17 Mart 2017 Cuma

Ahtapot gönüllüleri Taksimde...

Bugün Ahtapot’un dernekleşme sürecindeki bir toplantısına daha katıldım…

Levent’te bir ofiste yapılacak olan bu toplantı geçen hafta sonu Hollanda ile yaşanan kriz yüzünden Taksim’de bir otelde yapılmak zorunda kaldı.

Ben bu dernekleşme toplantılarına katılım konusunda “evet” dediğim için yolunu izini bilmediğim Taksim’deki bu toplantıya gittim.

Verdiği sözü tutmamak yakışmaz bana…

Devletin yaşadığı bir sürtüşme bile dernekleşmek için toplantı yapan bizlerin toplantısının iptalini bile neden oldu.

Hiç kimse yaşamları düşünmüyor, herkes kendi peynir gemisini yürütmeye çalışıyor… Neredeyse ortada hiç problem yokken Hollanda ile ortalık yangın yerine döndü.


Sabah saatlerinde Hollanda dış işleri bakanımıza “referandum mitingi yapmayın ülkemize gelmeyin” dedi, hemen bir saat sonraysa Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Hollanda için “Nazi kalıntısı” dedi. Akşam saatlerindeyse Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya Almanya’dan Hollanda’ya geçiş yaptı, aracı Rotterdam’daki Türk konsolosluğunun yakınında durdurulup konsolosluğa girişi engellendi.

Kimse kusura bakmasın; bu domino etkisinin sebebi Cumhurbaşkanı’mızın anında bir saat içinde "Hollanda Nazi kalıntısıdır" demesidir... Ve bunun hemen ardından Hollanda anında yanıt verdi. 

Sanki birbirleriyle anlaşma yapmışlar gibi hazır cevaplar anında...  

Durum çok kötüye gidiyor, eğer önlemi hemen alınmazsa 2016 gibi 2017' de gümbürtüye gider.

Taksim’deki Elysium oteldeki bu toplantıya yine Kayhan’la gitmeye karar aldık. Onunla Taksim meydanında buluşup geri kalan bir kilometrelik mesafeyi de sokakları aşmaya kararı aldık.

Ben saat 18:00’de Marmaray Kazlıçeşme’deydim tren geldi bende yola çıktım, ilk önce Yenikapı’ya oradan da Hacıosman metrosuyla Taksim’e geçiş yaptım.

Taksim metrosunda gittiğim asansör sağlıklıların kullanması nedeniyle bozuk olduğundan ikinci asansöre yöneldim ve yaklaşık beş dakika sonra diğer asansördeydim. O asansörün çalıştığını görünce içim rahatladı, çünkü metrodan orta kat bölümüne çıka bilmem için başka alternatifim yok.

Ya metroya binip bir önceki Şişhane istasyonuna geri döneceğim ya da bir sonraki Osmanbey istasyonuna gideceğim, artık akümün yettiğince Taksim’e ulaşmaya çalışacağım.

Neyse, ikinci asansör kabinine girdim, tam girdiğim sırada kabinin aynasında Ahtapot grubunun önemli demirbaş yönetici üyesi olan Dilek ana’yı gördüm.

Hemen asansörün gitmesini engelledim “buyurun” dedim, o da “yok Abdullah ben merdivenden geliyorum” deyip gülümsedi, bende “yukarıda görüşürüz” dedim ve gülümsedim.

Kapı kapanıp asansör yukarıya doğru hareketlendiği sırada asansörün içinde bulunan amca “madem senin arkadaşın asansör boş neden gelmedi” dedi, bende “amca arkadaş bu asansörlerin bizler için olduğunu kabullenmiş, eğer kullanması durumunda asansör bozulduğunda bizlerin mağdur olacağının da farkında duyarlı bir kişidir” dedim.

Hızlıca hareket edip orta kattaki asansöre geçip Taksim meydanına Dilek ana’nın yanına geldim. Sonra Kayhan ile konuştum, ev içinde ufak bir kaza geçirdiği için gecikeceğini öğrendim ve Dilek ile beraber toplantının yapılacağı mekana doğru yirmi dakika civarı yaya olarak yolculuk yaptık.

Aslında daha kısa sürede oraya varırdık, ama bazı yollarda tekerlekli sandalyemin geçiş yapacağı bir olanak olmadığı için yolu uzattık ve mekana vardık.

Ben gerekmediği sürece akıllı telefonların yardımına başvurmanın insanları geriye getirdiğini düşünen biriyim… Zorda kalmadığım sürece harita yardımını kullanmam, zorda kalmadığım sürece Google’yi açıp araştırma yapmam, zorda kalmadığım sürece hesap makinesini bile kullanmam, ben sadece not almak için tarihe saate bakmak için telefona elimi atarım.

Bu türden buluşmalarda Akıllı telefonun harita yardımına hemen başvurmaktansa insanlarla bire bir ilişkiye geçmenin daha iyi olacağını düşünüyorum ve hatta o adresi aramanın beynin çalışmasına daha faydalı olacağını düşünüyorum.

Dilek’in dünya tatlısı şeker gibi tatlı 5-6 yaşında olan bir kızı var, bugün yanında yoktu ama onu Ahtapot’un etkinliklerine getirmeye çalışır. Dilek’e sanırım bu yüzden “Dilek ana” diyorlar, hem kızı yüzünde hem de Dilek biraz fazla evhamlı, aşırı şekilde heyecan yapıyor.

Dilek bir anne olduğu için, Ahtapot’un annesi gibi çok aşırı şekilde dikkatli ve “yapmayın” “etmeyin” “dikkatli olun” sözleri konuşmalarında eksik etmeyen biri, birde “ben size demedim mi?” sözü ünlüymüş.

Biz otel önüne geldiğimizde 19:10 idi, neredeyse herkes oradaydı ve otel girişinde bulunan rampanın yokuş olan tarafa yapılması nedeniyle o pürüzü tekerlekli sandalyemle aşmama yardım ettiler.

Biri “beyler Apo gelmiş” dedi, anında etrafımı üç beş kişi sardı ve benim yönlendirmemi bekleyip ona göre hareket ettiler. Hem o yokuşa yapılan rampayı hem de otel girişindeki merdivenleri onlarla beraber aştık.

İçeri girdim, arkasından bir odaya girdim ve uzunca bir oda içinde uzun bir masa etrafında yapılan bu tüzük toplantısına bende katıldım.

Yaklaşık otuz civarı kişiydik, yaklaşık iki buçuk üç saat boyunca derneğin seçimleri nasıl yapılmalı, dernek içindeki grupların tanımı tanıtımı ve birde yardımlar tartışıldı. Bir ara on beş dakikalık bir ara verildi, bir arada dikkat dağınıklığını engellemek için ufacık bir ara verilip katılımcıların kendini tanıtması istendi.

Herkese adı soyadı, sevdiği yemek ve bir korkusu olup olmadığı soruldu… Herkes kısa kısa cevap verdi ve bana sıra geldi bende “Abdullah Ünal; pilav makarna hariç her şeyi yerim; korkum yoktur” dedim.

Aslında benim de bir korkum var tabi ki, ben bir yerlerde sıkışıp kalmaktan çok korkarım. Sanırım engelimle alakalı bir şey, ben hareket edemediğim noktada içimi bir korku salar.

Son yarım saatte ise Saniye adlı bir teyzenin sokak köpeklerine bakma çabası ve ona bu konuda nasıl bir yardım yapılabilir, tartışıldı. Daha sonra konunun takipçisi olunması için yine bir topluluk oluşturulup takibi sağlandı.


Bugünkü buluşmaya giderken yanına almış olduğum iki adet Biraz Daha Işık adlı kitabımın birini Jennifer'e diğerini de Kayhan'a verdim. 
Birkaç gün önce Jennifer Facebook profilimdeki bir yazımı okumuş ve orada yazmış olduğum kitaptan bahsettiğimi görünce, bana kitabı sordu “eğer varsa bir adet bulabilir misin?” dedi, bende bugün yanıma iki adet kitap alıp öyle oraya gittim. 

Toplantı salonuna girip masanın bir köşesine yerleştiğim sırada Jennifer beni gördü yanıma geldi, birkaç dakika sohbet ettikten sonra ben çantamdan kitabı çıkarttım ona verdim. Öyle sevindi ki hemen bir kalem buldu geldi ve kitabın kapağını açıp ilk sayfasının üzerine bir şeyler yaz imzalamamı istedi, yazmam iyi olmadığı için fazla uzatmadan “sevgi ve saygılarımla” dedim ve imzamı attım. Jennifer’in altı baskı yapan bir kitabı varmış, yakın zamanda bir araştırma yapıp bende o kitabı edineceğim.

Jennifer ile kitap sohbetimize şahit olan Kayhan’a ise yanımda olan diğer kitabı teslim ettim. Her ikisinin de kitabı okuyup görüşlerini en yakın zamanda sunacaklarına eminim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder