23 Aralık 2015 Çarşamba

Bir Ahtapot etkinliği..


20.12.2015
Bu sabah saat 09:00 gibi küçük kardeşimle beraber Vedat Kürşün’ün Beykoz’da bulunan Akbaba köyünde Ahtapot Scuba üyeleri için düzenlediği kahvaltıya gittim.

Vedat’da şeytan tüyü var… Ne yapıyor ne ediyor beni kandırıyor. Vedat’ın temiz kalpli oluşundan veya samimiyetinden kuşkum yok, zaten bu yüzden onu kıramıyorum. Yoksa sorun zorluk yaşayacağım veya yaşatacağım ortamlara girmeyi tercih etmiyorum.

Karşısında köşeye sıkışmış birilerini görüp ona yardımcı olmamak Vedat’ın kişiliğinin kabullenemeyeceği bir durum. 

Vedat, etkinliklerine durmaksızın devam ediyor, bense ona “hayır” demeye devam ediyorum, ama ne yapıp ne edip kanıma girip durumu lehine çeviriyor. Sağ olsun düzenlediği hemen her etkinliğine de beni davet ediyor. 

Bu etkinliklere “hayır’ dememin başlıca nedeniyse; ortamların tekerlekli sandalyeme uygun olmaması ve lavabo tuvalet gibi kişisel ihtiyaçlarımı göreceğim yerlerin olmaması ve acil durumlarda bir yerde sıkışmaktan korkuyorum.

Bugünkü Akbaba köyü etkinliği de zorluydu ve sorunluydu, ama kardeşim sayesinde sorun ve zorlukları kolayca aştım. Vedat Kürşün benim için bir şeyler yapmaya çalışıyor, çünkü köşeye sıkıştığımın farkında, bu yüzden bir şeyler yapmayı kafaya koymuş biri. 

Ne kadar çok onlarla hareket edersem o kadar çok yaşamım renklenecek ve yaklaşık yirmi yıldır yaşayamadığım sosyal hayatı bana yaşatacak. 

Kaybettiğim yılları yakalamamı benim gibi o da istiyor…

Vedat beni rehabilite etme konusunda çok iştahlı, ama bu işin öncesi ve sonrası var… Bir yemeğin hazırlanma aşaması var, sofranın kurulma aşaması var ve yemek yendikten sonra bulaşığının yıkanma aşaması var.

Akbaba köyü içi tekerlekli sandalyem için sorunluydu, kahvaltıyı yapacağımız eve giriş sorunluydu ve evin içi de tekerlekli sandalyem için dardı. Her şeye rağmen o ortam çok çok güzeldi, evin sakinleri ve Ahtapot grubu da çok güzeldi. 

İmrenilecek bir ortam vardı… Herkes çok sıcakkanlıydı.

Akbaba köyü koruma altında olan bir köy veya öyle deniliyor… Köy içinde neredeyse çivi çakmak bile yasakmış. Bilmiyorum dikkatlerini çekti mi, yollarda evlerde bağda bahçede bir değişime gidilmemiş, ama köyün o güzel manzarası içine onlarca villa türü ev yapılıp yeni binalar konulmuş. 

Köy içinde bir değişim yapılmıyor, ama köy içine yeni binalar yapılıp silüet bozulmuş. Keşke ortam müsait olsaydı da bir köşede resimler çekseydim.

Yaklaşık 30 kişi uzunca bir masada kahvaltı ettik, masada ne ararsan vardı… Börekler poğaçalar yenildi, peynirler kaymaklar yenildi, semaverden çay içildi. Bazı arkadaşlar köy içinde gezdi, tavuk inek sevdi, ağaçlardan meyve topladı.


Her şey o kadar doğaldı ki ortama hayran kalındı…

Ahtapot grubu üyelerinin isteği bu, doğayı doğal haliyle yaşamak; nefes çektiğinde havası farklı olacak, ürününü yediğinde tat olacak lezzet olacak, suyunu kana kana içeceksin.

Bu sefer ki etkinlikte de yeni arkadaşlarla tanıştım, zaten ne zaman Ahtapot Scuba grubu ile bir etkinliğine katılsam yeni arkadaşlar dostlar ediniyorum. 

Kahvaltı yaptığımız evin girişinde uzunca bir masa kurulmuştu, bende o masanın kenarında tam kapının ağzında kahvaltımı yaptım. Eve giriş çıkış benden soruldu. Her şey o kadar doğaldı ki, bu etkinlikten herkes memnun kaldı, köyden ayrılırken yüzler gülüyor yüzler gülümsüyordu.

En güzeli de, İstanbul’un ortasındasın ve her şey doğal…

Kahvaltının yapıldığı köy evi grubun üyelerinden Ülkü Kerdal’ın ailesinin eviydi. Bizi son derece güzel ağırladılar, Ülkü'nün benim gibi beyin rahatsızlığına sahip Mehmet adlı bir kardeşi vardı ve Mehmet bizleri görünce o kadar çok sevindi ki, çok mutlu oldu. 

Akbaba köyünden saat 12:30 civarı on civarı otomobille çıkış yaptık ve Beykoz’un sokaklarını hızlıca aşarak FSM köprüsü sahilinde bir kafenin ikinci katında toplanılıp yarım saat çay kahve içilip sohbet edildi. Bu bölüme, ben ve kardeşim katılamadık, çünkü kafeterya ikinci kattaydı. Kafeteryanın girişi dardı ve binada asansör yoktu. Onlar kafeteryadayken ben ve kardeşim sahilde gezindik resimler çektik.

Kimseye anlatamadığım bu; ben bir tekerlekli sandalyeliyim her yere girip çıkamam… Yaşamımda o kadar çok “hayır” oluşunun nedeni bundan, şu yaşamın her noktası benim için engelle dolu. 


İşte Vedat’ın anlayamadığı veya anlamak istemediği nokta bu… Ben bir engelliyim ve hep engelli olacağım. Ben sağlığımın bozuk olması nedeniyle engelli değilim, ben çevre şartları bana uygun olmadığı için engelliyim. 

Benim yaşım 39- 40, Ahtapot grubu üyelerinin birçoğundan yaş olarak büyüğüm, ama benim içimdeki çocuk onların birçoğundan küçük. Ruhum genç, diri ve yeniliğe açık. Benim bilgim bilincim farkındalığım duyarlılığım, her türlü yaşam hakkında öngörüm, resmin geneline bakarak hareket etme özelliğim, ayrım yapmadan insanlara sevgiyle saygıyla bakışım ve bunun yanında önyargımın olmayışı Ahtapot grubu üyelerinin birçoğundan daha iyi. 

NOT: Bu kahvaltı etkinliğinin ücreti 35- TL idi, 20- TL’si köy evindeki kahvaltı için alındı, 15- TL’si ise “Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfi - İçerde Çocuk Var” projesi için de ufak bir katkı olarak bağışlandı. Çok ısrar ettiğimiz halde ise benden kardeşimden para alınmadı. 

18 Kasım 2015 Çarşamba

Zarar sizden bizden değil...

Benim iki yeğenim var, biri 12 yaşında olan Can, diğeri 7 yaşında olan Ömer. Her ikisi doğduğundan bu yana benim canım ciğerim bende onların hayatıyım. Amcalarını tekerlekli sandalyesiyle kabullenmişlerdir, beni hiçbir zaman garipsememişlerdir. 

Her ikisiyle yaşadığım o kadar güzel anlar oldu ki, bazen onlar bana yaşayamadığım anları yaşattılar, bazen ben onlara yaşattım. 

Gün geldi; Can daha dört yaşındayken, gençliğimde çekilmiş olduğum bir resmimi görünce bana “amca burada seni kim tutuyor” deyip gözlerimi yaşarttı, çünkü o beni hep yanımda birileriyle ayakta gördü. Gün geldi; Ömer daha dört yaşındayken “oyuncağını bana versene” dediğimde, yanımdan kaçıp diğer odaya gitti ve “amca gel al, ama gelemezsin ki” dedi, gözlerimi yaşarttı. 

Bazen ilgi çekmek için muzırlık yaparak bana sataşıp kavga çıkartırlar, bazen de surat yapıp istediklerini yaptırdılar. 

İnsanımız şunu algılayamıyor; o bir çocuk, onun işi yaramazlık, onun işi keşif, onun işi gücü oyun. Onların hayal gücünün yaratıcılığının geliştirilmesi gerek. 

Bazı anne babalar engellilerin çocuklarına yaklaşmasına izin vermezler, çünkü çocuklarının zarar göreceğini sanırlar. Aslında çocukları engelliden uzak tutarak çok büyük hata yaparlar. Engellileri yaşamlardan uzak tutarak yaptığınız sadece bir gerçekten onları yoksun bırakmak, yaşamlarının herhangi bir anında karşılaşacakları bir problemden kaçırmak. 

Bizlerin yaşadığı bu sağlık bozulması öyle engellenerek kaçılacak bir durum değil, engellilik öyle bir problemdir ki, nerede ne zaman karşınıza çıkacağını bilemezsiniz. Hiç ummadığınız an size sürpriz yapar “bööö” der. O an geldiğinde apışıp kalınmaması için eğitimle farkındalık duyarlılık sağlanmalı. 

Trafik kazası geçirirsiniz, beyniniz veya omuriliğiniz zarar görür engelli olursunuz… Yüksekten düşersiniz, beyniniz veya omuriliğinizde bir sorun çıkar engelli olursunuz…
Silahlı çatışma ortasında kalırsınız veya bir afet olur engelli olursunuz… 
Doktor yanlış tedavi yapar veya yanlış ilaç alırsınız engelli olursunuz…  

Bazıları çocuklarını engellilerden uzak tutarlar, çünkü engellilerin çocuklarına zarar vereceğini düşünürler, bazıları da engelli olan çocuğunu sağlıklılardan uzak tutar, çünkü onlarda sağlıklıların engellisine zarar vereceğini düşünür. Her iki tarafın ortak noktasıysa Türkiye’de yaşıyor oluşu. 

7 Kasım 2015 Cumartesi

Marmaray'a şikayet başvuru formu...



07.11.2015
Saat 22:00
http://www.marmaray.gov.tr/ adresine girerek Şikayet başvuru formuna aşağıdaki satırları yazdım.

"Marmaray toplu taşıma ağının Kazlıçeşme istasyonunda bulunan Engelli tuvaletinin kilit sistemi çalışmıyor, kapı kilitlenmek istenildiğinde anahtarı boşa dönüyor. Defalarca kez istasyonda bulunan görevlilere başvurup durumu izah ettiğim halde, kilit sistemi ile ilgilenilmedi. Zaten Bayanlar tuvaletiyle aynı oda içinde yan yana olması nedeniyle bu Engelli tuvaletinin kapısı bolca bayanlar tarafından açılmak istenilerek tacize uğratılıyordu, son iki ay içinde de çalışmayan bu kilidiyle beni ve diğer engelli arkadaşları iyice psikolojik baskı altına almaya başladı." 

4 Kasım 2015 Çarşamba

Oy hakkımı kullanamıyorum...

Yasalarca bana verilmiş olan ülkenin siyasi geleceğini belirleyecek oy verme hakkımı kullanamıyorum, bunun başlıca nedeni ise bir tekerlekli sandalyeli engelli olmam.

Bir tekerlekli sandalyeli olmak ülkenin geleceğini belirleyecek olan seçimlerde de “sandığa oyunu atamaman” demek. Bu ülke hiçbir yerde bana vermediği değeri, oy hakkımı kullanmam konusunda da vermiyor. Yasalarca bana verilmiş bir hak çiğneniyor, ben ve benim gibileri yok sayılıyor. Bir tekerlekli sandalyeli olduğum bilindiği halde 1 Kasım seçiminde oyumu kullanacağım sandık bir okul binasının ikinci üçüncü katına konuluyor ve tekerlekli sandalyemle oraya çıkmam oyumu sandığa atmam bekleniyor.

Biliyorum ki oyumu kullanacağım sandık bulunduğu odadan çıkartılamaz, sandık yerinden kımıldatılamaz. Benim illaki o merdivenleri tekerlekli sandalyemle bir tabut gibi eller kollar üzerinde aşmam ve oyumu kullanmam bekleniyor.

Tedavim için hastaneye sağlık ocağına gitmek istediğimde engellerle karşılaştım, açıköğretim okumak istediğimde engellerle karşılaştım, kamu kurumlarına gittiğimde engellerle karşılaştım, özel kurumlara gittiğimde engellerle karşılaştım, toplu taşımalarda engellerle karşılaştım, parklara bahçelere gittiğimde engellerle karşılaştım, sinemaya tiyatroya müzeye gittiğimde engellerle karşılaştım.

Bana hiçbir yerde kolaylık öncelik sağlanmadı, her yerde her zaman bana engeller çıkartıldı.

1 Kasım seçim analizi...

Bir rekor kırılıp beş ay sonra bir Erken seçim yapıldı, üç gün önce 1 Kasım Pazar günü Türkiye genelinde Milletvekili seçimi yapıldı.

Bu seçim bir Erken seçimdi, çünkü 7 Haziran’da yapılan seçimde partiler koalisyon kurmak istemedi ve Cumhurbaşkanı kararıyla 1 Kasım’da seçime gidilme kararı alındı. Bu Erken seçim kararını Cumhurbaşkanı almış olsa da, bana göre bu Erken seçim kararının alınmasına asıl suçlu muhalefet partileriydi. Böyle düşünme nedenimse; muhalefet partilerinin kararlı bir siyasi çizgide ilerlemeyip Akp’ye ipleri teslim etmeleridir. Yapıcı değil oyunbozan taraf kendilerinin gösterilmesine sessiz kalmalarıdır ve bunun yanında alınması gereken kararları zamanında alamamış olmalarıdır.

Mhp başkanı Bahçeli her şeye “Hayır” dedi, hiç yapıcı olmayıp 7 Haziran’dan bu yana “erken seçim” dedi ve oyunbozan o oldu… Chp başkanı Kılıçdaroğlu koalisyon görüşmeleri sırasında bir ay boyunca bir çocuk oyalandı ve oyunbozan o oldu... Hdp başkanı Demirtaş ise Pkk terör örgütü konusunda sesini daha çok yükseltmedi ve oyunbozan o oldu.

Bu öngörü sorunları ve kararsızlıklar, Akp’nin açık ara iktidar partisi olmasına neden oldu.

3 Kasım 2015 Salı

Sayın Cumhurbaşkanım...

Sayın Cumhurbaşkanı’m artık bitti… Siz artık siyaset yapamazsınız. Siz artık bir köşeye oturacaksanız ve Necmettin Erbakan gibi gerektiğinde danışılacak kişi olacaksınız.

Lafı cimi yok, birileri gelir ülke için bir şeyler yapar ve gider. On yılı aşkın ülke yönetiminde Başbakan olarak bulundunuz, şimdide Cumhurbaşkanısınız ve en yakın zamanda devlet görevleri konusunda miyadınızı doldurduğunuzu düşünüp köşenize çekilmelisiniz. Eğer birkaç yıl önce çekilseydiniz son yıllarda yaşananların hiç biri yaşanmayacaktı, hepsinin üzeri örtülecekti. Yakın zamanda; yapmadıklarınızı bile yapmış gibi gösterileceksiniz, suçlanacaksınız ve yargılanacaksınız. Bu yüzden yapmanız gerekli en güzel şey siyasetin dışına çıkıp bir köşede dinlenmeniz.

Siz ne kadar ortalıkta kalırsanız, bu iş o kadar bataklığa batacak. Siyaset artık sizin işiniz değil, siz ne kadar siyasetin içinde yer almaya kalkarsanız, o kadar çok yıpratılırsınız.

26 Ekim 2015 Pazartesi

Bu Yol



Leyleklerin her yıl üzerinde uçarak Ilgaz’a geldikleri bu yol; ilk çağlardan beri Ankara’dan Karadeniz’e giden bu yol. Kimse zannetmesin ki bu yol, öyle sıradan bir yol; İstiklal savaşının bir cephe gerisindeki savaşı gördü bu yol. İsyancı Ermeni Rum Pontus çetesi tarafından beş jandarmanın şehit edilişine tanık oldu bu yol. Olaya yakın yerde Derbent şehitler anıtının yanından Ilgaz dağının tepesine saygıyla eğilerek tırmanır bu yol. Ormanlarda saklanarak Samsun’dan gelen Pontus çetesinin kanlı ayakları eğer üzerine bassaydı, sonra utanacaktı bu yol. Düşman ordusuna katılmadan Bolu’da yakalanan bu çetenin sağ kalanları, Kastamonu’ya getirilirken buruk sevindi bu yol. İsyancı, katil; Rum ve Ermeni bile olsa hemen öldürmeden savaşta bile yargılayan Türk adaletine tanık oldu bu yol. Kastamonu halkını Kurtuluş savaşına çağırmak için giden İstiklal marşının şairi Mehmet Akif Ersoy’u gördü bu yol. İsti7klal savaşının cephelerinde Mehmetçik savaşırken, geride onlara cephane yetiştiren halkın savaşını gördü bu yol. Bağımsızlığın ilacı, canlarından kıymetli cephaneyi kötülüklerden silahla değil, yürekleriyle koruyan dedeleri, gazileri gördü bu yol. İnebolu limanından alınan cephaneleri 350 km Ankara’ya dağ dere tepe aşarak götürürken asfalt değildi bu yol. İnebolu’dan Ankara’ya kamyonla değil, kağnı arabalarıyla Küre Ilgaz ve Köroğlu dağlarının nasıl aşıldığını gördü bu yol. İnebolulu Seydilerli ve bütün Kastamonuluların nöbetleşerek Ilgaz’a cephane taşıdığını gördü bu yol. Ilgaz daha yolun yarısı, cephaneyi devralan Ilgaz’lının Çankırı’lı Kalecikliyle Ankara’ya yürüdüğünü gördü bu yol. Düşman gemiler Karadeniz’den limanı bombalarken İneboluların kahramanca savunmasını gördü bu yol. Cephane yüklü kağnısıyla Kastamonu’ya yaklaşırken Şerife bacının donarak şehit oluşunu unutmadı bu yol. Kağnısın tekeri kırılınca Ilgaz Kıyısin köylü Ümmühan nine arkadaşlarıyla mermileri omuzlayınca şaşırdı bu yol. Cephedeki oğluna, babasına, kocasına ve kardeşine cephane taşıyanların ailece savaştığını gördü bu yol. Ilgaz’lı hamile Yanığın Emine ablanın cephane taşırken doğurduğu bebeği, silah çuvalında uyuttuğunu gördü bu yol. Çankırı’lı Ayşe ana, Fatma teyzenin kağnıları çekip, iterken sırtındaki bebeklerin açlıktan ağladıklarını duydu bu yol. Karda, kışta; yağmurda çamurda ve bunaltan sıcaklarda aylarca cephane taşıyan çok isimsiz kahraman gördü bu yol. Top namlularına mermi olunca, Ankara’daki fabrikalarda içindeki barutla patlamadan turnaladığını duydu bu yol. Sadece yolun geçtiği yerlerdeki köylerden ve kentlerden değil, çevreden de gelen halkın vatan aşkını gördü bu yol. Leylekler bilmiyor ki kaderiyle düz gidemediğinden, düşe kalka, eğile büküle uzayıp gider bu yol. Çok acılar gördü ama, düşman ayaklarıyla çiğnenmeden Cumhuriyet’in ilanını duydu ve mutlu sonu gördü bu yol. Kıyafet ve Şapka devrimi için Kastamonu’ya giden Gazi Mustafa Kemal’i nihayet gördü de şereflendi bu yol. Yolun ucu Ankara’ya kahraman yolcularının hepsi adına bir heykelin, Atatürk heykelinin yanına dikildiğini gördü bu yol. “Ne mutlu Türküm Diyene!...” vatandaş, bu heykele süs diye bakma! Omzunda mermi taşıyan bu kadının yürüdüğü o yol, işte bu yol. 

16 Ekim 2015 Cuma

Artık güvenilmiyor...


15.10.2015
Bugünkü hava öyle bir havaydı ki, çılgın biri olsanız havlunuzu ve güneş yağınızı alır güneşlenmeye plaja giderdiniz. Bende evden 11:30 gibi çıkıp tekerlekli sandalyemle Erey çay bahçesine gidip sıcaktan bunalana sıkılana kadar güneşlendim.


Sanırım bugün güneşin iyi tarafıydı, çünkü ışıl ışıldı ve yakıcıydı…

Yarım saat geçtikten sonra baktım ki olmayacak bu sıcaklık beni çarpacak hemen Olivium alışveriş merkezine kaçtım, ilk önce engelli tuvaletine gittikten sonra alışveriş merkezi içinde gezinmeye başladım. 

Engelli tuvaleti işgalleri başlamış veya işgal ediliyorlardı da yaz aylarında alışveriş merkezini kullanmadığımdan ben bunun farkına varamadım. 

Bugün bir sağlıklı tarafından işgal edildiğinden engelli tuvaletinin kapı önünde birkaç dakika beklemek zorunda kaldım, içeri girdiğimdeyse sigara kokusundan neredeyse boğulacaktım.

Kış aylarının gelmesiyle AVM'de vakit geçirmelerim çoğaldı, bugün ikinci tuvalete gidişimde de bir sağlıklının içeriden çıkışını beklemek zorunda kaldım. Gelecek günler ne gösterir bilmem, ama bu işgaller devam ederse bende şeytanca düşünmeye başlayacağım. Ya kadınlar tuvaletine dalacağım ya da ortalık yerde işimi göreceğim.

Engelli tuvaleti girişini güvenlik kamerası görüyor, güvenlikçi arkadaşlar işgalin farkında, tuvaletin kapısında bir karış engelli amblemi de var… İnsanlar bizden daha ne istiyor, bilmiyorum.

Bu tuvaletleri bulaşık yıkamak için kullanıyorlar, sigara içmek için kullanıyorlar, abdest almak için kullanıyorlar, telefonla konuşmak için kullanıyorlar, elbise değiştirmek için kullanıyorlar, sevgilileriyle sohbet muhabbet için bile kullanıyorlar.

Bugün alışveriş merkezinde o kadar aşırı bir kalabalık var ki, klimalar yetişemiyor ortam ter kokuyordu. Bende yarım saat durabildim ve hemen nefes almak için tekrardan çay bahçesine geri döndüm.

Sıcak ışıl ışıl güzel bir günün ardından saat 19:30 civarı sokağın köşede eczanenin önünde kaldırımda oturmuş etrafı seyrediyordum.

Bir anda yanımda 17- 18 yaşlarında genç bir çocuk belirdi ve yarım yamalak Türkçesiyle “ağabey bir arkadaşımı arayıp yerimi bildirmem gerek” gibi bir şeyler dedi. Karanlık çöktüğü için ve üzerinde kazakla olduğu için üşümüştü. Çantamdan telefonumu çıkartıp söylediği numarayı çevirip arama yaptım ve telefonumu ona teslim ettim.

Tedirgin olmuştum, çünkü tekerlekli sandalyede olduğum için telefonumu alıp kaçarsa diye ne yaparım diye düşünüyordum. Her zaman ki gibi durumu akışına bıraktım ve sakince durumu gözlemledim.

Belli telefona ihtiyacı var ve işini görememesi halinde zora düşecek, bende tüm önyargımı bir kenara bırakıp telefonu ona teslim ettim. O da ona güvenimi boşa çıkarmadı ve kendi telefonunu bana verdi, “eğer şüphe ediyorsan” demek istedi.

O an kendimden utandım, çünkü ne kadar kötü hale gelmişiz ki kimseye güvenimiz kalmamış.

İnsanımız artık kimseye güvenmiyor; eşler eşine, kardeşler kardeşine, akrabalar akrabalarına, 
arkadaşlar arkadaşlarına, komşular komşularına, askere polise bile güvenilmiyor, adalete yargıya güvenilmiyor. 

Artık ağızdan çıkan söze, yemine güvenilmiyor. 

25 Eylül 2015 Cuma

Muzır hazır cevap....

Yine Yenikapı metro istasyonu, yine aynı asansör ve yine sağlığı yerinde olanlar asansör içindeler…

Özkan ile biraz gezindikten sonra Yenikapı metro istasyonundan Marmaray istasyonuna geçiş yapacağımız asansöre yöneldiğimizde asansör yine sağlıklılar tarafından işgal altında olduğunu gördük. Asansör kabini içi hınca hınç sağlıklı doluydu, o kadar rahatlarına düşkünler ki kabin içinde tek vücut haldeler. Bu sefer bir sonraki asansörü beklemek yerine, zar zor olsa da tekerlekli sandalyemle o asansöre girdim ve ayakları ezerek asansör içinde yerimi aldım.

Özkan refakatçim olduğu halde asansöre binmedi, onun sağlığı yerinde olduğundan Marmaray’a yürüyen merdivenle geçiş yaptı. Özkan’ın refakatçim olarak beni yalnız bırakmaması gerekliydi, ama mecbur kaldı ve asansöre girmedi/ giremedi. Asansör kabini içinde adım atacak yer yoktu, adımı bırakın iğne atsan yere düşmezdi. Sanırım tıklım tıklım bir kabin içinde yolculuk hoşa gidiyor.

Asansör Yenikapı metrosu katından Marmaray katına geldiği sırada kabin içindekilerden biri bana “geçmiş olsun” dedi, bense hiç istifimi bozmadan ve ciddi bir ses tonuyla ona “size de geçmiş olsun” dedim. 

Bu lafım asansör içindeki herkes için çok ağır bir laftı, tabi asansörü hınca hınç dolduracak kişilerin kendisine sokulan bir lafı anlayacak kapasitesinin olduğunu sanmıyorum.

Başım yere eğik olduğundan kimin geçmiş olsun dediğini görmedim, kafamı kaldırıp onların suratını görsem muzırlık yapacağım ve laf sokacağımdan eminim.

Bana kimin geçmiş olsun dediğini bilmiyorum, ama bu muzırca hazır cevabım sırf ona değildi, asansör içindeki herkeseydi.

Marmaray katına gelene kadar kapı açılana dek asansör içindeki kimseden “çıt” sesi bile çıkmadı, onlar utançtan susuyordu bense gülmemek için kendimi sıkıyordum.

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Artvin seli...

Karadeniz’in en doğusunda bulunan Artvin’de, çok büyük bir sel felaketi yaşandı ve her yer yerle bir oldu.

Yaklaşık yarım saat yağan şiddetli yağmur dağlarda birikti şehre ulaştığında sel halini aldı.  

Denize ulaşmak isteyen bu yağmur sularının hiç kabahati yok… Tek niyeti var o da yüzyıllardır gittiği yolu takip edip Karadeniz’in azgın sularına kavuşmak. İnsanoğlu rahat durmadığı için suyun gidiş yolunu projelerle değiştirdi veya bu su yataklarını kapattı.

Yağmur suları ise bu sefer bildiği yoldan gitmekte direndi ve yolunda önüne gelen ne varsa yıktı ezdi çiğnedi geçti. Tüm engelleri yok saydı, evleri köprüleri araçları önünden kenara itip Karadeniz’in azgın sularına ulaştı.

Şunu unutmamak gerekli; su engel tanımaz.

Basit bir görünümü olduğu halde, su doğada en güçlü maddedir. Önünde engel oluşturmak mümkün değildir, akan bir suyu asla dizginleyemezsiniz önünde set kuramazsınız, çünkü akan su sürekli arkadan desteklenir.

Yağmur suyu deyip geçmeyin, çünkü o su arkasından gelen bir iki damlayla bile güçlenir ve önüne konan bütün engellerden daha güçlü olur.

Biz Türkler bunu çok yaparız, suyun akış yönünü değiştirir veya akış yolunu engelleriz…

Baraj yapmak için bunu yaparız, yol yapmak için köprü yapmak için bunu yaparız, ev iş yeri inşa etmek için bunu yaparız, içme suyunu yerleşim yerlerine taşımak için bunu yaparız.

Kısacası çıkarımız için doğayı katlederiz ve sonra başımıza felaket geldiğinde şaşırırız.

Bir baraj, mühendisler tarafından ve büyük projelerle inşa edilir. Suyun akışı hiçbir zaman engellenmez, engellense bile kontrollüdür. Baraj inşasında bile su baskınları vardır, ama bu kontrollü baskınlardır.

Bir dere yatağı önünü rasgele binalar inşa ederek suyun önünü kestiğimizde ise çok farklı sonuçlar elde edilir. Bu sonuçlar genelde can yakıcı olur, can ve mal kayıpları ile sonlanır.


#artvin ’de bu yaşananlara şaşırmıyorum, çünkü doğanın katliamı bugünlerin geleceğini gösteriyordu. 

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Kırk fırın ekmek...

Bugün bir ara karnımı doyurmak için Olivium alışveriş merkezi Kfc’de idim, artık oraya da baya alışmış durumdayım, çalışanları beni tanıyor bende onları tanıyorum.

Gerekli olmadığı halde bile hazırlanan menümü, bana “siz masanıza gidin, biz menü tepsinizi masaya getiririz” deyip beni yönlendiriyorlar. Ben giderim boş bir masanın kenarına yanaşırım, çalışansa işini bırakıp benim menü tepsimi masaya bırakır işine geri döner. Ben masadan tepsiyi kucağıma alır, içeceğimi masaya koyarım pipeti açar içecek bardağına takarım, ketçabın mayonezin tuzun kağıtlarını açar tepsinin kenarına koyarım ve tavuk parçalarını yemeye başlarım. Tüm bu işleri kimseden yardım almadan yapmayı kendim yapmayı yeğlerim, zorlansam da sorunlar yaşasam da kimseden yardım almayı hiç düşünmedim.

Olivium alışveriş merkezinde ne zaman yemek yesem acele ederim, çünkü yediğim şeyler soğuyunca hiçbir işe yaramıyor, tadı tuzu lezzeti kalmıyor.

Zaten çoğunlukla taneli yiyecekler yerim, sulu yiyecek yemem veya çatal kaşıktan dökülebilecek yiyecekler yemem. Tekerlekli sandalyem masaya tam yanaşamıyor bende masaya eğilemiyorum, sulu yiyecekleri masaya veya üzerime dökmektense yememeyi yeğliyorum.

Ben her ne kadar dikkat etsem de bazen üzerime dökerim, bazen de yiyeceği buz gibi yaparım. Hızlı yiyorum soğumasınlar diye, kuru yiyecekler yiyorum dökmeyeyim diye.

Ben kendi kendime tabağımdaki yiyeceği yemeye çalışırken, çevredeki gözlerin bana takıldığını hissederim, çevreme baktığımda da bana göz ucuyla baktıklarını görürüm.
Bakışların bana yönlenmesinin nedeni “bravo” demek için değil veya benimle gurur duymak için değil. Bakıyorlar; çünkü bana acıyorlar, yardım etmek istiyorlar, kendi kendime işimi görürken zorlandığımı görmeleri onların yüreklerini sızlatıyor üzülüyorlar.

Bakışları nasıl çözüyorsun derseniz; bir engelli organizasyonunda insanlar başka bakar, bir rehabilitasyon merkezinde sağlıkçılar başka bakar, Kapalıçarşı’da Sultanahmet’te turistler bambaşka bakar.

Bilgili bilinçli duyarlı farkındalığı olan insanların olduğu yerlerde insanların bana bakışı farklı olur, eğitimsiz bilinçsiz acı dolu bakışlar farklı olur.

Aslında acınacak veya yardımcı olunacak bir durumum yok, sadece kimseden yardım almadan kendi işini kendisi görmeye gayret eden bir kişiyim.

Kendimle gurur duyarım, çünkü sadece sağ tarafımla işimi görmeye çalıştığım için… Sadece sağ omzumu kolumu bileğimi elimi parmaklarımı kullanarak işimi hallederim, görgü kurallarına uymaya çalışarak yemeğimi afiyetle yer içeceğimi içerim.

Çevre hiçbir zaman beni ilgilendirmez… Beni kendimden başka hiçbir şey ilgilendirmez.

Alışveriş merkezinde bir şeyler yerken içerken,  bakışlar beni tabi ki rahatsız eder, ama ben hiçbir zaman kimseye kulak asmam.

Özellikle bana bakıp bakıp ben onlara bakınca gözlerini kaçırmaları çok garip… Ya adam gibi bakın, ya da hiç bakmayın.

Benimle empati yapıp yaşadığım zorluğu sorunu yaşamayı denemelerini isterim... Bir tekerlekli sandalyede oturup sadece sağ kollarını ellerini parmaklarını kullanarak yaşamalarını, yemek yemeyi veya içecek içmeyi denemelerini isterim.

Vücudumdaki kasılmayı hissetmeleri içinse, tek yapmaları gereken sol kollarını omuzdan kıvırıp bellerine bantlamaları yeterli olacaktır. Kolları bellerine bantlıyken; yürümeyi koşmayı, oturup kalkmayı, yemek yemeyi içecek içmeyi, el yüz yıkamayı banyo yapmayı, bilgisayar kullanmayı bir denesinler isterim. 

Bacaklarıma ve tekerlekli sandalyeme baktıklarında, ben bazen aniden sağ bacağımı dizimi ileriye uzatır geri çekerim. Gerildiğinden veya kasıldığından değil, sadece onların dikkatini dağıtmak için yaparım ve onları şaşırtırım. Ayağım bacağım oynayınca, şaşırıp apışıp tekrardan suratımı bakarlar, bende onlara gülümserim.

Bu toplumun daha kırk fırın ekmek yemesi lazım, bizlerinde normal bir insan olduğunu kabullenmesi için.

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Işid terörü mü tetikledi..

Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde Işid tarafından yakılıp yıkılan Kobane’ye yardım amaçlı sosyal faaliyetlerde bulunan genç bir gruba on gün önce canlı bombayla saldırıda bulunulup 31 cana kıyıldı. Bu canlı bomba katliamını Işid denen örgüt internet yoluyla üstlendi.  

Işid’ yani “Irak Şam İslam Devleti”, terör örgütünün amacı bölgeye tek başına hakim olmak ve adaleti ile insanları yönetmek. Dünyada İslamiyet’in yayılması adına eylemlerde bulunan bu örgütün asıl amacıysa baskıyla şiddetle tüm dünyada hakimiyet kurmak. Daha geçen yıla kadar “üç beş kişi” denilen bu örgüt bir yıl içinde dünyayı sarsacak eylemler yapmaya başladı.

Yaklaşık on beş yıl önce Usame Bin Ladin’in El Kaide’sinden ayrılarak kurulmuş bu terör örgütü eylemlerine Suriye’de kanlı bir şekilde devam ederken birden ibreyi Türkiye’ye çevirdi, çünkü Suriye ile Türkiye sınır komşusu ve Türkiye’nin dini İslam. Dininin İslam olması demek, çok kolay bir şekilde kandırılabilecek insanlar bulunabileceği anlamına gelir.

Işid’in Kobane’yi yakıp yıkmasıyla bazı insani gruplar harekete geçti, Kobane’yi tekrardan ayağa kaldırmaya uğraşmaya başladı, çünkü “filler tepişir çimenler ezilir”. İnsani grupların bu çabasına Işid sessiz kalmayıp katliamlar yapmaya başladı ve son saldırısını da Türkiye’nin Şanlıurfa’da Suruç’ta yaptı. Yakılıp yıkılan Kobane’ye giyecek kitap oyuncak yardımı yapmaya çalışan grubun içine bir canlı bomba yerleştirdi ve 31 gencin canına kıydı.

Burada büyük bir zafiyet var, bu saldırı Türkiye Cumhuriyet’i devletinin istihbaratının verdiği açık sayesinde olmuştur, eğer istihbarat veya güvenlik güçleri gerekli önlemi almış olsaydı o eylemci ülkemizde o eylemi yapamazdı. Suruç’ta o eylemi yapabilecek gücü bulabilen örgüt, o eylemi Ankara’da İstanbul’da İzmir’de Antalya’da da yapabilecek durumdadır. 


Pkk bir terör örgütü; silahla kanla ölümle kaçakçılıkla beslenen bir örgüt… 


Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde insan kaçakçılığı uyuşturucu kaçakçılığı silah kaçakçılığı hepsinin geliri Pkk’nın eline geçiyor. Pkk’nın bu gelirleri kaybetmesi demek, sonunun geldiği anlamına gelir. Pkk’yı bitirmenin en basit yolu, gelir kaynaklarını sonlandırmaktan geçer.  

Akp hükümeti, Pkk ve kurucusu Abdullah Öcalan ile bir süreç başlattı ve görüşmelere başladı. Bu sürece “Açılım süreci” dendi, “Demokratik süreç” dendi, “Barış süreci” dendi, “çatışmasızlık süreci” dendi. Yapılacak olan görüşmelerden daha çok sürece verilen isim daha ön planda yer aldı.  

Pkk’nın silahı bırakıp Türkiye sınırları dışına çıkması istendi, yıllar boyunca defalarca müzakereler yapılıp analar ağlamasın canlar yitip gitmesin diye uğraşıldı. Akp’nin unuttuğu bir şey vardı o da Pkk’nın bir terör örgütü olduğu ve hiçbir zaman terör faaliyetlerinin bırakmayacağıydı. Sorun dağdaki terörist değil, sorun bu terörden nemalanan asıl elebaşlarının karnının doyurulması.

O gün Suruç’ta yapılan o kanlı eylem büyük bir yaraya tuz bastı ve Pkk terör örgütü ile dört yıldır süren çatışmasızlık süreci sona erdi. Kan tekrar akmaya başladı, şehit haberlerinin ardı arkası kesilmemeye başladı, anaların gözyaşları tekrardan akmaya başladı.  

Sanırım Pkk Suruç katliamının suçlusu olarak Türkiye’yi belledi ve tüm gücüyle terör eylemlerine bıraktığı yerden başlayıp on gün içinde onlarca terör eylemi yaptı birçok ailenin ocağına ateş düşürdü.

Zaten bir hataydı; bir terör örgütün kanla beslenmeyi bırakabileceğini düşünmek, onunla barış müzakereleri yapmak ve ona arkanı dönmek.

Pkk’nın Türkiye ile olan kavgası Kürt halkının haklarını savunmak için değil, örgütünün çıkarları savunmak içindi. 

Bir terörist eline aldığı silahı asla bırakmaz/ bırakamaz, Akp’nin ve Hdp’nin buna nasıl inandığına anlayabilmiş değilim. 

Pkk terör örgütü, Akp’yi de umursamıyor Hdp’yi de umursamıyor... Bir kibrit çaktı, aynı kibritle ikisini de yaktı. 

19 Temmuz 2015 Pazar

Moda'da iftar..


17.07.2015
Bugün Ramazan bayramının ilk günü, sabah 06:30 civarı uyandım, tekerlekli sandalyeme oturdum ve neredeyse sekiz dokuz saattir tekerlekli sandalyemdeyim.

Dün Ramazan’ın son günüydü, BEDD yani Bedensel Engelliler Dayanışma Derneğinin İftar yemeği için Kadıköy Moda’da bulunan Moda Teras Cafe & Restaurant adlı bir mekanda İftar yaptım.

Bu İftara Facebook arkadaşım Vedat Kürşün tarafından davet edildim, Vedat’ın yurt dışında olması nedeniyle o yemeğe onun yerine ben gittim. Bu yemekte bana Kayhan Polat ve Ebru Aydın refakat etti.

Vedat, Kayhan ve Ebru, dalış ve çeşitli doğa sporları yapan Ahtapot grubu üyeleri arasındalar. Vedat Kürşün grubun yöneticisi, çünkü beni gruba o kayıt etti. Kayhan ve Ebru ise Ahtapot grubu üyeleri arasında.

İnsanlar ne kadar güzel organizeler yapıp yaşamı dolu dolu yaşıyorlar, şartları zorlayıp yeni yerler keşfediyor ve yaşanmadık hiçbir an bırakmıyor.

Kadıköy Moda’da Moda Teras Cafe & Restaurant’daki İftarda Kayhan ve Ebru ile yeni tanışmamıza rağmen aramız o kadar iyi oldu ki, gören kırk yıllık arkadaşız sanır. İftar yemeği biraz uzun sürdü, ben zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmedim ve geri dönüş yapacağım Marmaray’ın son seferini kaçırdım.

Yemekte o kadar çok ikram yapıldı ki, o kadar çok tanışma sohbet muhabbet oldu ki, o kadar çok resim video çekildi ki, ben saatin ilerlediğini fark edemedim ve dönüş sorunlu oldu. Giderken tek başıma gittim, ama eve geri dönüş yaparken Kayhan ve Ebru yanımdaydı. Sağ olsunlar, binek bir taksiyle zahmetler çekerek beni eve kadar geri getirdiler.

İftar yapılacak yere ben giderken plan o kadar çok değişti ki ben takip mekanizmamı kaybettim, ama zamanından önce İftar yapılacak yerdeydim.

Aslında beni evimin önünden alacaklardı, Zeytinburnu çok uzak olduğu için ben Marmaray ile karşıya Ayrılıkçeşmesi’ne geçtim. Ayrılıkçesmesi’ne de gelemediler, çünkü işleyen trafik sorun oldu. Bende Ayrılıkçeşmesi’nde bulunan metroyla Ünalan istasyonuna geçiş yaptım,

Ünalan istasyonu da olmadı, çünkü tekerlekli sandalyemle istasyondan yeryüzüne çıkabileceğim rampa olmadığını öğrendim. Rampa olmadığından dolayı yirmi veya otuz adet basamaklı bir merdiveni aşamadım. Çıkış yolu ararken, ne yapıp ne edip bir kilometre yol kat edip Ünalan’da D-100 karayolu üzerinde bulunan üstgeçitten yolun karşısına geçip beni tekerlekli sandalyemle oradan alacak araca konum bildirdim, yine olmadı. Nedeniyse ters istikamette oluşum. Tekrardan D-100 karayolu üzerindeki üst geçidi geri dönerek metro istasyonuna geri inip bir sonraki istasyon olan Acıbadem’e gittim.

Orada Hele şükür ki her şey yolunda gitti ve asansörle yeryüzüne çıkışımı yaptım, istasyon D-100 karayolu kenarındaydı ve hemen yanında Acıbadem otobüs durağı vardı. Durakta gölge bir köşeye çekildim ve beni tekerlekli sandalyemle alacak aracın şoförünü arayıp konumumu tekrar bildirdim. Yaklaşık on beş yirmi dakika sonra da içersinde dört beş tekerlekli sandalyenin bulunduğu bir araç kaldırıma yanaştı ve aracın asansörüyle aracın içine alındım.

Acıbadem metro istasyonundan yeryüzüne bir çıktım bir baktım tekrardan D-100 karayolu kenarındayım, birkaç metre ötemden motorlu araçlar 100- 150 kilometre hızla geçip gidiyor. Şehirlerarası taşıma yapan otobüsler kamyonlar bile en az 100 kilometre hızla ilerliyorlardı. Ben yol kenarında kimseciğin olmadığı bir durağın cebinde tekerlekli sandalyede olduğum için çok dikkat çekiyordum. Hemen her geçiş yapan belediye ve halk otobüsü neredeyse durdu ve şoförleri “rampa var” deyip bana gelip gelmeyeceğimi sordu, bende “bir araç beklediğimi” söyleyip durdum. Hatta bazı araçlar önümde yavaşladı ve bana dikkat kesildiler, bir ihtiyacım olursa onlara söylerim diye.

Bugün İftar’a gidiş yolunda anladım ki “insanımız değişiyor, engelliler konusunda farkındalığı duyarlılığı bilgisi bilinci artıyor.

Bir süredir böyle bir süreç yaşamamıştım… Zorluklarla karşılaşıp sorunlar yaşadım yoruldum, ama pes etmeyip başardım. Hiç gitmediğim yerlere gidip o heyecanı yaşadım.

Benim canımı sıkan birkaç şey oldu; öncelikle benim için gidiş geliş organizasyonu çok kötüydü, çoğu zaman bu türden organizasyonlara katılmamayı tercih nedenim bundan. Tekerlekli sandalyemle beni evimin önünden alamayacak oluşları, daha sonra da beni Ayrılıkçeşmesi durağından alamayacak oluşlarını son anda bildirmeleri her şeyi belli etmişti. Tüm bu aksiliklere rağmen verdiğim sözün altında ezilmemek için gitmeyi göze aldım.  

Asıl canımı yakansa Ünalan metro istasyonunda rampa ve asansör olmadığını bilmeyişleriydi. Beni oraya yönlendirdiler, ama o istasyonda ne rampa vardı ne de asansör, hem beni yordular mahvettiler hem de kendilerinin konuyla ilgisiz olduklarını belli ettiler.

Toplu taşımalara yapılmayan rampalar ve asansörler devletin suçu, ama organizasyon ve yönlendirme yapılırken bir araştırma yapılması gerekliydi. 

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Fatih belediyesi Beyaz masaya dilekçe

On beş yirmi gün önce, sıcağı ve fiziki sorunları zorlukları göze alarak ilk önce Marmaray ile Yenikapı’ya daha sonra da metroyu kullanarak Vatan caddesinde bulunan Fatih belediye başkanlığı binasının olduğu Emniyet istasyonuna gittim. Bilgisayarımda yazıp çıktısını aldığım dilekçemi bizzat Fatih belediye başkanlığı Beyaz masasına teslim ettim.

Olur olmaz yerlerde bulunan basamak kasis eğim gibi, eğimi genişliği ve yüzeyi bozuk rampa gibi, dar asansör gibi, yüksek banko gibi fiziki engellerin alt düzeyde tutulduğu bu bina benden tam not aldı. Hiç sorun zorluk yaşamadan beş on dakika içinde Beyaz masaya dilekçemi teslim edip çıkış yaptım. Bu dilekçemin içeriğinde, Fatih belediyesine bağlı bulunan; Beyazıt meydanı, Topkapı sarayı, Kapalıçarşı, Gülhane parkı, Ayasofya Sultanahmet meydanı, Eminönü’nde engellilerin kullanabileceği bir lavabo tuvalet olmamasıydı. Sadece benim gibi tekerlekli sandalyelilerin değil, birçok engellinin ve hatta birçok sağlıklı kişi ihtiyaç duyduğunda bulamadığı bu lavabo tuvalet sebebiyle mağdur durumda.

Sadece ortopedik engelliler değil, hamile, bebekli, bebek arabalı, yaşlı kişilerinde kullanabileceği bir lavabo tuvalet yok.

Yaklaşık altı ay önce internet yoluyla yaptığım bu işlemi, bugün bizzat Beyaz masa ile muhatap olarak yaptım. İnternet yoluyla başvuruma bir cevap alamadığımdan, Beyaz masaya bizzat yaptığım bu başvuruma 15 gün içinde defalarca cevap aldım. Hem cep telefonuma bilgilendirme mesajları geldi, hem de telefonla aranarak belediyelerinden isteğim konusunda bilgilendirilip yönlendirildim.

Fatih belediye başkanlığının bilgilendirilmelerin en başında; bu isteğimin karşılanması için İstanbul büyükşehir belediyesi ile irtibata geçmem istendi, ikincisi ise bölgenin tarihi bir bölge olması nedeniyle istenildiğinde müdahale edilemediği idi.

Bir belediye binasına gittiğinizde yönlendirme için Danışmaya başvurursunuz ya, belediyelerde kendi kafalarına göre hareket etmemeli ve sorunu çözmek için yönlendirmeyi biz engellilerden almalı.

Aldığım bilgilendirme telefonların birinde; Fatih camisinde ve Yeni caminin arka tarafında engellilerin kullanabileceği lavabo ve tuvaletler bulunduğu bilgilendirilmesi yapıldı. Her iki yerinde benim isteğimle yakından uzaktan alakası ilgisi yok, kilometrelerce uzaklıktalar.


Gerektiğinde portatif Ramazan çadırları kuruyorlar, gerektiğinde portatif gazete dergi kaset cd dvd kitap stantları kuruyorlar, gerektiğinde yardım stantları kuruyorlar, ama her ne hikmetse o bölgeye portatif lavabo tuvalet koyamıyorlar. 

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Taksim Starbucks coffee


Marmaray gibi bir toplu ulaşım aracı beş on dakika mesafemdeyken onu kullanmamak olmaz…

Marmaray ile Yenikapı istasyonuna, oradan da araç değiştirip Hacıosman metrosuyla Taksim’e gidiyorum. Ben bunu neredeyse haftada bir defa veya on günde bir defa yapar oldum. Tekerlekli sandalyemle Taksim’de veya İstiklal caddesinde gezinmek hoşuma gidiyor.

Buralar artık eski buralar değil, sokaklarımız Suriyelilere teslim edildi. Trafiği bir dert oldu kalabalıklaştı, insanı bir dert oldu kalabalıklaştı. Kimin ne yaptığı belli değil, kişilikler basitleşti, vicdanlar sıfırlandı, sokakta sağlıkla ilgili problem yaşasanız kimse dönüp bakmaz.  Uyuşturucu uyarıcı madde kullananlar çoğaldı, köşe başları garip insanlar tarafından tutulur oldu.

Buralardan sıkıldım ve “artık tekerlekli sandalyemle yeni yerler keşfetmenin zamanı geldi geçiyor bile diye” düşünmeye başladım. Buralar bana dar geliyor, gittiğim mekanlar kaliteyi düşürdü artık ve tek düşünceleri birkaç Lira fazla kazanmak oldu.

Taksim veya İstiklal caddesi kalabalık olsa da, insanları bilgili ilgili bilinçli duyarlı anlayışlı ve güler yüzlü… Birçok mekan girişi tekerlekli sandalyeliye uygun olmasa da, sokakları caddeleri geniş insanları benim gibilere duyarlı. Sessizler sakinler, garipsemiyor hor görmüyorlar ve bakışları sevecen.

O bölge tarihi bir geçmişe sahip olduğundan dokuyu bozmak istemeyebilirler, ama portatif rampalarla mekanlara giriş çıkışımız sağlanabilir, içerlerde masalar bankolar bizlere göre dizayn edilebilir ve rahat etmemiz sağlanabilir.

Bende o bölgenin bozulmaması tarihi dokuya dokunulmaması taraftarıyım… Tekerlekli sandalyeliler düşünülerek rampalar bankolar yapılabilir veya bilgilendirilmiş bilinçlendirilmiş elemanların bizlere yardımcı olması sağlanabilir.

Taksim’de kendi işimi kendim görebileceğim bir mekan buldum, “bulmuşken de gitmemek olmaz” diye düşünmeye başladım. Bu mekanın ismi Starbucks coffee, bu kafe Taksim meydanının ortasında bulunan Taksim anıtının tam karşısında.

Taksim’de bulmuş olduğum bu mekanda kullanabileceğim bir lavabo yok, bunun nedeni de tarihi dokuyu bozmamak için içerisinde tadilat yapılmamış olması. Ben bunu duyarlılıkla karşılıyorum ve lavabo ihtiyacımı Demirören alışveriş merkezinde görüp tekrardan geliyorum. "Engelli için lavabonuz neden yok” demiyorum, çünkü bende onlar gibi dokunun bozulmaması tarafıyım.

Taksim meydanının beş on metre ötesinde Starbucks Coffee’nin kapı girişinde eğimi yüzeyi genişliği tekerlekli sandalyeme uygun bir rampası var, içerisi geniş ve ferah, sipariş verilen ücret ödenen bankosu da bana uygun.

Rampası da var Bankosu da... :)

Mekanın kapı girişinde konulan eğimi yüzeyi genişliği tekerlekli sandalyeme uygun rampasını kullanarak içeriye giriyorum. Kasa bölümüne yanaşıyorum, orada bulunan arkadaşa siparişimi söyleyip ücretini ödedikten sonra, salonda bir köşede birkaç dakika bekliyorum. Siparişim hazır olunca ismimi söylüyorlar, bende gidip masa üzerine konulan içeceğimi alıp boş bir masada yudumluyorum.

Bu, o kadar kolay oluyor ki çok mutlu oluyorum…

Bu mutluluğun nedeni; tekerlekli sandalyelilerin bir mekana rahatça girip çıkamazlar, illaki bir veya birkaç zorlukla sorunla karşılaşırlar. Girişler uygun olmadığından çoğu zaman mekana giremezler, mekan içleri dar ve ortalığa saçılmış olan eşyayla ürünle dolu olduklarından çoğu mekan içinde rahat hareket edemezler. Engelliler ürünü seçemez kasaya gidip hesabı ödeyemezler.

Mekanlara girişimiz engelleniyor, ürünü seçmemiz siparişimizi vermemiz engelleniyor, ücreti ödememiz engelleniyor, mekan içinde rahat etmemiz engelleniyor.

Biz sosyal yaşamda engellendiğimiz için Engelliyiz, sağlığımızı kaybettiğimiz için değil…

Eğer bizler duyarlılıkla bilinçli bir şekilde düzgünce düşünülürsek, kimseye ihtiyaç duymadan kimseyi rahatsız etmeden işimizi kendimiz halledebiliriz.