Şimdiki çocukların oyunlarının oyuncaklarının birçoğu elektronik dijital veya robot şeklinde oyuncaklar.
Naylondan yeşil renkte mavi renkte arabalarım vardı. Bu arabalarımın markası ise bir Türk otomobili olan 'Anadol' marka idi. İlerleyen yıllarda bu naylon 'Anadol' arabalara tel takıp sokaklarda gezdirdiğimi hatırlıyorum. Arabayı telle arkamdan çekmezdim telin sert oluşundan faydalanarak arabayı önümde iterek sürerdim. Hatta telin elime gelen kısmını otomobil direksiyonu gibi yuvarlak yapıp oynardım.
Şimdilerde 'Skoter' denilen oyuncağı göz önüne alın, biz aynısını iki parça tahtadan çivi ile çakar iki ucuna bilye takar sokaklarda gezinirdik. Çıtadan yaptığımız çıtalı uçurtmalarımız vardı. Bilyeliyi ve çıtalı uçurtmayı yapmak için saatlerce uğraşırdık.
Birde dokuzlu onlu yaşlarımda çok misket oyunu oynardım benim zamanımda misketler camdan ve kemik denen bir tür mikadandı. O zamanlar sokaklar bu kadar asfalt değildi. Misketle iki oyun oynardık; oyunlardan biri misketleri yan yana dizer birkaç metre uzaklıktan Baş dediğimiz başka bir misketle dizili olan o misketleri vurmaya çalışırdık. Soldaki baş misketi vuran tüm misketleri alırdı. Eğer ortadan vurursa dizili misketleri sağına doğru misketleri alırdı. Misketle birde toprak üzerine kazdığımız küçük çukurla oyun oynardık. Bu oyunu birden fazla kişi ile oynardık, ilk önce çukuru kazar etrafında misketlerle oynardık, burada hedef ise arkadaşının misketini vurduktan sonra misketi çukura sokmak, yani şimdilerde çok oynanan büyüklerin oynadığı “Golf” oyunu gibi bir oyun türüydü.
Şişe içecek metal kapakları ile birçok oyun oynardık. Kapakları, misket gibi yere dizer altı düz bir taşla o kapakları vurmaya çalışırdık. Kapakla oynadığımız diğer oyun ise asfalta tebeşir ile yılana benzer bir şekil çizer kapakları o şekil üzerinde parmaklarımızla fiske vurarak çizgiyi aşmadan o kapağı beş altı metre boyunca ilerletip bir yuvarlağın içine sokmaya uğraşırdık. O oyunda çizgi dışına çıkan yanardı. Amaç ise yılan şeklinde beş altı metre uzunluğunda ve on santimetre genişliğinde yere tebeşirle çizili olan bu koridoru şişe kapağı çizgiden çıkarmadan bir uçtan diğer uca ulaştırmak.
Diğer bir oyunumuzda sonbahar aylarında toprak nemli iken veya yaz aylarında toprağı ıslatarak oynadığımız Çivi oyunu vardı. Şu günlerdeki düşünceme göre bu Çivi oyunu o yaşlara göre çok tehlikeli bir oyunmuş. "Nasıl beceriyormuşuz" onu bilemiyorum. Oyun toprağa çizilen üçgen, kare veya yuvarlak şekillerle oynanırdı. Amaç çiviyi toprağa çizmiş olduğumuz şekil içinde veya etrafına saplayarak oynanırdı. Asıl amaç ise rakip arkadaşını şekil içinde köşeye sıkıştırmak yani hareket etmesini engellemekti.
Sokaklarda el arabalarında haşlanmış renk renk yumurtalar satılırdı. Bu yumurtalar satın alınıp arkadaşlarının yumurtaları ile tokuşturup yumurtası kırmaya çatlatmaya uğraşılırdı.
Seksenlerdeki çocuk televizyon programları da şimdikilerle hiç uyuşmuyor. Özellikle şu çizgi filmler benim çocukluğumda çok farklıydı. Yaratıcılık becerisini geliştirir hayal dünyanızı genişletirdi. Sadece devlet televizyon kanalı TRT olduğu için her şey tertip nizam içinde ilerlerdi. Şimdilerde birçok kanal düdüğü istediği gibi öttürüyor. TRT ne verirse onunla yetindiğimizden çocukluğumuzda çizgi filmlerde gereken saatlerdeydi. Çocuk psikolojisi düşünülerek seslendirilip yayınlanırlardı.
Çocukluğumun çizgi filmlerinden örnek verirsem; dedesiyle bir köpekle dağda ağaçtan yapılmış küçük bir barakada yaşayan Heidi vardı. Dedesiyle ve köpeğiyle arasında geçen maceralar konu alınırdı. Ormanda toprağın altında yaşayan telsiz gibi radyo televizyon gibi teknolojik aletleri olan bir karınca vardı adı Atom Karınca idi. Polisiye konularda telsiz sayesinde televizyon sayesinde haberi olur polise yardımcı olurdu. Orman içinde köylerinde yaşayan ve düşmanları Gargamel olan küçük mavi yaratıklar vardı. Adı “Şirinler” idi maceraları eğlendirici idi. Şu an yayınlansa yine seyrederim. Uçan kaz Norton diye bir çizgi film vardı bir sincapla uçan bir kaz’ın maceralarını konu alırdı. Kazla sincap uçarak dünyayı dolaşırlar, durdukları yerlerde yaşanan olayları ele alınırdı. Hayvanı aslanı ile bazı kötü yaratıklara karşı dünyayı kurtaran karakter vardı adı He-man idi düşmanının adı İskeletor idi.
Bunun yanında her evde bulunan televizyon başlı başına bir oyun oyuncak görevcini üstleniyor. Televizyonda çocuğun eğlenebileceği ne arasanız var. Akşama kadar televizyonda çizgi film ve çocuk dizi filmi seyredebilme olanakları var.
Maddi bakımdan orta halli bir ailenin evinde bile iki adet televizyon buluna biliyor. Birçok çocuğun bilgisayarı veya en basitiyle atari türü elde avuçta oynayabileceği 'Puzzle' 'Tetris' gibi oyuncakları var.
Taşınabilir bilgisayarları bile var.
Benim çocukluğumda pek fazla bu türden oyuncaklar yoktu. Çocukluğumun yılları 1980’li yıllar idi. Hatırladığım kadarıyla tenekeden kırmızı bir otobüsüm vardı içinde oturan insanların vücutlarını otobüsün dışından görünüyordu. Hatta bu otobüsün tıpa tıp benzerini geçen gün televizyonda oyuncak müzesi kurucusu olan Sunay Akın'ın Oyuncak müzesinde gördüm.
Benim çocukluğumda pek fazla bu türden oyuncaklar yoktu. Çocukluğumun yılları 1980’li yıllar idi. Hatırladığım kadarıyla tenekeden kırmızı bir otobüsüm vardı içinde oturan insanların vücutlarını otobüsün dışından görünüyordu. Hatta bu otobüsün tıpa tıp benzerini geçen gün televizyonda oyuncak müzesi kurucusu olan Sunay Akın'ın Oyuncak müzesinde gördüm.
Naylondan yeşil renkte mavi renkte arabalarım vardı. Bu arabalarımın markası ise bir Türk otomobili olan 'Anadol' marka idi. İlerleyen yıllarda bu naylon 'Anadol' arabalara tel takıp sokaklarda gezdirdiğimi hatırlıyorum. Arabayı telle arkamdan çekmezdim telin sert oluşundan faydalanarak arabayı önümde iterek sürerdim. Hatta telin elime gelen kısmını otomobil direksiyonu gibi yuvarlak yapıp oynardım.
Şimdilerde 'Skoter' denilen oyuncağı göz önüne alın, biz aynısını iki parça tahtadan çivi ile çakar iki ucuna bilye takar sokaklarda gezinirdik. Çıtadan yaptığımız çıtalı uçurtmalarımız vardı. Bilyeliyi ve çıtalı uçurtmayı yapmak için saatlerce uğraşırdık.
Birde dokuzlu onlu yaşlarımda çok misket oyunu oynardım benim zamanımda misketler camdan ve kemik denen bir tür mikadandı. O zamanlar sokaklar bu kadar asfalt değildi. Misketle iki oyun oynardık; oyunlardan biri misketleri yan yana dizer birkaç metre uzaklıktan Baş dediğimiz başka bir misketle dizili olan o misketleri vurmaya çalışırdık. Soldaki baş misketi vuran tüm misketleri alırdı. Eğer ortadan vurursa dizili misketleri sağına doğru misketleri alırdı. Misketle birde toprak üzerine kazdığımız küçük çukurla oyun oynardık. Bu oyunu birden fazla kişi ile oynardık, ilk önce çukuru kazar etrafında misketlerle oynardık, burada hedef ise arkadaşının misketini vurduktan sonra misketi çukura sokmak, yani şimdilerde çok oynanan büyüklerin oynadığı “Golf” oyunu gibi bir oyun türüydü.
Şişe içecek metal kapakları ile birçok oyun oynardık. Kapakları, misket gibi yere dizer altı düz bir taşla o kapakları vurmaya çalışırdık. Kapakla oynadığımız diğer oyun ise asfalta tebeşir ile yılana benzer bir şekil çizer kapakları o şekil üzerinde parmaklarımızla fiske vurarak çizgiyi aşmadan o kapağı beş altı metre boyunca ilerletip bir yuvarlağın içine sokmaya uğraşırdık. O oyunda çizgi dışına çıkan yanardı. Amaç ise yılan şeklinde beş altı metre uzunluğunda ve on santimetre genişliğinde yere tebeşirle çizili olan bu koridoru şişe kapağı çizgiden çıkarmadan bir uçtan diğer uca ulaştırmak.
Diğer bir oyunumuzda sonbahar aylarında toprak nemli iken veya yaz aylarında toprağı ıslatarak oynadığımız Çivi oyunu vardı. Şu günlerdeki düşünceme göre bu Çivi oyunu o yaşlara göre çok tehlikeli bir oyunmuş. "Nasıl beceriyormuşuz" onu bilemiyorum. Oyun toprağa çizilen üçgen, kare veya yuvarlak şekillerle oynanırdı. Amaç çiviyi toprağa çizmiş olduğumuz şekil içinde veya etrafına saplayarak oynanırdı. Asıl amaç ise rakip arkadaşını şekil içinde köşeye sıkıştırmak yani hareket etmesini engellemekti.
Sokaklarda el arabalarında haşlanmış renk renk yumurtalar satılırdı. Bu yumurtalar satın alınıp arkadaşlarının yumurtaları ile tokuşturup yumurtası kırmaya çatlatmaya uğraşılırdı.
Seksenlerdeki çocuk televizyon programları da şimdikilerle hiç uyuşmuyor. Özellikle şu çizgi filmler benim çocukluğumda çok farklıydı. Yaratıcılık becerisini geliştirir hayal dünyanızı genişletirdi. Sadece devlet televizyon kanalı TRT olduğu için her şey tertip nizam içinde ilerlerdi. Şimdilerde birçok kanal düdüğü istediği gibi öttürüyor. TRT ne verirse onunla yetindiğimizden çocukluğumuzda çizgi filmlerde gereken saatlerdeydi. Çocuk psikolojisi düşünülerek seslendirilip yayınlanırlardı.
Şimdilerde TRT televizyon kanalının verdiği çizgi filmler bile beş para etmez. Ne bir ders veriyor ne de izlenebilirliği var. Hepsi şiddet içeriyor küfür içeriyor. Mesela çizgi filmler sabah okuyan öğrenciler için ayrı saatte verilirdi öğlen okuyan öğrenciler için ayrı bir saatte verilirdi.
Çocukluğumun çizgi filmlerinden örnek verirsem; dedesiyle bir köpekle dağda ağaçtan yapılmış küçük bir barakada yaşayan Heidi vardı. Dedesiyle ve köpeğiyle arasında geçen maceralar konu alınırdı. Ormanda toprağın altında yaşayan telsiz gibi radyo televizyon gibi teknolojik aletleri olan bir karınca vardı adı Atom Karınca idi. Polisiye konularda telsiz sayesinde televizyon sayesinde haberi olur polise yardımcı olurdu. Orman içinde köylerinde yaşayan ve düşmanları Gargamel olan küçük mavi yaratıklar vardı. Adı “Şirinler” idi maceraları eğlendirici idi. Şu an yayınlansa yine seyrederim. Uçan kaz Norton diye bir çizgi film vardı bir sincapla uçan bir kaz’ın maceralarını konu alırdı. Kazla sincap uçarak dünyayı dolaşırlar, durdukları yerlerde yaşanan olayları ele alınırdı. Hayvanı aslanı ile bazı kötü yaratıklara karşı dünyayı kurtaran karakter vardı adı He-man idi düşmanının adı İskeletor idi.
Susam sokağı adı altında haftalık çocuk eğlence programı vardı içinde bir sürü kahraman vardı. Kahramanlarının adını hiç hatırlamıyorum ama çok dikkatle seyrederdim. Daha birçok çizgi film vardı. “Voltran” “Hayalet avcıları” “She-ra” vs vs...
Hafta ortası her akşam saat 20:00 civarı yine çocuklar için yayınlanan Uykudan önce vardı Adile Naşit adlı sunardı. Biz onun kuzucukları idik. Yarım saatlik bu programı hiç kaçırmazdık, o zamanlar birçok çocuk bu programı izlemeden uyumazdı.
Birde hafta sonları TRT’de hafta sonları bazı programlar vardı, hafta sonunu dört gözle beklerdik. Nedeni de bir çocuk programında Japon el sanatı olan el işi kağıdından değişik şekiller yapma sanatı olan 'Origami' öğretilirdi. Zamanımızı bu şekilde iyi değerlendirmeyi öğrenirdik bunun yanında çocuklara üretim yapma imkanı verilirdi. Pazar günü olan bu program için karton el işi kağıdını günler öncesinden alır koyardık kenara. Bununla birlikte öz güvenimiz sağlanmış olurdu yaratıcılık gücümüz artırılırdı. Etrafıma bakıyorum da şimdiki çocuklar hiçbir şey üretmiyorlar ne yaratıcılıkları var ne de hayal dünyaları. Belki de çocuklara izin vermiyorlar. Hatırladığım kadarıyla birde hafta sonları Pazar günleri bir gazetenin özellikle Milliyet gazetesinin verdiği kartondan yapılmış kartonları makasla keser biçer sağını solunu yapıştırır ortaya bazı şekiller çıkartırdık (ev, otomobil, tren, bina kule vs.) Hafta sonu babam gazeteyi alacak diye Pazar gününü dört gözle beklediğimiz olurdu.
Yaşımı tam hatırlamıyorum tahminen yedi sekizli yaşlarda iken, küçücük kırmızı iki tekerlekli bir bisikletim vardı önceleri dört tekerlekli idi. Zamanla bisikleti sürmede ustalaşmaya başladın mı arka tekerleğe takılı olan iki küçük yedek tekerleği çıkardım. O bisikletle ne kadar çok gezerdim. Hatırlıyorum da bir gün o küçük kırmızı bisikletle yanımda bir arkadaşımla beraber evden birkaç kilometre uzaklaşmıştım, uzaklaştığımızın farkına minibüs yolu vardı minibüsleri görünce anlamıştık. Bir baktık minibüsler ve çok korktuk evi zor bulmuştuk. O günleri hatırladıkça “ne kadar çok tehlikeli iş yapıyormuşuz” diyorum. Ama şu var; bisikletimle gezdiğim yıllar 1982 veya 1983 yani bugünlerle o günleri karşılaştırmam iyi olmaz. Çocukluğum bu kadar çok otomobil yoktu. Minibüs yoluna çıkmasam otomobil görmezdim.
Hafta ortası her akşam saat 20:00 civarı yine çocuklar için yayınlanan Uykudan önce vardı Adile Naşit adlı sunardı. Biz onun kuzucukları idik. Yarım saatlik bu programı hiç kaçırmazdık, o zamanlar birçok çocuk bu programı izlemeden uyumazdı.
Birde hafta sonları TRT’de hafta sonları bazı programlar vardı, hafta sonunu dört gözle beklerdik. Nedeni de bir çocuk programında Japon el sanatı olan el işi kağıdından değişik şekiller yapma sanatı olan 'Origami' öğretilirdi. Zamanımızı bu şekilde iyi değerlendirmeyi öğrenirdik bunun yanında çocuklara üretim yapma imkanı verilirdi. Pazar günü olan bu program için karton el işi kağıdını günler öncesinden alır koyardık kenara. Bununla birlikte öz güvenimiz sağlanmış olurdu yaratıcılık gücümüz artırılırdı. Etrafıma bakıyorum da şimdiki çocuklar hiçbir şey üretmiyorlar ne yaratıcılıkları var ne de hayal dünyaları. Belki de çocuklara izin vermiyorlar. Hatırladığım kadarıyla birde hafta sonları Pazar günleri bir gazetenin özellikle Milliyet gazetesinin verdiği kartondan yapılmış kartonları makasla keser biçer sağını solunu yapıştırır ortaya bazı şekiller çıkartırdık (ev, otomobil, tren, bina kule vs.) Hafta sonu babam gazeteyi alacak diye Pazar gününü dört gözle beklediğimiz olurdu.
Yaşımı tam hatırlamıyorum tahminen yedi sekizli yaşlarda iken, küçücük kırmızı iki tekerlekli bir bisikletim vardı önceleri dört tekerlekli idi. Zamanla bisikleti sürmede ustalaşmaya başladın mı arka tekerleğe takılı olan iki küçük yedek tekerleği çıkardım. O bisikletle ne kadar çok gezerdim. Hatırlıyorum da bir gün o küçük kırmızı bisikletle yanımda bir arkadaşımla beraber evden birkaç kilometre uzaklaşmıştım, uzaklaştığımızın farkına minibüs yolu vardı minibüsleri görünce anlamıştık. Bir baktık minibüsler ve çok korktuk evi zor bulmuştuk. O günleri hatırladıkça “ne kadar çok tehlikeli iş yapıyormuşuz” diyorum. Ama şu var; bisikletimle gezdiğim yıllar 1982 veya 1983 yani bugünlerle o günleri karşılaştırmam iyi olmaz. Çocukluğum bu kadar çok otomobil yoktu. Minibüs yoluna çıkmasam otomobil görmezdim.
Sokaklarda insanlar rahatça gezerdi. Şimdilerde kaldırımda giden insanı bile otomobille eziyorlar. İstanbul’da bu kadar çok insan yoktu. Herkes birbirini tanır herkes birbirine güvenirdi. İnsanlar çocuklarını bir yerden bir yere içleri güven dolu olarak rahatça gönderirdi.
Aradan neredeyse, yirmi beş otuz yıl geçmiş durumda ve her şey değişti. Artık insanlar, bırakın komşuya akrabaya güvenmeyi, anne babasına eşine kardeşine bile güvenmiyor.
Aradan neredeyse, yirmi beş otuz yıl geçmiş durumda ve her şey değişti. Artık insanlar, bırakın komşuya akrabaya güvenmeyi, anne babasına eşine kardeşine bile güvenmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder