Dün gördüğüm kadarıyla şu anda otuzuncu katta filanlar ve kaba inşaatı bitmiş haldeler. O kadar büyükler ki, ilçemizin her yerinden gözüküyorlar.
Geçtiğimiz günlerde bir gazetede bir resim vardı, sanırım Karaköy Beşiktaş civarlarından çekilmiş, Sultanahmet camisinin bir resmi, resimde bulunan Sultanahmet camisi minarelerinin görüntüsü var ve o resimde bizim buradaki üç gökdelenin görüntüsü de var. Minareler arasında bu üç gökdelende var. Sultanahmet cami bizim bulunduğumuz bölgeye 9-10 kilometre uzaklıkta bulunuyor. O caminin o güzel görünümü bu üç gökdelenle bozulmuş durumda. Neyse, o cami bize çok uzak ve bu o kadar önemli değil, sadece “görüntü kirliliği yapıyorlar” denilebilir.
O gökdelenler ilçemizin görüntüsünü bozmuş durumdadırlar. Bir caminin görüntüne önem vermek veya vermemek siyasi gücün elinde. İşlerine geldin mi Müslüman olurlar, işlerine gelmezse olmazlar. Görüntü güzel olsun veya olmasın, önemli olan o bölgeyi betonlaştırmış olmaları. Eğer bu betonlaşmaya “dur” denmezse, sonumuz çok daha kötü olacak ve yeşile hasret kalacağız, yağmura, kara hasret kalacağız.
Eğer yağmur yağıyorsa, eğer nefes alıyorsak bunun tek sebebi vardır o da yeşildir... Ormanlardaki, park ve bahçelerdeki ağaçlar, yol kenarlarındaki çiçekler, bitkiler, çimenlerdir ve ağaçlardır, bizleri canlı tutan nefes almamızı sağlayan yeşil doğadır. Bizler yeşili korumayıp yok ettiğimiz sürece yağan yağmura kara hasret kalacağız, ciğerlerimize çektiğimiz oksijenimizin kalitesi düşecek ve yavaş yavaş öleceğiz.
Karadeniz bölgemiz neden çok yağmurlu neden yoğun kar yağışlı, çünkü orada doğaya ellenmemiş durumda. Orada çevreye beton değil yeşil hakim. Bu yüzdendir o bölgeye yağmur ve karın çok yağması. Zaten bu doğanın bir kanunudur, yeşil olan yer yağmurla karla temiz oksijenle ödüllendirilir.
Ben demiyorum binalar olmasın gökdelenler olmasın, ben diyorum ki “her şey yerinde güzel, bulunduğum ilçede her yer beton zaten, kalan o üç yüz beş yüz metreye de kocaman beton yerler yapıp insanları o binalara sıkıştırmanın ne gereği var. Hiç kimse doğaya önem vermiyor. Yeşili önemsemiyor vahşi yaşamı hayvanları önemsemiyor.
Kıyamet denen sonu aslında biz getireceğiz doğayı katlederek…
Üstelik o gökdelenlerde yaşayacak insanlar başka yerlerden getirilip yerleşecekler. O gökdelenlerde tek bir dairenin fiyatı birkaç milyon lira değerlerle anılıyor. Yani bölgemiz çok değerlenecek ve o gökdelenlere de parası olanlar yerleşecek parası olanlar paralarını kat be kat artıracak. Biliyorum, çünkü bu hep böyle olmuştur. Ülkemizin neresinde güzel bir yer varsa ve maddi olarak çok değerli olacaksa, orası o dönem devlette hükümet olan kişiler tarafından el konulup değerinden düşük fiyata yandaşlara verilmiştir.
Ben “bu hükümet bunu yapıyor…” demiyorum, ben bunu öncekilerden yaşadığım tecrübeye dayanarak “böyle olmuştur böyle olacaktır…” diyorum. Biliyorum çünkü İstanbul’un en güzel yerleri bu hükümetin yandaşları ile dolmuş doldurulmuş durumda.
O gökdelenler ilçemizin görüntüsünü bozmuş durumdadırlar. Bir caminin görüntüne önem vermek veya vermemek siyasi gücün elinde. İşlerine geldin mi Müslüman olurlar, işlerine gelmezse olmazlar. Görüntü güzel olsun veya olmasın, önemli olan o bölgeyi betonlaştırmış olmaları. Eğer bu betonlaşmaya “dur” denmezse, sonumuz çok daha kötü olacak ve yeşile hasret kalacağız, yağmura, kara hasret kalacağız.
Eğer yağmur yağıyorsa, eğer nefes alıyorsak bunun tek sebebi vardır o da yeşildir... Ormanlardaki, park ve bahçelerdeki ağaçlar, yol kenarlarındaki çiçekler, bitkiler, çimenlerdir ve ağaçlardır, bizleri canlı tutan nefes almamızı sağlayan yeşil doğadır. Bizler yeşili korumayıp yok ettiğimiz sürece yağan yağmura kara hasret kalacağız, ciğerlerimize çektiğimiz oksijenimizin kalitesi düşecek ve yavaş yavaş öleceğiz.
Karadeniz bölgemiz neden çok yağmurlu neden yoğun kar yağışlı, çünkü orada doğaya ellenmemiş durumda. Orada çevreye beton değil yeşil hakim. Bu yüzdendir o bölgeye yağmur ve karın çok yağması. Zaten bu doğanın bir kanunudur, yeşil olan yer yağmurla karla temiz oksijenle ödüllendirilir.
Ben demiyorum binalar olmasın gökdelenler olmasın, ben diyorum ki “her şey yerinde güzel, bulunduğum ilçede her yer beton zaten, kalan o üç yüz beş yüz metreye de kocaman beton yerler yapıp insanları o binalara sıkıştırmanın ne gereği var. Hiç kimse doğaya önem vermiyor. Yeşili önemsemiyor vahşi yaşamı hayvanları önemsemiyor.
Kıyamet denen sonu aslında biz getireceğiz doğayı katlederek…
Üstelik o gökdelenlerde yaşayacak insanlar başka yerlerden getirilip yerleşecekler. O gökdelenlerde tek bir dairenin fiyatı birkaç milyon lira değerlerle anılıyor. Yani bölgemiz çok değerlenecek ve o gökdelenlere de parası olanlar yerleşecek parası olanlar paralarını kat be kat artıracak. Biliyorum, çünkü bu hep böyle olmuştur. Ülkemizin neresinde güzel bir yer varsa ve maddi olarak çok değerli olacaksa, orası o dönem devlette hükümet olan kişiler tarafından el konulup değerinden düşük fiyata yandaşlara verilmiştir.
Ben “bu hükümet bunu yapıyor…” demiyorum, ben bunu öncekilerden yaşadığım tecrübeye dayanarak “böyle olmuştur böyle olacaktır…” diyorum. Biliyorum çünkü İstanbul’un en güzel yerleri bu hükümetin yandaşları ile dolmuş doldurulmuş durumda.
Beykoz sırtları ve orada imara açılan bölgedeki villalar çiftlikler, boğaz çevresindeki bölgelerin imara açılmış olması ve oraların dolmuş doldurulmuş olması ve iş merkezi olan bölgeler civarındaki otobüs durakları gibi okullar gibi kamu binaları gibi yerlerin yıkılıp arazilerinin özelleştirilip satılması veya arazilerine ev işyeri yapılıp satılması.