31 Mart 2017 Cuma

Bir asansör faciası daha...

29.03.2017
Dün bir ara yaşamını benim gibi tekerlekli sandalyede sürdüren Aydın Taşyürek ile karşılaştım ve bugünden için Marmaray ile bir yerlere gitmeye gezmeye karar verdik.

Bugünse saat 13:00’de Marmaray’ın Kazlıçeşme istasyonunda buluşup ilk önce Marmaray ile Ayrılıkçeşmesi istasyonuna gittik, ama hevesimiz kursağımızda kaldı. Bunun nedeniyse istasyonun asansörünün bozuk olması.
Ayrılıkçeşmesi istasyonunda tek asansör olması nedeniyle de istasyonundan dışarıya çıkamadık ve hapis kaldık.

Bilmiyorum, ama artık araçların rampa ve kaldırım işgallerini görmeyi resimlemeyi ve yazmayı bir süre bırakmalıyım ve asansörlerin bozulmasına neden olan sağlıklı insanların tıklım tıklım doluşarak bozulmaya neden olanları yazmalı, resimlemeliyim.

Ayrılıkçeşmesi’nde bozuk olan o asansörün önünde; istasyonun dışına baktığımda, çok güzel bir hava ve neşeyle gülümseyen mutlu insanlar vardı, ama ben ve Aydın Taşyürek birkaç metre ötede olan bu güzelliklere bozuk olan asansör nedeniyle ulaşamıyorduk.

Ne yazık ki Aydın ile ikimiz tekerlekli sandalyelerimizde istasyonda hapis kalmış durumdaydık.

Bir hafta önce veya on gün öncede o asansör yine bozuktu, bugün yine bozuktu.

Geçen sefer eve geri dönmüştüm, ama bu sefer yanımda Aydın olduğundan eve geri dönmektense bu güzel havayı başka yerlerde değerlendirmeye ve gezinmeye karar verdik.

Daha doğrusu zorunda kaldık ve Ayrılıkçeşmesi’ne ilk gelen trene binerek geri döndük.

Ben yaşadığımız bu talihsiz olayı Facebook sosyal ağ profilime taşıdığımda öğrendim ki, Ayrılıkçeşmesi’nde bulunan Nautilus alışveriş merkezinde toplanmış sohbet eden arkadaşlarımın bulunduğuydu.

O arkadaşlarsa istasyondan tekerlekli sandalyeleri ile birlikte kendilerini güvenlik görevlilerine onlarca basamağı taşıttırarak çıkmış olmaları.

23 Mart 2017 Perşembe

Olivium aışveriş merkezi kapısı önü işgali...




22.03.2017
Bugün Olivium alışveriş merkezinin ana giriş kapısından öğle sonrası saatlerinde çıkış yaptığım sırada, bir baktım iki adet bulunan tekerlekli sandalye rampasının ikisi de turist getiren otobüslerin işgali altında.


Bir süredir sesimi çıkarmıyordum, ama bu sıralar tekrardan bu işgallere “durun” demeye başlayacağım. Hemen tekerlekli sandalyemin yönünü alışveriş merkezi içine çevirdim ve içeri girince karşıma çıkan ilk güvenlik görevlisine “kapı önünde iki adet rampa var ikisi de işgal altında lütfen şoförlerini bulup o araçları oradan aldırır mısınız” dedim ve rampa önünde beklemeye başladım. Ben Olivium alışveriş merkezini işgaller konusunda o kadar çok uyarıda bulundum ki, sanırım beni huysuz huzursuz biri olarak gördükleri bile oluyordur, ama herkesin fark etmesi gerek “o rampalar hiçbir şekilde işgal edilmeyecek”. Yaklaşık beş dakika sonra araç sahibi geldi, aracını çekti bende geçişimi yapıp oradan ayrıldım.

Bugün şikayetim konusunda benimle ilgilenen güvenlikçi arkadaş sağ olsun rampa işgali sona erene kadar yanımda bekledi ve o sırada onunla sohbet ettiğim sırada öğrendim ki; bu turist getiren şoför arkadaşlar uyarılara rağmen otobüslerini garaja almayıp müşterilerini bekletmemek için alışveriş merkezi önüne park edip bu gibi işgalleri yapıyorlarmış.

22 Mart 2017 Çarşamba

Ahtapot Ataşehir buluşması...


Ahtapot gönüllüleri bu akşam Ataşehir’de BigChef restoran kafe’de toplanıp bir toplantı daha yapacaklar. Bu toplantıya ben gitmeyeceğim, hem uzak oluşu gidiş gelişim sorunlu olur hem de biraz yorgunum. 


Gidemeyeceğim bu akşamki toplantıda konuşulacak asıl konu sokak hayvanları var, çünkü davetteki başlık Hayvan dostlarımız.


Vedat Kürşün ve Ahtapot grubu ile bu sıralar sıkça beraber olmaya başlamıştım, biraz ara versem iyi olur. J

Ahtapot grubunun dernekleşme sürecinde bolca toplantı yapılmaya başlandı ve bende müsait olduğumda onlarla birlikte olmaya gayret ediyorum. 

Benim onların içinde olmam için gayret ettikleri kadar, artık bende onların içinde olmak için zorluk ve sorunları aşıp içlerinde olmak için çabalıyorum.


Vedat Kürşün ve Ahtapot grubu dernekleşme konusunda çok ciddiler, bu süreçte bazen o kadar ayrıntıya iniyorlar ki, ufak bir ayrıntıyı saatlerce tartışıyorlar, üzerinde net bir karar almadan günlerce düşünüyorlar.

Neredeyse haftada bir toplanıp müzakere yapıyorlar, internette ve telefon uygulamalarında sürekli bilgi alışverişi yapıyorlar. 

Bir ara kendi kendime; acaba dernekleşme için bu kadar uğraşan birileri var mıdır? Bu kadar ayrıntılı düşünen var mıdır? Diye sordum.

Dernekleşme istemelerindeki sebepse; sürekli büyüyor olmaları, bu büyümenin ileride sorun çıkarmaması içinde internette Facebook’taki gruplarını dernekleştirerek legal hale getirip tüzelleşmek. 

Dernek kurulduktan sonra üyeliklerin yanı sıra gönüllü katılımcılara da yer vermek, çünkü Ahtapot çocuklar için, engelliler için, sokak hayvanları için, kimsesizler için, okumaya çalışanlar için ve sokakta yaşayanlar için var olmak büyümek isteyen bir grup.  

Bildiğim kadarıyla derneklerde, vakıflarda veya birçok kurumda kuruluşta bu gibi süreçlerde bir mekanda toplanılır, okunması gereken okunur, oylamaya sunulur, eller havaya kalkar, “kabul” kararı alınır ve herkes evine dağılır.

Ahtapot, dernekleşme sürecinde son derece dikkatle hareket ediyor, kendilerini yönlendirmesi için veya bu yapılan çalışmaları denetlenmesi için birilerini arayıp soruyor, araştırıyor.

Bilmiyorum, ama dernekleşme sürecinde onlar kadar ince düşünen birileri daha var mıdır? Acaba. 

Ben her toplantılarında onlarla beraber olamasam da, desteğimi esirgememeye çalışıyorum… Çünkü bir ışık var, bu adamlar büyüyecek kocaman bir çocuk olacaklar.  

Dernekleşme hakkında fazla bilgim olmadığı için herhangi bir katkıda bulunamasam da, bir tekerlekli sandalyeli olarak orada varlığımın olması yeterli olur düşüncesi içindeyim.

Ben “katılımcı olacağım” dediğimde Vedat ve Kayhan her türlü olanağımı düşünmeye başlıyorlar… Toplantıya gidiş geliş rotamı, mekandaki mimari engelleri, tuvalet ihtiyacımı giderebileceğim imkanı, yatarak veya ayağa kalkarak dinlenebileceğim durumlarımı bile ayrıntılı düşünüyorlar.

Daha doğrusu tüm bunları Vedat’ın ve Kayhan’ın beynine ben işleyip farkındalıklarını ben artırdım ve onları bu konuda da iyi bir şekilde bilinçlendirdim… Ama bunu kendileri istediler, yani istekli oldukları için bu iş oldu.

İstemeyen birilerine doğrunun ne olduğunu anlatmak mümkün değil…

Vedat Kürşün’ün kişiliğinde üstlendiği görevin dört dörtlük olmasını isteyen bir aslan var, en ince ayrıntıyı bile kaçırmak istemeyen bir kişilik.

Vedat, birçok konuda olan bu düşünceli tavrını benim içinde ortaya koyar, katılmamı istediği bir durumu bana bir hafta on gün öncesinden haber verir, gidiş geliş rotamı düşünür, ortamda engelli wc olup olmadığı konusunda ve üşüyüp üşümeyeceğim konusunda hassastır, mimari durumun bana uygunluğuna bakar. Bilir ki; Kayhan ile aram iyidir, benimle ilgilenmesi için Kayhan'ı ve diğer arkadaşlarını sürekli uyarır. Sesiyle dürtmediği zamanlarda göz teması kurar.

Okan üniversitesi yerleşkesinde Çalıştaydaki konuşmasında bile bir ara “arkadaşlar biz çok özel bir dernek olacağız, biz yardımı yapıp desteği verip arkamızı dönüp gitmeyeceğiz”, biz yardımı yaparken de desteği verirken de hep bire bir ilişkide olacağız, diyalog içinde olacağız, hiçbir zaman takibi bırakmayacağız” dedi.

17 Mart 2017 Cuma

Ahtapot gönüllüleri Taksimde...

Bugün Ahtapot’un dernekleşme sürecindeki bir toplantısına daha katıldım…

Levent’te bir ofiste yapılacak olan bu toplantı geçen hafta sonu Hollanda ile yaşanan kriz yüzünden Taksim’de bir otelde yapılmak zorunda kaldı.

Ben bu dernekleşme toplantılarına katılım konusunda “evet” dediğim için yolunu izini bilmediğim Taksim’deki bu toplantıya gittim.

Verdiği sözü tutmamak yakışmaz bana…

Devletin yaşadığı bir sürtüşme bile dernekleşmek için toplantı yapan bizlerin toplantısının iptalini bile neden oldu.

Hiç kimse yaşamları düşünmüyor, herkes kendi peynir gemisini yürütmeye çalışıyor… Neredeyse ortada hiç problem yokken Hollanda ile ortalık yangın yerine döndü.


Sabah saatlerinde Hollanda dış işleri bakanımıza “referandum mitingi yapmayın ülkemize gelmeyin” dedi, hemen bir saat sonraysa Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Hollanda için “Nazi kalıntısı” dedi. Akşam saatlerindeyse Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya Almanya’dan Hollanda’ya geçiş yaptı, aracı Rotterdam’daki Türk konsolosluğunun yakınında durdurulup konsolosluğa girişi engellendi.

Kimse kusura bakmasın; bu domino etkisinin sebebi Cumhurbaşkanı’mızın anında bir saat içinde "Hollanda Nazi kalıntısıdır" demesidir... Ve bunun hemen ardından Hollanda anında yanıt verdi. 

Sanki birbirleriyle anlaşma yapmışlar gibi hazır cevaplar anında...  

Durum çok kötüye gidiyor, eğer önlemi hemen alınmazsa 2016 gibi 2017' de gümbürtüye gider.

Taksim’deki Elysium oteldeki bu toplantıya yine Kayhan’la gitmeye karar aldık. Onunla Taksim meydanında buluşup geri kalan bir kilometrelik mesafeyi de sokakları aşmaya kararı aldık.

Ben saat 18:00’de Marmaray Kazlıçeşme’deydim tren geldi bende yola çıktım, ilk önce Yenikapı’ya oradan da Hacıosman metrosuyla Taksim’e geçiş yaptım.

Taksim metrosunda gittiğim asansör sağlıklıların kullanması nedeniyle bozuk olduğundan ikinci asansöre yöneldim ve yaklaşık beş dakika sonra diğer asansördeydim. O asansörün çalıştığını görünce içim rahatladı, çünkü metrodan orta kat bölümüne çıka bilmem için başka alternatifim yok.

Ya metroya binip bir önceki Şişhane istasyonuna geri döneceğim ya da bir sonraki Osmanbey istasyonuna gideceğim, artık akümün yettiğince Taksim’e ulaşmaya çalışacağım.

Neyse, ikinci asansör kabinine girdim, tam girdiğim sırada kabinin aynasında Ahtapot grubunun önemli demirbaş yönetici üyesi olan Dilek ana’yı gördüm.

Hemen asansörün gitmesini engelledim “buyurun” dedim, o da “yok Abdullah ben merdivenden geliyorum” deyip gülümsedi, bende “yukarıda görüşürüz” dedim ve gülümsedim.

Kapı kapanıp asansör yukarıya doğru hareketlendiği sırada asansörün içinde bulunan amca “madem senin arkadaşın asansör boş neden gelmedi” dedi, bende “amca arkadaş bu asansörlerin bizler için olduğunu kabullenmiş, eğer kullanması durumunda asansör bozulduğunda bizlerin mağdur olacağının da farkında duyarlı bir kişidir” dedim.

Hızlıca hareket edip orta kattaki asansöre geçip Taksim meydanına Dilek ana’nın yanına geldim. Sonra Kayhan ile konuştum, ev içinde ufak bir kaza geçirdiği için gecikeceğini öğrendim ve Dilek ile beraber toplantının yapılacağı mekana doğru yirmi dakika civarı yaya olarak yolculuk yaptık.

Aslında daha kısa sürede oraya varırdık, ama bazı yollarda tekerlekli sandalyemin geçiş yapacağı bir olanak olmadığı için yolu uzattık ve mekana vardık.

Ben gerekmediği sürece akıllı telefonların yardımına başvurmanın insanları geriye getirdiğini düşünen biriyim… Zorda kalmadığım sürece harita yardımını kullanmam, zorda kalmadığım sürece Google’yi açıp araştırma yapmam, zorda kalmadığım sürece hesap makinesini bile kullanmam, ben sadece not almak için tarihe saate bakmak için telefona elimi atarım.

Bu türden buluşmalarda Akıllı telefonun harita yardımına hemen başvurmaktansa insanlarla bire bir ilişkiye geçmenin daha iyi olacağını düşünüyorum ve hatta o adresi aramanın beynin çalışmasına daha faydalı olacağını düşünüyorum.

Dilek’in dünya tatlısı şeker gibi tatlı 5-6 yaşında olan bir kızı var, bugün yanında yoktu ama onu Ahtapot’un etkinliklerine getirmeye çalışır. Dilek’e sanırım bu yüzden “Dilek ana” diyorlar, hem kızı yüzünde hem de Dilek biraz fazla evhamlı, aşırı şekilde heyecan yapıyor.

Dilek bir anne olduğu için, Ahtapot’un annesi gibi çok aşırı şekilde dikkatli ve “yapmayın” “etmeyin” “dikkatli olun” sözleri konuşmalarında eksik etmeyen biri, birde “ben size demedim mi?” sözü ünlüymüş.

Biz otel önüne geldiğimizde 19:10 idi, neredeyse herkes oradaydı ve otel girişinde bulunan rampanın yokuş olan tarafa yapılması nedeniyle o pürüzü tekerlekli sandalyemle aşmama yardım ettiler.

Biri “beyler Apo gelmiş” dedi, anında etrafımı üç beş kişi sardı ve benim yönlendirmemi bekleyip ona göre hareket ettiler. Hem o yokuşa yapılan rampayı hem de otel girişindeki merdivenleri onlarla beraber aştık.

İçeri girdim, arkasından bir odaya girdim ve uzunca bir oda içinde uzun bir masa etrafında yapılan bu tüzük toplantısına bende katıldım.

Yaklaşık otuz civarı kişiydik, yaklaşık iki buçuk üç saat boyunca derneğin seçimleri nasıl yapılmalı, dernek içindeki grupların tanımı tanıtımı ve birde yardımlar tartışıldı. Bir ara on beş dakikalık bir ara verildi, bir arada dikkat dağınıklığını engellemek için ufacık bir ara verilip katılımcıların kendini tanıtması istendi.

Herkese adı soyadı, sevdiği yemek ve bir korkusu olup olmadığı soruldu… Herkes kısa kısa cevap verdi ve bana sıra geldi bende “Abdullah Ünal; pilav makarna hariç her şeyi yerim; korkum yoktur” dedim.

Aslında benim de bir korkum var tabi ki, ben bir yerlerde sıkışıp kalmaktan çok korkarım. Sanırım engelimle alakalı bir şey, ben hareket edemediğim noktada içimi bir korku salar.

Son yarım saatte ise Saniye adlı bir teyzenin sokak köpeklerine bakma çabası ve ona bu konuda nasıl bir yardım yapılabilir, tartışıldı. Daha sonra konunun takipçisi olunması için yine bir topluluk oluşturulup takibi sağlandı.


Bugünkü buluşmaya giderken yanına almış olduğum iki adet Biraz Daha Işık adlı kitabımın birini Jennifer'e diğerini de Kayhan'a verdim. 
Birkaç gün önce Jennifer Facebook profilimdeki bir yazımı okumuş ve orada yazmış olduğum kitaptan bahsettiğimi görünce, bana kitabı sordu “eğer varsa bir adet bulabilir misin?” dedi, bende bugün yanıma iki adet kitap alıp öyle oraya gittim. 

Toplantı salonuna girip masanın bir köşesine yerleştiğim sırada Jennifer beni gördü yanıma geldi, birkaç dakika sohbet ettikten sonra ben çantamdan kitabı çıkarttım ona verdim. Öyle sevindi ki hemen bir kalem buldu geldi ve kitabın kapağını açıp ilk sayfasının üzerine bir şeyler yaz imzalamamı istedi, yazmam iyi olmadığı için fazla uzatmadan “sevgi ve saygılarımla” dedim ve imzamı attım. Jennifer’in altı baskı yapan bir kitabı varmış, yakın zamanda bir araştırma yapıp bende o kitabı edineceğim.

Jennifer ile kitap sohbetimize şahit olan Kayhan’a ise yanımda olan diğer kitabı teslim ettim. Her ikisinin de kitabı okuyup görüşlerini en yakın zamanda sunacaklarına eminim. 

14 Mart 2017 Salı

14 Mart Tıbbın bayramı...


Bugün Tıp bayramı, yani sağlıkçıların günü… Bilmiyorum bugün için sağlıkçılar ne düşünür, ama ben sağlık konusunda ülkemiz için olumlu cümleler kurabilecek durumda değilim.


Sadece ben değil, insanımızın büyük bir bölümü sağlıktan şikayetçi... Hastanelerden sağlıkçılardan ve anayasal sağlık sisteminden canı yanan o kadar çok kişi var ki, neredeyse her on kişiden bir veya ikisi sağlıkçılardan veya sisteminden şikayetçi.

Ben dahil olmak üzere bir çok kişinin en çok şikayetçi olduğu konu, acil servisler ve ambulans hizmetleri. Ambulans hizmetleri ve acil servisler o kadar çok can yakıyor ki, adeta görevleri sağlıklı hale getirmek değil insanları sağlık sistemine mecbur bırakmak.

Sağlık hakkında bu yazdıklarım size acımasızca gelse de, 41 yıllık yaşamımın birikimimin öfkesidir. Ülkemiz sağlık sistemi o kadar çok canımı yaktı ki, bunu sağlıklı bir kişinin anlaması imkansız.

Benim canımı o kadar çok yaktılar ki, saymakla bitiremeyeceğim kadar çok; hastane acil servisleri, doktorları, hemşireleri, tedavi şekilleri, ambulans sistemi ve tabi ki Anayasa’da yazılı olan sağlık sistemi.

Sistemimizin dur durak bilmeyen bu sorunlu hali, önceden de aynıydı şimdi de aynı… Bir sorumsuzluk bir boş vermişlik var, sistemdeki bu bozukluk bakanlıktan başlıyor hastanelerde doktorlarda hemşirelerde hasta bakıcılarında bile var.


Aklıma geldiğince yaşamış olduğum cinayet denilebilecek durumları kronolojik olarak sıralamak isterim.



-        1996 yılında Surp Pırgiç Ermeni hastanesi acil servis doktoru beyin kanaması geçirdiğimi anlamadığı için, beni altı saat sedye üzerinde bekletti ve tekerlekli sandalyede yaşamımı sürdürmeme neden oldu.



-         Aynı doktor beni başından savmak için “başka hastaneye gidin” demiş, başka hastaneye giderken de beni ambulansla değil de bir otomobilin arka koltuğunda oturur pozisyonda gitmeme göz yummuş. Başka hastaneye giderken ben istiğfar edip kendimden geçmişim, oturur pozisyonda olduğum için kusmuğum ciğerlerime geri gitmiş ve enfeksiyona neden olmuş.




-         1996 yılında Amerikan hastanesinde yoğun bakımda tedavim sırasında bir hemşire sağ kol dirseğime bilinçsizce egzersiz uygulaması yaparak sağ kol dirseğimde geri dönüşü olmayan bir hasara neden oldu.



-         1996 yılında beyin kanaması geçirip ameliyat olduktan sonra yoğun bakım ve koma sürecim başlamıştı. Bu süreç sırasında hislerim çalışmadığı için tam olarak kendinde olmayan beni defalarca Askerlik şubelerine çağırdılar, çünkü 20 yaşında olduğumdan askere alınmam gerekliydi. Hastalık durumumun vahimliğine inanmayan Askeriye, hisleri çalışmayan beni defalarca Askerlik şubelerine getirtip muayene edip filmler çekip teşhis koyup heyete sokup “askerliğini yapamaz” belgesi verdiler.



-         Sağlığımın daha da iyi olması için havuz terapisi almam gerek, bunun için İ.b.b.’ye başvurdum, “16 yaşından büyükleri alamıyoruz” dediler, yaş ayrımcılığını ilk defa duydum. İlçe belediyesine havuz terapisi için başvururdum, maddi olarak devletin her ihtiyacını karşıladığı Akdem’in yöneticileri havuzda ilk seans terapimi yaptılar, ikinci seans terapimi yaptılar, üçüncüyü de yaptılar ve sonrası için bir daha randevu vermediler.



-         Özel hastaneler bizim gibi engellilerden faydalanmak için “ücretsiz sağlık hizmeti veriyoruz” deyip kampanyalar yapar engelliyi kandırmaya çalışır veya “ücretsiz tedavi” deyip üzerimizden devletten para alırlar.



-         Kaslarının gevşemesi için Botox iğnesi vurulmam istenir, muayene olurum sıraya girerim, aylardır sıra gelmez… Sanki tüm İstanbul iğne vurulmak için bekliyor.



-         Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına yeni anayasa çalışmalarına katkı sağlamak amacıyla engelliler hakkında göndermiş olduğum iki adet taahhütlü mektubuma sadece “alınmıştır” cevabı geldi. 



-         Anneme bana baktığı için devlet tarafından verilmesi gereken Bakım maaşı verilmiyor, buna neden olarak evin gelirinin 30- TL fazla olmasıymış.



-         Ameliyat, yoğun bakım ve koma sürecimden sonra muayene olduğum hastaneler ve doktorlar bana “sağlığıma kavuşabilmem için tedavi sürecimin egzersiz ve fizik tedavinin gerekli olduğunu” söylemedi.



-         2004 yılında aynı beyin mr’ı filmime, İstanbul’un en büyük dört hastanesinin dört beyin cerrahı dört ayrı kanıda bulundu, biri; “ameliyat ol orada olan kitleyi alalım”, diğeri “olursan masada kalırsın” o bürü “olmana gerek yok, orada sadece zararsız bir kan yumağı var” dedi. Sanırım tıp her okulda başka eğitimi olan bir dal. 




-         2009 yılında damar tıkanıklığı yaşadım, Cerrahpaşa’ya acile gittiğimde, doktor bana Coraspin verdi ve “bunu altı ay kullan” dedi. Hapı kullanmaya başladıktan beş ay sonra bir sabah saat 05:00’de mide kanaması geçirip kan kusmaya başladım. Evimize birkaç dakika uzaklıkta bulunan ambulans merkezinden ambulans çağırdık, on beş dakika da anca geldi ve beni almayıp “bir şeyin yok, sabah hastaneye muayeneye git” deyip geri gitti. Ambulans geri döndükten sonra Samatya hastanesine kendi imkanımla gittiğimde, mide kanaması geçirdiğim ortaya çıktı ve artık Ülser sahibi olduğumu öğrendim. 

Bu kadar çok olumsuzlukla karşı karşıya gelen ben veya benim gibi bireylerin psikoljik durumu nasıl olabilir, sağlık sistemi hakkında ne düşünebilir.

13 Mart 2017 Pazartesi

Akdem 2017...

Oturduğum eve hemen iki yüz üç yüz metre mesafede Akdem diye bir merkez var… İlçe belediyemiz Zeytinburnu’na bağlı olan bu merkezde ihtiyacı olanlara, çeşitli konularda bilgilendirme bilinçlendirme eğitimi veriliyor.

Akdem; yani Aile Kadın Destekleme ve Engelliler Merkezi, özellikle kadınımıza ve engellimize hizmet verdiği bina içindeki salonlarda, toplantılar düzenleyerek bilinçlendirme çabası içinde olan bir merkez. Yaptıkları organizasyonlara ve etkinliklere katılımcı olmak isteyenleri de internette sosyal ağlarla, telefonlarına mesaj yollayarak haberdar ediyorlar ve hatta bastırdıkları broşürlerle alışveriş merkezlerinde, okullarda, belediyeye ait kurum ve kuruluşlarda, toplu ulaşımın istasyonlarında reklamlarını yapıyorlar.


O kadar çok iyi şekilde organize olmuşlar ki; programları hiç aksamıyor bu programları bir ay öncesinden belirleyip kesinleştirip ve katılımcı olmak isteyenleri haberdar ediyorlar.


Ben bir engelli olarak Akdem’in yaptığı bu organizasyonlar konusunda destekleyen bir kişiyim, ama bu desteğim yaptıkları tüm işler için algılanmamalı.


Akdem’in benim gibi bir engelliye verebileceği destek neredeyse sıfır; egzersiz için eve terapi istedim, “olmaz” diyip Akdem merkezi binasına gelmemi istediler. Yaşlı ve engelli için evde bakım hizmeti verip banyo gibi temizlik gibi ihtiyaçlarına olumlu yanıt veriyorlar, ama evde egzersize ihtiyacı olana olumlu yanıt vermiyorlar.


Ben; beş altı basamağı olan merdivenli bir apartmanda yaşlı anne babasıyla yaşayan egzersize ihtiyacı olan tekerlekli sandalyeli bir bedensel engelliyim, bana ev içinde egzersiz uygulayacak kimsem olmadığından kaslarımın kilitlenme tehlikesi var ve her defasında Akdem’e egzersiz seansı için gidip gelecek durumum yok.


Akdem binası içinde salonlarda bilgilendirme bilinçlendirme konferansları düzenleniyor, Suriyeli çocuklara ve annelere Türkçe öğretilen sınıfları var. Akdem binası fiziki şartlar göze alındığında benim gibi bir engelliye uygun bir durumda, verdiği egzersiz ve havuz terapisi olanakları bakımından tam benlik.


Benim Akdem’in toplantılarından uzak kalma nedenimse; engelliler konusunda vatandaşı bilgilendirirken doğru yolda ilerlemiyor oluşları. Konferans ve Brifing’lerinde izledikleri yol, engelliler konusunda bilgili bilinçli konusunda uzman eğitimli bir kişi bulup salonda yerini alan insanımı bilinçlendirmek. İşte benim buna itirazım var, bu bilinçlendirme yapılırken konunun uzmanının yanı sıra muhatabı da çağırıp görüşünün alınması gerekli.


İnsanları topluyorlar, uzman bilgi aktarımı yapıyor, alkışlanıyor ve bir çözüme ulaşılmış gibi herkes dağılıyor…


Benim demek istediğimse; mesela konu tekerlekli sandalyeliler ve yaşamları olduğunda ben çağırılmalıyım, yani yaşamını tekerlekli sandalyede sürdüren bilgili bilinçli bireylerin çağırılması gerek. Orada karşılıklı bir diyalog olmalı, bana sorular sorulmalı, bende uzmana sorular sormalıyım ve orada bulunan bilinçlenmeye gelen insanları beraber bir paylaşımda bulunarak bilgilendirmeli.


Bilmiyorum, belki de ben yanlış düşünüyorum, ama tek taraftan konuya bakmak biraz bencilce ve yanlış bir yol.


Ben 41 yıldır Zeytinburnu’dayım, burada doğdum burada büyüdüm ve yaşamımın son 21 yılımı tekerlekli sandalyede geçirdim. Okullar okumuş eğitimini almış bir sürü Ar-ge çalışmasına katılmış birine bir şey dediğim yok, yok ama bende 21 yıldır bu sandalyedeyim bir tecrübem var.


Ev yaşamımı okumuş bir insan benden daha iyi bilemez, sokakta caddelerde yolarda kaldırımlarda binalarda yaşamımı okumuş bir insan benden daha iyi bilemez, yaşadığım zorlukları sorunları benden daha iyi bilemez.


Var olan bu tecrübemden neden faydalanılmıyor, neden yok sayılıyorum.


8 Mart 2017 Çarşamba

Matruska Anti Cafe’deydik...

Dün akşam saat 18:00’de Marmaray Kazlıçeşme istasyonunda Kayhan ile buluşup Ayrılıkeşmesi istasyonuna gittik, istasyon dışına çıka bilmek için anca üçüncü asansör kabinine girebildik ve istasyon dışına çıktık. 

Birkaç dakika sonra ise Ahtapot grubundan Seniha ile buluşup hep beraber ara sokakları kullanarak 900 metre ilerleyip 15- 20 dakika sonra Matruşka Anti Cafe’ye ulaştık. 

Kadıköy’de yaşamını sürdüren birkaç tekerlekli sandalyeli arkadaşımın çektiği zorluk ve sorunla şimdi bende karşı karşıya geldim, çünkü Kadıköy’ün yolları ve kaldırımları biz tekerlekli sandalyeliler için zorluymuş, anladım. 

Kafeye girerken yüksek bir basamağı aşmak içinse çevremi birden bire saran dört sporcu erkekle beraber o basamağı sorunsuzca aştım. 

Ben iyi alıştım aşamadığım engelleri birilerinden yardım alarak aşmaya. Ben bu gibi durumlara karşı karşıya geldiğimde normalde hiç yardım almam ve bu türden mekanların engellilere uygun hale getirilmesi için yetkilileri uyarırım. 

Sadece benim için değil, bebek arabalılar için bile o girişe bir rampa şart.  

Yine Vedat’ın sunumuyla çok güzel bir toplantı oldu... Bu sefer de toplantıyı yaptığımız alana sığamadık. Kafede adım atılacak yer bırakmadık. Diğerlerine nazaran ben rahattım tekerlekli sandalyem sayesinde. 

Yaklaşık yirmi beş kişiyle neredeyse hiç ara vermeden üç saat boyunca dernekleşme yolunda bilgi alışverişi yapılıp, öneriler alınıp cevaplar verildi. 

Gelecek hafta bir toplantı daha yapılma kararı alınıp evlere dağınıldı.





NOT1: Yukarıdaki resimde beraber olduğum kişi, Jennifer... 
Jen, derneği kurma sürecinde bizden desteğini esirgemeyen bir eğitimci ve hiç bir zamanda birikimlerini bizimle paylaşmaktan imtina etmemiştir. 
NOT2: Jen bu resmi Facebook'da yayınlayınca, benimde liseden arkadaşım olan Jen'in iş arkadaşı çıktı. :)

2 Mart 2017 Perşembe

Marmaray Ayrılıkçeşmesi asansörü...

Artık insanların duyarsızca davranışlarına tahammül edemiyorum… Hem benim canım yanıyor hem de onlar kendilerini değiştirmek geliştirmek için bir şeyler yapmama gayreti içindeler.

Bugün hava güzeldi, açıktı ve sıcaktı, ama gitmiş olduğum Kadıköy’de esen soğuk bir rüzgar vardı. Özellikle Marmaray’ın Ayrılıkçeşmesi istasyonunun olduğu yer çok esiyordu, hem Marmara denizine yakın olmasından dolayı hem de Marmaray tüneli içinden gelen bir cereyan vardı.

Marmaray öyle bir toplu ulaşım imkanı ki; bir ucu Türkiye’nin Avrupa yakasında Zeytinburnu Kazlıçeşme’de diğer ucu Anadolu yakasında Kadıköy Ayrılıkçeşmesi’nde, neredeyse 14 kilometre uzunluğunda bir tünel. Marmaray yer altında ilerlediğinden iki ucunda bulunan istasyonlarında bir hava sirkülasyonu oluşuyor, bu akımsa trenin geliş gidişiyle şiddetli bir rüzgara dönüşüyor. Kazlıçeşme’de rüzgarı hissetmiyorsun çünkü tünel girişi istasyona yaklaşık iki yüz metre ama Ayrılıkçeşmesi’nde tünel girişi istasyonla birleşik durumda.

Kısacası Ayrılıkçeşmesi istasyonunda beklemek sıkıntılı olabiliyor, bir an önce istasyondan kaçmak için yer arıyorsun.

Bugün Marmaray trenle Ayrılıkçeşmesi’ne gittiğimde üç beş saniye içinde asansörü önündeydim, çünkü trene binerken hangi kapısının asansör önünde rast geleceğini bilerek seçtim. Ben tekerlekli sandalyemle anında asansör önüne geldiğim halde asansörün kabini içi tıklım tıklımdı, ne ara doluştular bilmiyorum.

Bu kadar olmaz, kabin içine bir sineğin gireceği kadar bile yer bırakmamışlar... Resmen otobüslerdeki fordçuluğu bırakıp asansöre başlamışlar.

O istasyonun nasıl bir hava akımına sahip olduğunu bildiğimden hiç beklemeye niyetim olmadığı için ikinci asansörün gelmesini beklemektense, tıklım tıklım doluştukları asansörün o kabinini çağırma düğmesine basarak hareket ettirmedim. Düğmeye birkaç defa bastıktan sonra “ya asansöre girerim ya da bu asansörün hareket etmesine izin vermem” dedim, ben öyle diyince kabin içindeki iki üç genç dışarı çıktı bende zar zor olsa da içeriye girdim.

Ne kadar rezil bir toplum olduk, ne utanmamız var nede kişiliğimiz…

Ben kalabalık nedeniyle içeriye girmeye çalıştığım sırada asansörün kapısı kapanmadı ve biraz daha ileriye gitmek için uğraşırken kabin içindeki bir densiz “sandalyen metal olduğu için kapının kapanmasını engelliyor” dedi, bende “tekerlekli sandalyem değil insanımız metal” dedim.