor.

18 Ekim 2016 Salı

Trafiğin akışına doğru...


Bazen tekerlekli sandalyemle trafiğin akışına doğru gider araçların üzerime gelişini görmeyi tercih ederim. Nedeniyse trafikte ilerleyen araçları benim görmemin daha iyi olacağını düşünüyor oluşum. Araç sürücülerinden daha dikkatli olduğumu söyleyebilirim, çünkü onların trafikte yoğunlaşması gereken birçok durum var, bu nedenle “onların dikkatlerini dağıtmayayım” der trafiğin işleyiş yönünde giderim. Tabi ki kaldırımdan değil, araç yolundan giderim, çünkü kaldırımlar umursamaz sürücülerin park etmiş araçlarının işgali altında, çünkü kaldırımlar mağaza ve dükkanların ürünlerinin işgali altında, çünkü kaldırımlar yamru yumru çukurlu tümsekli, çünkü kaldırımlar ağaç direk tabela ile işgal edilmiş durumda

17 Ekim 2016 Pazartesi

Geçmiş ve gelecek...

1. Dünya savaşı; Avrupa'da toprak paylaşımı nedeniyle çıktı, 2. Dünya savaşı dil din mezhep anlaşmazlığı nedeniyle çıktı, 3. Dünya savaşı Ortadoğu'daki petrol yatakları için çıkıyor, 4. Dünya savaşı Kutuplardaki petrol yatakları için çıkacak, 5. Dünya savaşı ise Afrika kıtasındaki elmas madenlerini paylaşamama nedeniyle çıkacak.

7 Ekim 2016 Cuma

Eğitim ve Araştırma hastanesine giderken...

Dün öğle saatlerinde, engelli raporumu ve fotokopisini yanıma alarak Haseki Eğitim ve Araştırma hastanesine gittim.

Haseki’ye bir süredir gitmek istiyordum, çünkü özel Yaşar fizik tedavi hastanesinden aldığım egzersizin 2016 yılına ait kalan otuz seans hakkımı almam için bu gerekli. Bunun için ilk önce bir eğitim ve araştırma hastanesinin fizyoterapit uzman doktorundan raporumu uzattırmam gerek ve sonrasında da terapilere devam edebileceğim.

Bu ülkede yaşıyorsanız ve bir engelliyseniz; bu türden işlemleri devlet halletmez, illaki sizin halletmeniz veya refakatçinizin halletmesi gerekli.

Saat 13:30 gibi evden çıkıp dış kapının önünde akülü tekerlekli sandalyeme geçtim ve ilk önce 700-800 metre mesafede bulunan Akşemsettin tramvay durağına ara sokaklardan ilerleyerek gittim. Akşemsettin durağından Kabataş yönüne giden üçüncü trene zorla bindim, çünkü öğle saati olmasına rağmen tıklım tıklımdı.

Tramvayın kapısı kapanmak için birkaç defa zorlasa da, tekerlekli sandalyem ve diğer vatandaşlar kapıyı tutarak kapanmaya engel oldu. O sıkışık ortamda yaklaşık yarım saat yolculuk yaptım ve Haseki durağına Heleşükür varabildim.

Haseki’ye gidene kadar Tekerlekli sandalyemin kumanda bölümüne yüklenen de oldu, sandalyemi ileri almamı isteyen de oldu, sandalyemi ileri itmeye geri çekmeye çalışan da oldu.

Acaba ben onların oralarına buralarına yüklenerek hareket etmeye çalışsam tepkileri ne olurdu.

Haseki durağına varınca zar zor araçtan inip, hemen duraktan çıktım ve hemen elli metre ötede bulunan Haseki hastanesinin bahçesine girdim. Hızlı gittim, çünkü hava çok kapalıydı neredeyse yağmur indi inecekti.

Hastane binasına girmeden önce bir güvenlik görevlisine elimdeki kağıtları göstererek “fizik tedavi bölümü” dedim, o hemen “ağabey geri git bahçe kapısının karşısında bir bina daha var yolun karşısına geç, o işlemleri anca orada halledersin” dedi.

Haseki’nin bahçesinden çıkıp güvenlik görevlisin tarif ettiği binaya gittim, bina girişindeki tabelayı kontrol ettim ve dördüncü kata çıktım, çünkü fizik tedavi oradaydı. Şu yönlendirme tabelalarını çok seviyorum, ne başkalarıyla muhatap olmak zorunda kalıyorsun ne de yanlış yönlendirilmek korkun var.

Bir hastanedeyim, bir tekerlekli sandalyedeyim ve anca üçüncü asansör kabinine binebiliyorum. Eğer bir duyarlıya rastlamasam o kabin önünde daha çok beklerdim, çünkü telaşla koşuşturan hastalar ve yakınları o kadar çok ki, kalabalığa asansör yetişemiyor.

Dördüncü kata ulaştığımda üç bölüm vardı, ben evraklarım elimde doğruca fizik tedavi bölümüne gidip kapısı önüne yaklaştım. Önümde bekleyen üç kişinin içeri girip çıkmasını yaklaşık yarım saat bekledikten sonra içeriye girebildim. Uzman fizyoterapist Öznur hanımla yaklaşık iki üç dakikalık bir görüşmeden sonra kendisinin bu işlem için yetkili olmadığını öğrendim, beni Bahçelievler’de bulunan Sağlık bakanlığına ait fizik tedavi hastanesine yönlendirdi.

Beni işlemleri halletmem için herhangi bir eğitim araştırma hastanesine yönlendirense egzersiz tedavisi almakta olduğum Bakırköy’deki Yaşar hastanesinin fizyoterapisti Selçuk. Selçuğu suçlamıyorum, muhtemelen onu da biri öyle yönlendirdi. Yani Haseki’ye kendim gitmedim, burnunun dikine giden biriyim ama akılsızca hareket eden biri değilim.


Bende evraklarımı fotokopileriyle beraber poşete koydum, nüfus kağıdımı da cüzdanıma koydum ve geldiğim güzargahı takip ederek saat 17:00 civarı eve geri geldim. 

6 Ekim 2016 Perşembe

Köylükten de çıkarttık onları...

Eylül ayında Çankırı Ilgaz Kıyısın köyünde 16 günlük bir tatil geçirdim… Kıyısın köyünde bulunduğum süre içinde hiç yerimde durmadım ve bolca gezdim.  

Bir tekerlekli sandalyeli olarak köyün fiziki şartları bana uygun olmasa da ben yine de gezdim, tozdum, tadını çıkarmaya çalıştım. 


Köy içinde yüz metre sağa gittim, yüz metre sola gittim geldim. Defalarca gezip gördüğüm yerleri tekrardan keşfetmek ayrı bir haz veriyor. 


Çünkü, bana göre doğa tadına varılamayacak, usanılmayacak tadına doyulamayacak bir lütuf. 

Tatil deyince insanımızın aklına yatıp uyumak veya kıçını devirip yatmak gelse de, aslında tatil gezip görmek yorulmak keşfetmekdir. 


Ben Kıyısın'a
 "Köy" diyorum, çünkü orası artık köylükten çoktan çıkmış; hiç bir yerde hayvan dışkısı yok, ağaçlarında meyve yok, tarlasında ekin yok. Köyümüzde hayvan yok yerde dışkı olmaması normal, meyve ağaçlarına bakım yok dallarda meyve olmaması normal, çiftçiye destek olmadığı için tarlalar boş. 

Köye insanları çekecek hiç bir şey yok, bir cazibesi yok, yaşayan halkı sadece yaşlılardan oluşuyor ve hayvancılık çiftçilik meyve sebze ekin artık para kazandırmıyor. 


Çocukluğumda köye her gittiğimde, yolda patikada inek dana koyun dışkısı görürdüm, şimdi ise ne görüntüsü ne de kokusu var.


Çocukluğumda köy çevresindeki tüm araziler ekin ekili olurdu, köylü biçtiği ekini patoza öğüttürmek için sıraya girerdi, artık köyde bir tane bile ekili arazi yok.

Çocukluğumda meyve ağaçlarının tamamı meyve dolu olurdu, dalları toprağa kadar eğilirdi, ama şu an dallar sadece yaprakla bezeli, o dal yaprakta kahverengi olmuşlar, kurumuşlar, çürümüşler. 

Kimsesi farkında değil ama artık köyün çeşmelerinden derelerinden bile su akmıyor, kurudu gittiler...


Ülkemizde sanayileşme ve betonlaşma, doğru düzgün düzenli olmadığı için, şu an Anadolumuzu da kaybetme durumuna gelmişiz. 

Anadolu, Anadoluluktan çıkmış, metropol olmuş... 

İstanbulun Ankaranın İzmirin saçma sapan gidişatı, Anadolu köylerini kasabalarını bozmuş durumda. 

Köy halkı bile bozulmuş durumda; iş güç olmadığı için evde televizyon başından kalkmaz hale gelmişler, TV programları ve dizileri hepsini yozlaştırmış basitleştirmiş. 

Köy halkının neredeyse tamamı birbirinin yaşamı ile ilgilenir hale gelmiş... 

Televizyonda sadece entrika dedikodu magazin izleyerek benliklerini kaybetmişler. Televizyonda yayınlanan basitlikler onları çok bozmuş, iyice yabanileşip yabancılaşmışlar, yozlaşmış yobazlaşmışlar, dedikodu ve başkalarının yaşamları ile meşgul olur hale gelmişler. 


Burada suçlu devlet, çünkü asil görevini yapmıyor, köylüye gerekli desteği vermiyor. 


4 Ekim 2016 Salı

Engelli öğrenciye 200- TL destek...

Bugün Özel Sempati özel eğitim merkezi kurumuna 17:00’de egzersiz seansımı almaya gittiğimde, kurumun sekreteri Funda hanım bana bir kağıt verdi, “Abdullah bey bu kağıtla engelli raporunuzu Edirnekapı sosyal hizmetler müdürlüğüne götürdüğünüzde size 200- TL verilecek” dedi.

Eve geldiğimde bu konu hakkında internette bir araştırma yaptım ve tam bir fiyasko ile karşılaştım. Evet, engelli öğrencilere 200- TL destek verildiği doğru, ama bu paranın engellilere verilmemesi için çok uğraşılmış. 

Engellinin kendisi bizzat başvuracakmış, engelle ilgili raporu ve fotokopisi istemişler ve bunları toplu ulaşımın olmadığı Edirnekapı sosyal hizmetler binasına istiyorlar.

Başka ülke olsa; vatandaşı olan engellisine önem verme konusunda samimi olsa, yani o parayı vermeye niyetli olsaydı, posta çeki hazırlar engelli öğrencilerin adresine postalardı. 

Engelli öğrencilere bir defalığına verilecek olan 200- TL için toplu taşıma ulaşım olanağı olmayan bir sosyal hizmetler binası seçilmiş... 

Paranın kendilerine kalması için ellerinden geleni yapıyorlar. 


19.10.2020 
İllaki Corona gibi bir salgın bekleniyormuş demek ki tüm işlemleri evden yapmak için. Dört yıl önce kaleme aldığım bu fikrim için 19.10.2020 tarihinde yani bugün harekete geçirildi. 
Bir yıl önce göreve gelmiş olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yeni yönetimi tarafından Corona Covid-19 virüsü salgını Pandemisi önlemleri nedeniyle harekete geçirildi. 
Kısacası; Edirnekapı İBB tesisine özel aracı olmayanlar, toplu taşıma ile gitme imkanı olmayan ve anne babası yaşlı olanların gidemediği Edirnekapı sosyal tesislerine şu an o tanımlanmış hakka evden çıkmadan da ulaşıla bilinecek. 

3 Ekim 2016 Pazartesi

Taksim metrosunun iki asansörü...

Dün öğleden sonra buralarda canım sıkıldı, bende Marmaryay'ı ve metroyu kullanarak Taksim'e gittim. Yaklaşık yarım saat kırk beş dakikalık zaman birimi sonunda Taksim metro istasyonuna varabildim.

Taksim istasyonuna geldiğimde ortam değişti, insanların bakışı farkındalıkları duyarlılıkları gözlerinden belli olmaya başladı. Ben fazla insanların suratına bakan biri değilim, ama o bölgenin insanının suratına bakılıyor, çünkü benim gibi engellilere normal bakıyorlar, çünkü yabancılamıyorlar ve başkalarını kendi içlerinde sorgulamıyorlar. Bana bakıp; gülümsüyor veya kafalarını azıcık öne eğerek selam veriyorlar. Bazısı gereği yokken aşırı duyarlılık göstergesi yapıyor olsa da o bölgenin insanı hoşuma gidiyor.

Taksim metrosunda iki adet asansör var, biri Taksim meydanının ortasına çıkıyor diğeriyse sizi meydanın aşağı kısmı olan Gezi parkının içine çıkartıyor. Bazen biri bozuk olunca diğerini kullanıp yeryüzüne çıkıyorum, ama bu sefer her iki asansörde bozuktu çalışmıyordu. Her iki asansörün önü de bariyer ile kapalıydı, asansör kabinine geçiş yoktu. Ben bu bariyerleri görsemde istasyonda bir görevli bulup ona durumu anlattım, "ağabey bozuklar" dediği halde her ikisini de tekrar kontrol etti ve "kusura bakma ağabey, olmuyor... İstersen bir önceki istasyondan Şişhane'den çıkış yapıp Taksim'e gelebilirsin" dedi, ama ben "gerek yok, sağ ol... Şişhane tarafının kaldırım, yol ve eğim bakımından durumu çok sorunlu, trafiği çok karmaşık" dedim.

Ve yaşadığım her zaman ki son...
Tekrardan metroyla Marmaray Yenikapı istasyonuna geri döndüm ve Marmaray'a binip Kazlıçeşme'ye geldim.

Sağlıklı insanların gerekmediği halde tıklım tıklım üst üste doluşarak kullandıkları bu asansörler, bozulduğunda sağlıklılar merdivenlere yöneliyor ama benim gibi engelliler tekerlekli sandalyeleriyle evlerine geri dönmek zorunda kalıyor.

Bu yaşadığım tecrübeyi anında internetten metronun sorumlu olduğu birim olan İstanbul ulaşım'a  bildirdim. Dün tatildi, ama bugün sabah saatlerinde cevaplarını bana ulaştırdılar. Asansörle ilgili sorunu en kısa zamanda çözeceklerini, mağduriyet için özür dilediklerini bildirdiler.

Bu türden mağduriyetler söz konusu olduğunda çözümü hemen sağlıyorlar, hiç bir zaman ötelemiyorlar. Ama burada önemli olan sorunları anında çözmek değil, burada asıl önemli olan o asansörleri sağlıkların kullanmasını engellemek.

25 Eylül 2016 Pazar

Vatan bilgisayar'da....

6 Eylül 2016 Salı

Bağışlanan uçak nerede?

Dün, annem babam kardeşim ve köy Halam ile ben, hem Çankırı'yı gezmek yeşil bir alanda piknik yapmak için hem de orada bulunan Tuz mağarasına gezmek için saat 11:00'de yola çıktık.

Mağara tadilat nedeniyle kapalı olduğundan içeriye giremedik, sadece bir piknik yaptık ve Çankırı'da bulunan ortanca halamın ziyaret edip geri döndük.

Mağaraya bir kaç yıl önce kardeşimle gidip girmiştim, "tam bir sağlık merkezi" demiştim. Bu mağara merkezden 18 kilometre civarı uzaklıkta, sanırım Kaya tuzuna önem vermeye başlamış ki, yolları bozuktu düzeltilmeye başlanmış.

Çankırı, Ilgaz dağlarında bulunan kayak merkezleri ile ünlenmeye çalışıyor ama yapması gereken Kaya tuzuna önem vermek, tanıtımını yapmak, çünkü Çankırı yüzölçümünün tamamı Kaya tuzu yatağı.

Bu tadilat nedeniyle biz mağaraya ulaşanadık 18 kilometreyi geri dönüp bir parkta piknik yaptık. Çok güzel bir parkta mangal yapıp dinlendik, parkta dikkatimi çeken bir şey oldu, parkın bir girişimde kocaman bir uçak vardı. Bir maket değil, resmen bir yolcu uçağı getirilmiş orada bulunan bir tepeye kondurulmuş. Çankırı'da havaalanımız yok, sanırım güzel bir görüntü olsun diye ve insanların ilgisini çeken diye o uçak o tepeye konmuş. Benim ilgimi çekti ve yeşillikler içinde bulunan o demir yığının resmini çektim.

Resim çekerken hafızamdan bir bilgi aklına geliverdi, üç dört yıl önce İz tv belgesel kanalında Karatekin üniversitesine bağışlanan bir uçağın parçalar halinde Çankırı'ya getirilişi orada monte edilişini sonra da Karatekin üniversitesine bağışlandığı seyretmiştim.
Üniversiteye araştırma geliştirme yapılması için bağışlanmış bir uçağın o mesire alanında ne işi var diye düşünürken, aklıma parkın adı geldi Recep Tayyip Erdoğan.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

İstiklal caddesinde bir ara sokakta...

Yok, ben boşuna uğraşıyorum… Bu toplum engellilere duyarlılık konusunda bilinçleneceğini sanmıyorum. Ne engelli aileleri veya akrabaları, ne kamu kurumları veya özel işletmeleri ne de engelli olarak bizzat bizler adam olmayız.

O kadar çok istediğim halde bazı sorunlar nedeniyle bu yıl toplamda iki ya da üç kez Taksim İstiklal caddesi bölgesine gidebildim. Sağlık sorunlarım veya tekerlekli sandalyemdeki arızalar bu yazımı iyi geçirmeme neden oldu.

Dün akşamüzeri Ercan ağabey ile Erey çay bahçesinde çay içip sohbet ederken yanımıza Süleyman ağabey ve eşi geldi, hep beraber güzel sohbet ettik ve onlar masadan ayrıldı. Bende onlardan biraz sonra masadan ayrılıp Marmaray ile Yenikapı’ya oradan da Hacıosman metrosu ile Taksim’e geçtim.

İlk önce meydanında biraz zaman geçirdikten sonra İstiklal caddesine girip yavaş yavaş Tünel’e doğru ilerledim. Tünel’e yakın bir yer geldikten sonra karnımı doyuracak bir yer aramaya başladım.

Fark ettim ki İstiklal caddesi gibi bir yerde engellilere benim gibi bir tekerlekli sandalyeli mekana girip karnını doyuracağı bir mekan yokmuş. Hadi cadde üzerinde adam gibi bir mekan yok, sokak aralarında bile bir şeyler yapamıyorsun.

Özellikle mekanları doluyken senin gibi bir engelliyi çevrelerinde bile görmek istemezler, ama mekanlarında kimse yokken başlarının tacısın. İş yerlerinde yüzde üç oranında engelli çalıştırma kotası var, işte bu türden mekanlarda da engelli kota zorunluluğu getirilmeli.

Son birkaç yıl içinde İstiklal caddesi bölgesine bolca gittim ve neredeyse hiç duyarlılık hiç sorunu yaşamadım, ama dün akşam ki gidişim de İstiklal caddesinde Tünel bölgesine yakın bir bölgede içerisinde küçük masaları olan bir sokağa girdim karşıma gelen garson kılıklı birine “burada karnımı doyura bileceğim bir yer var mı?” dedim, garson “ağabey burası sana uygun değil” deyip beni kovarcasına uzaklaştırdı. Fiziki olarak bana hiçbir şey yapamaz buna izin vermem zaten de, ama gözü ile sokağın çıkışına bakarak bana kapıyı işaret etti.

Saatlerce orada mekanı veya masayı işgal edecek değilim, on beş yirmi dakika bir masanın köşesinde durup çay içip tost yiyeceğim ve parasını ödeyip hatta garsona tip bırakıp çekip gideceğim.

Sokak müzisyenlerine, dilencilere, alkoliklere, başı açığa kapalıya, sağcıya solcuya, hacıya hocaya saygı gösterilen mekanda, kendini ifade edebilen aklı zekası yerinde bir engelliye yarım saat tahammül edemiyorlar. 

NOT: Farkındalığı duyarlılığı neredeyse sıfır olan bir eleman için o mekanı veya Taksim'i İstiklal caddesini aynı kefeye koymayacağım tabi ki de, ama öyle bir yerde de eğitimsiz eleman çalıştırmamaları gerek. 

14 Ağustos 2016 Pazar

30 Mart 2016 Çarşamba

Gıda market kasa bölümü...

İnsanımızdan yardım destek almayı sevmem, “pardon” diyerek öncelik istemeyi de sevmem… Sonuçta konuşmasında zorlanma olan dengesi olmadığı için tekerlekli sandalyede yaşamını sürdüren bir engelliyim.

Akşam eve gelmeden önce Olivium alışveriş merkezinde Carrefoursa gıda markete girip bir şeyler aldım, bunu çok yaparım çünkü o market tekerlekli sandalyeme uygun. O gıda marketin girişi düzayak rahatça giriyorum çıkıyorum, içerisi geniş rahatça geziyorum rafları bana uygun ürünleri seçiyorum alıyorum, kasaya gidiyorum ücretini bile kendim ödüyorum.
Bir tekerlekli sandalyeli olarak çevremde kendi işimi göreceğim hiçbir yer yok…

Bu çok hoşuma gidiyor, yani hem işimi kendim görüyorum hem de insanlarla iç içeyim. O gıda marketten tek şikayetim var, o da kasa bölümlerinin çok dar olması. Kasa bölümleri tekerlekli sandalyemin genişliğinde.

Carrefoursa’da yaklaşık beş altı kasa var, tümünün genişliği aynı… Akıllarına gelmemiş bir tanesini daha geniş yapmak. Alışverişini yapanı damgalanacak hayvan gibi o daracık bölmeye sokuyorlar.

Ben sabırlı insanımdır, acelem yoktur… Çevremdekiler acele ettiğinde kızarım “sabredin” derim. Bir kuyrukta arkada olsam da sıranın bana gelmesini yeğlerim, öncelik tanınsa ret ederim, çok ısrar edilirse ortam sakinleşsin diye bazen öne geçerim bazen de “bir sorun yok beklerim” derim.

Engelli olsam bile başkasının hakkına saygı duymak felsefemdir.

Bu akşam Carrefoursa’ya girdim dört ya da beş parça ürün alıp kasaya yönlendim… Kasa bölümünde anne babamdan yaşça birkaç yaş büyük üç hanımefendi vardı, okumuş bilgili bilinçli hanımlar belli ama kasa bölümünü tamamen kapatmışlardı. O bölgeye kimse adım atacak durumda değildi, aldıkları ürünlerin yarısı alışveriş sepetinde diğer yarısı kasa masasında kasadan geçişi bekliyor olmasına rağmen hanımlar bana öncelik tanımaya çalıştılar.

Arkadaki yaşlı bayan beni gördüğünde “buyurun geçin bizim işimiz uzun sürer” dedi, bende “önemli değil sorun yok” dedim. Bu konuşmayı duyan öndeki hanımlarda “buyurun geçin” dedi, ben yine “hayır, önemli değil” dedim. Baktım yüzleri düştü, bende “ben o dar bölüme giremiyorum hesabı ödeyip geri çıkıyorum” dedim.

Hem kasa etrafını sarmışlar hem de bana “buyur” diyorlar, eğer ben o bölüme girersem kasada işimi halledersem geri çıkış yapamam, illaki o bayanların orada işini halledip çıkmaları gerek. Onlar oradayken tekerlekli sandalyemle manevra yapmam imkansız, illaki geri çıkmam gerek çünkü kasa bölümü dar, geçiş yapamıyorum defalarca takılıp sağı solu çizdim.

Israrları devam edince sonunda sıkıldım ve “bakın siz işinizi bitirin oradan ayrılın ben o zaman kasaya yaklaşıp ürünü masaya koyup ödememi yapayım ve geri geri çıkayım” dedim.
Kadınlardan önde olanı bana dönüp “insanlık yapmaya gelmiyorsun” dedi…

O laftan sonra benim yapmam gereken “o zaman burayı açın sağa sola çekilin” diyerek tekerlekli sandalyemle sepetlerini itmek, kasa bölümüne girmek onların ürünlerini masadan sepetlerine atmak, kendi aldığım ürünleri masaya koyup parasını kasaya ödemek ve geri gidip manevra yapmak olmalıydı.

İnsanların durumu anlamaları için canlarının yanması veyahut vaziyeti gözleriyle görmeleri gerek.

16 Mart 2016 Çarşamba

İki Suriyeli çocuk Türkçe öğreniyor...

16.03.2016
Dün evden çıkınca her zamanki gibi sokağımızın köşesinde okulların bulunduğu bölgede eczane önünde kaldırımda yerimi aldım. Hava tekrardan soğumuş olsa da o kaldırımda on dakika geçirmeden edemiyorum, çünkü öğrencilerin beni tekerlekli sandalye üzerinde oturur halde görerek farkındalıklarının artacağını, bilinçleneceklerini ve engellilere karşı daha duyarlı olacaklarını düşünüyorum.

Dünkü o on dakikam içinde canımı sıkan üzüldüğüm bir olayla karşılaştım. Tekerlekli sandalyemle kaldırımın bir köşesinde durmuş etrafa bakınırken hemen yarım metre bir metre yakınımda olan biri 16- 17 diğeri 12- 13 yaşlarında iki Suriyeli çocuk konuşuyordu. Çocuklardan küçük olanı hemen yakında bulunan okulda öğrenci, büyük olan diğeriyse buralarda dolaşan ufak tefek işler yapıp para kazanan sessiz sakin ürkek bir çocuk.

Okulda okuyan çocuk, bizimkine Türkçe kelimeler öğretiyor “nerelisin?” derlerse “Aslen Hataylıyım” dersin “nerede yaşıyorsun?” derlerse “İstanbulluyum burada yaşıyorum” gibi.

Bir yandan çevreye bakıyorum diğer taraftan kulağım bu ikisinde.

Bu ikisi ayaküstü dilimizi öğrenmek için pratik yaparken dikkatimi çeken ve garipsediğim bir şey oldu, ama o iki Suriyeli çocuk yaşananlara sessiz kalmayı ve boyun eğmeyi uygun gördü.

Sanırım kanıksamışlar, “Alın yazımız, Kaderimiz” demişler.

Vicdanı baskın insanlar için “Suriyelileri ülkeye alalım” veya “o çocuklara çok acıyorum” demek çok kolay… Onları ülkeye almak sorun değil, asıl sorun onların barınma ihtiyaçlarını çözmek, doğru dürüst eğitimlerini vermek,  sağlık hizmetlerini düzgünce vererek hastalıkları kontrol altında tutmak veya onlara iş istihdamı yaratmak.

Neyse… Bizimkilere geleyim.

Suriyeli çocuklar pratiğe devam ederken yanlarından okuldan çıkıp evine giden bizim çocuklarımız var; bu iki çocuğa el hareketi yapıyorlar, ayak hareketi yapıyorlar, vuruyor veya vuracak gibi yapıyorlar, tekmeliyor veya tekme atacak gibi yapıyorlar. Suriyeli çocuklara edilen küfrün haddi hesabı belli değil, aşağılayan sözlerin biri bitiyor biri başlıyor.

Duyduklarımsa; şişko, sivilceli, pis köpekler, para verin piçler, hastalıklı köpekler, ağzınıza sıçayım, şerefsizler, orospu çocukları, ananızı avradınızı bacınızı s... gibi ortalık küfür kıyamet aşağılayıcı söz.

O Suriyeli iki çocuğa bunları yapanlarsa daha dokuz on yaşında olan bizim çocuklarımız; örf adetlerimizle büyüttüğümüz çocuklarımız, öpüp kokladığımız “akıllı”, “gıkı çıkmaz”, “vicdanlı”, “duyarlı”, “hoşgörülü” dediğimiz çocuklarımız, üzerine toz kondurmadığımız yaramazlık yapmayan küfretmeyen çocuklarımız. Fenerbahçeli Galatasaraylı Beşiktaşlı Trabzonsporlu, İstiklal marşında saygı duruşu yapan bağırarak marş söyleyen çocuklarımız, kışın okula yazın kuran kursuna gönderdiğimiz çocuklarımız.

Hayır, hiç de öyle değil…

Kin nefret öfke aşıladığımız çocuklarımız, saçma sapan şiddet içerikli çizgi filmler veya diziler seyrettirdiğimiz çocuklarımız, “amcana pipini göster” “dayına küfret” dediğimiz çocuklarımız,  yanına oturup iki dakika bile ilgilenmediğimiz çocuklarımız, televizyon seyrederken veyahut misafir geldiğinde rahatsız olmamak için sokağa çıkarttığımız diğer odaya gönderdiğimiz çocuklarımız.

Akşam eve geldiğimde bu kötü durumu annemle paylaştığımda, annem bana “anne babaları da o Suriyeli çocuklardan memnun değil, sevilmiyorlar, onları isteyen yok” dedi. 

Ta baştan beri düşüncemdir, birçok defa çeşitli mecralarda yazdım da; bu Suriyeli sığınmacıları ülkeye alıp “geç istediğin yerde yaşa” demek ve onlara “misafirimizsiniz” demek hata. Madem misafirler, onları ülkeye almadan önce devasa bir kamp yapıp ve onları o bölgede tutarsın.

Şu an ülkede kaç Suriyeli göçmen var, neredeler, nasıllar, ne iş yapıyorlar bilen yok ve kimsenin de umurunda değil.

Evinize aldığınız misafirinize bu şekilde davranır mısınız “geç istediğin yerde otur” der misiniz, yoksa evi derler toparlar “buyur geç oturalım” mı? Dersiniz.

Kimse caka satmasın, insanımızın büyüğünde de küçüğünde de vicdan da yok, hoşgörü de yok duyarlılık da yok… Eğer varsa; haberiniz olsun üç beş kişisiniz.