26 Ağustos 2015 Çarşamba

Artvin seli...

Karadeniz’in en doğusunda bulunan Artvin’de, çok büyük bir sel felaketi yaşandı ve her yer yerle bir oldu.

Yaklaşık yarım saat yağan şiddetli yağmur dağlarda birikti şehre ulaştığında sel halini aldı.  

Denize ulaşmak isteyen bu yağmur sularının hiç kabahati yok… Tek niyeti var o da yüzyıllardır gittiği yolu takip edip Karadeniz’in azgın sularına kavuşmak. İnsanoğlu rahat durmadığı için suyun gidiş yolunu projelerle değiştirdi veya bu su yataklarını kapattı.

Yağmur suları ise bu sefer bildiği yoldan gitmekte direndi ve yolunda önüne gelen ne varsa yıktı ezdi çiğnedi geçti. Tüm engelleri yok saydı, evleri köprüleri araçları önünden kenara itip Karadeniz’in azgın sularına ulaştı.

Şunu unutmamak gerekli; su engel tanımaz.

Basit bir görünümü olduğu halde, su doğada en güçlü maddedir. Önünde engel oluşturmak mümkün değildir, akan bir suyu asla dizginleyemezsiniz önünde set kuramazsınız, çünkü akan su sürekli arkadan desteklenir.

Yağmur suyu deyip geçmeyin, çünkü o su arkasından gelen bir iki damlayla bile güçlenir ve önüne konan bütün engellerden daha güçlü olur.

Biz Türkler bunu çok yaparız, suyun akış yönünü değiştirir veya akış yolunu engelleriz…

Baraj yapmak için bunu yaparız, yol yapmak için köprü yapmak için bunu yaparız, ev iş yeri inşa etmek için bunu yaparız, içme suyunu yerleşim yerlerine taşımak için bunu yaparız.

Kısacası çıkarımız için doğayı katlederiz ve sonra başımıza felaket geldiğinde şaşırırız.

Bir baraj, mühendisler tarafından ve büyük projelerle inşa edilir. Suyun akışı hiçbir zaman engellenmez, engellense bile kontrollüdür. Baraj inşasında bile su baskınları vardır, ama bu kontrollü baskınlardır.

Bir dere yatağı önünü rasgele binalar inşa ederek suyun önünü kestiğimizde ise çok farklı sonuçlar elde edilir. Bu sonuçlar genelde can yakıcı olur, can ve mal kayıpları ile sonlanır.


#artvin ’de bu yaşananlara şaşırmıyorum, çünkü doğanın katliamı bugünlerin geleceğini gösteriyordu. 

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Kırk fırın ekmek...

Bugün bir ara karnımı doyurmak için Olivium alışveriş merkezi Kfc’de idim, artık oraya da baya alışmış durumdayım, çalışanları beni tanıyor bende onları tanıyorum.

Gerekli olmadığı halde bile hazırlanan menümü, bana “siz masanıza gidin, biz menü tepsinizi masaya getiririz” deyip beni yönlendiriyorlar. Ben giderim boş bir masanın kenarına yanaşırım, çalışansa işini bırakıp benim menü tepsimi masaya bırakır işine geri döner. Ben masadan tepsiyi kucağıma alır, içeceğimi masaya koyarım pipeti açar içecek bardağına takarım, ketçabın mayonezin tuzun kağıtlarını açar tepsinin kenarına koyarım ve tavuk parçalarını yemeye başlarım. Tüm bu işleri kimseden yardım almadan yapmayı kendim yapmayı yeğlerim, zorlansam da sorunlar yaşasam da kimseden yardım almayı hiç düşünmedim.

Olivium alışveriş merkezinde ne zaman yemek yesem acele ederim, çünkü yediğim şeyler soğuyunca hiçbir işe yaramıyor, tadı tuzu lezzeti kalmıyor.

Zaten çoğunlukla taneli yiyecekler yerim, sulu yiyecek yemem veya çatal kaşıktan dökülebilecek yiyecekler yemem. Tekerlekli sandalyem masaya tam yanaşamıyor bende masaya eğilemiyorum, sulu yiyecekleri masaya veya üzerime dökmektense yememeyi yeğliyorum.

Ben her ne kadar dikkat etsem de bazen üzerime dökerim, bazen de yiyeceği buz gibi yaparım. Hızlı yiyorum soğumasınlar diye, kuru yiyecekler yiyorum dökmeyeyim diye.

Ben kendi kendime tabağımdaki yiyeceği yemeye çalışırken, çevredeki gözlerin bana takıldığını hissederim, çevreme baktığımda da bana göz ucuyla baktıklarını görürüm.
Bakışların bana yönlenmesinin nedeni “bravo” demek için değil veya benimle gurur duymak için değil. Bakıyorlar; çünkü bana acıyorlar, yardım etmek istiyorlar, kendi kendime işimi görürken zorlandığımı görmeleri onların yüreklerini sızlatıyor üzülüyorlar.

Bakışları nasıl çözüyorsun derseniz; bir engelli organizasyonunda insanlar başka bakar, bir rehabilitasyon merkezinde sağlıkçılar başka bakar, Kapalıçarşı’da Sultanahmet’te turistler bambaşka bakar.

Bilgili bilinçli duyarlı farkındalığı olan insanların olduğu yerlerde insanların bana bakışı farklı olur, eğitimsiz bilinçsiz acı dolu bakışlar farklı olur.

Aslında acınacak veya yardımcı olunacak bir durumum yok, sadece kimseden yardım almadan kendi işini kendisi görmeye gayret eden bir kişiyim.

Kendimle gurur duyarım, çünkü sadece sağ tarafımla işimi görmeye çalıştığım için… Sadece sağ omzumu kolumu bileğimi elimi parmaklarımı kullanarak işimi hallederim, görgü kurallarına uymaya çalışarak yemeğimi afiyetle yer içeceğimi içerim.

Çevre hiçbir zaman beni ilgilendirmez… Beni kendimden başka hiçbir şey ilgilendirmez.

Alışveriş merkezinde bir şeyler yerken içerken,  bakışlar beni tabi ki rahatsız eder, ama ben hiçbir zaman kimseye kulak asmam.

Özellikle bana bakıp bakıp ben onlara bakınca gözlerini kaçırmaları çok garip… Ya adam gibi bakın, ya da hiç bakmayın.

Benimle empati yapıp yaşadığım zorluğu sorunu yaşamayı denemelerini isterim... Bir tekerlekli sandalyede oturup sadece sağ kollarını ellerini parmaklarını kullanarak yaşamalarını, yemek yemeyi veya içecek içmeyi denemelerini isterim.

Vücudumdaki kasılmayı hissetmeleri içinse, tek yapmaları gereken sol kollarını omuzdan kıvırıp bellerine bantlamaları yeterli olacaktır. Kolları bellerine bantlıyken; yürümeyi koşmayı, oturup kalkmayı, yemek yemeyi içecek içmeyi, el yüz yıkamayı banyo yapmayı, bilgisayar kullanmayı bir denesinler isterim. 

Bacaklarıma ve tekerlekli sandalyeme baktıklarında, ben bazen aniden sağ bacağımı dizimi ileriye uzatır geri çekerim. Gerildiğinden veya kasıldığından değil, sadece onların dikkatini dağıtmak için yaparım ve onları şaşırtırım. Ayağım bacağım oynayınca, şaşırıp apışıp tekrardan suratımı bakarlar, bende onlara gülümserim.

Bu toplumun daha kırk fırın ekmek yemesi lazım, bizlerinde normal bir insan olduğunu kabullenmesi için.