Bugünkü hava öyle bir havaydı ki, çılgın biri olsanız havlunuzu ve güneş yağınızı alır güneşlenmeye plaja giderdiniz. Bende evden 11:30 gibi çıkıp tekerlekli sandalyemle Erey çay bahçesine gidip sıcaktan bunalana sıkılana kadar güneşlendim.
Sanırım bugün güneşin iyi tarafıydı, çünkü ışıl ışıldı ve yakıcıydı…
Yarım saat geçtikten sonra baktım ki olmayacak bu sıcaklık beni çarpacak hemen Olivium alışveriş merkezine kaçtım, ilk önce engelli tuvaletine gittikten sonra alışveriş merkezi içinde gezinmeye başladım.
Engelli tuvaleti işgalleri başlamış veya işgal ediliyorlardı da yaz aylarında alışveriş merkezini kullanmadığımdan ben bunun farkına varamadım.
Bugün bir sağlıklı tarafından işgal edildiğinden engelli tuvaletinin kapı önünde birkaç dakika beklemek zorunda kaldım, içeri girdiğimdeyse sigara kokusundan neredeyse boğulacaktım.
Kış aylarının gelmesiyle AVM'de vakit geçirmelerim çoğaldı, bugün ikinci tuvalete gidişimde de bir sağlıklının içeriden çıkışını beklemek zorunda kaldım. Gelecek günler ne gösterir bilmem, ama bu işgaller devam ederse bende şeytanca düşünmeye başlayacağım. Ya kadınlar tuvaletine dalacağım ya da ortalık yerde işimi göreceğim.
Engelli tuvaleti girişini güvenlik kamerası görüyor, güvenlikçi arkadaşlar işgalin farkında, tuvaletin kapısında bir karış engelli amblemi de var… İnsanlar bizden daha ne istiyor, bilmiyorum.
Bu tuvaletleri bulaşık yıkamak için kullanıyorlar, sigara içmek için kullanıyorlar, abdest almak için kullanıyorlar, telefonla konuşmak için kullanıyorlar, elbise değiştirmek için kullanıyorlar, sevgilileriyle sohbet muhabbet için bile kullanıyorlar.
Bugün alışveriş merkezinde o kadar aşırı bir kalabalık var ki, klimalar yetişemiyor ortam ter kokuyordu. Bende yarım saat durabildim ve hemen nefes almak için tekrardan çay bahçesine geri döndüm.
Sıcak ışıl ışıl güzel bir günün ardından saat 19:30 civarı sokağın köşede eczanenin önünde kaldırımda oturmuş etrafı seyrediyordum.
Bir anda yanımda 17- 18 yaşlarında genç bir çocuk belirdi ve yarım yamalak Türkçesiyle “ağabey bir arkadaşımı arayıp yerimi bildirmem gerek” gibi bir şeyler dedi. Karanlık çöktüğü için ve üzerinde kazakla olduğu için üşümüştü. Çantamdan telefonumu çıkartıp söylediği numarayı çevirip arama yaptım ve telefonumu ona teslim ettim.
Tedirgin olmuştum, çünkü tekerlekli sandalyede olduğum için telefonumu alıp kaçarsa diye ne yaparım diye düşünüyordum. Her zaman ki gibi durumu akışına bıraktım ve sakince durumu gözlemledim.
Belli telefona ihtiyacı var ve işini görememesi halinde zora düşecek, bende tüm önyargımı bir kenara bırakıp telefonu ona teslim ettim. O da ona güvenimi boşa çıkarmadı ve kendi telefonunu bana verdi, “eğer şüphe ediyorsan” demek istedi.
O an kendimden utandım, çünkü ne kadar kötü hale gelmişiz ki kimseye güvenimiz kalmamış.
İnsanımız artık kimseye güvenmiyor; eşler eşine, kardeşler kardeşine, akrabalar akrabalarına, arkadaşlar arkadaşlarına, komşular komşularına, askere polise bile güvenilmiyor, adalete yargıya güvenilmiyor.
Kış aylarının gelmesiyle AVM'de vakit geçirmelerim çoğaldı, bugün ikinci tuvalete gidişimde de bir sağlıklının içeriden çıkışını beklemek zorunda kaldım. Gelecek günler ne gösterir bilmem, ama bu işgaller devam ederse bende şeytanca düşünmeye başlayacağım. Ya kadınlar tuvaletine dalacağım ya da ortalık yerde işimi göreceğim.
Engelli tuvaleti girişini güvenlik kamerası görüyor, güvenlikçi arkadaşlar işgalin farkında, tuvaletin kapısında bir karış engelli amblemi de var… İnsanlar bizden daha ne istiyor, bilmiyorum.
Bu tuvaletleri bulaşık yıkamak için kullanıyorlar, sigara içmek için kullanıyorlar, abdest almak için kullanıyorlar, telefonla konuşmak için kullanıyorlar, elbise değiştirmek için kullanıyorlar, sevgilileriyle sohbet muhabbet için bile kullanıyorlar.
Bugün alışveriş merkezinde o kadar aşırı bir kalabalık var ki, klimalar yetişemiyor ortam ter kokuyordu. Bende yarım saat durabildim ve hemen nefes almak için tekrardan çay bahçesine geri döndüm.
Sıcak ışıl ışıl güzel bir günün ardından saat 19:30 civarı sokağın köşede eczanenin önünde kaldırımda oturmuş etrafı seyrediyordum.
Bir anda yanımda 17- 18 yaşlarında genç bir çocuk belirdi ve yarım yamalak Türkçesiyle “ağabey bir arkadaşımı arayıp yerimi bildirmem gerek” gibi bir şeyler dedi. Karanlık çöktüğü için ve üzerinde kazakla olduğu için üşümüştü. Çantamdan telefonumu çıkartıp söylediği numarayı çevirip arama yaptım ve telefonumu ona teslim ettim.
Tedirgin olmuştum, çünkü tekerlekli sandalyede olduğum için telefonumu alıp kaçarsa diye ne yaparım diye düşünüyordum. Her zaman ki gibi durumu akışına bıraktım ve sakince durumu gözlemledim.
Belli telefona ihtiyacı var ve işini görememesi halinde zora düşecek, bende tüm önyargımı bir kenara bırakıp telefonu ona teslim ettim. O da ona güvenimi boşa çıkarmadı ve kendi telefonunu bana verdi, “eğer şüphe ediyorsan” demek istedi.
O an kendimden utandım, çünkü ne kadar kötü hale gelmişiz ki kimseye güvenimiz kalmamış.
İnsanımız artık kimseye güvenmiyor; eşler eşine, kardeşler kardeşine, akrabalar akrabalarına, arkadaşlar arkadaşlarına, komşular komşularına, askere polise bile güvenilmiyor, adalete yargıya güvenilmiyor.
Artık ağızdan çıkan söze, yemine güvenilmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder