Evden çıkar çıkmaz doğruca Marmaray’a gidip oradan Yenikapı istasyonuna geçtim, Yenikapı merkez bir istasyon olduğundan oradan istediğin yere gidebiliyorsun. Yenikapı’da doğruca Havaalanı metrosuna geçiş yaptım ve on dakika civarı bekleyerek gelen ilk trene bindim.
Havaalanı metrosuyla yaptığım yolculuk sonrası evden çıktıktan bir saat yirmi dakika sonra filan Şirinevler Ataköy metro istasyonundaydım. İstasyondan çıkış yapıp asansörle araç yoluna çıkma filan derken beni alıp Tofd’ye götürecek akülü tekerlekli sandalye taşıyan minibüse ulaşmam on beş dakikamı aldı.
Araca ulaştıktan ve asansörüyle içeride yerimi aldıktan sonra benlik bir iş kalmadığından minibüs içinde on dakika civarı dinlendim…
Minibüs bu sırada Tofd’nin bahçesine girip park ettikten sonra iş yine bana düştü ve asansörle araçtan indikten sonra başladım sağı solu incelemeye.
Tek katlı olan bina girişinde beni ilk önce göndere çekilmiş bir Türk bayrağı ve Tofd ambleminin olduğu kocaman bir tabelası karşıladı. İçeriye girmeden önce çevreme bir göz attığımdaysa her tarafın yeşille bezeli olduğu gördüm. Ağaçlar, bitkiler, çimenler, neredeyse her yer yeşildi.
Anadolu’da yeşil nedeniyle toprağı göremezsiniz, İstanbul’da gri nedeniyle toprağı göremezsiniz… Bundandır benim “insanoğlu kıyamet denen sonu, doğayı katlederek kendi getirecek” diyişim.
Tofd, bir top sahası büyüklüğünde bir alan içine konumlandırılmış tek katlı üç dört binadan oluşan bir yerleşke. Ben bugün sadece birini gezip görebildim. Eğer olursa çok yakın zamanda oraya gidip tekrardan bir gezinti daha yapacağım.
Birkaç dakika sonra içeriye girmeye kalktığımda, giriş kapısının genişliği gözüme çarptı, bunun yanında bina girişinin düzayak bir girişi var. İçeri girdiğimdeyse hemen solda sekreterlik odasını gördüm ve cam bölmenin arkasındaki herkes bana gülümsedi ve “hoş geldiniz” dedi.
Resmi bir karşılama değil, sanki yıllardır samimisiniz de her gün görüşüyormuşsunuz gibi.
Tofd'da ortam öyle sıcaktı ki; kimseden yardım destek almadan, olumsuz bakışlarla muhatap olmadan içeride gezinmeye başladım, çünkü ziyaretine gittiğim Nilay Taşçıoğlu meşguldü ve masasında yoktu. Dernek içinde herkeste bir koşuşturma bir meşgul olma durumu hakim, kimseyi boş göremiyorsun.
Yaklaşık beş dakika sonra Nilay’ı gördüm, hemen yanıma geldi “kusura bakma işim vardı” dedi ve ayaküstü bir iki dakika sohbet ettikten sonra beni bina içinde gezdirmeye ve arkadaşlarla tanıştırmaya başladı.
Nilay, beni gezdirip insanlarla tanıştırıyor, ama ben durumdan rahatsız oldum. Belli ki işi gücü var, “sağ olasın, bu kadar yeter, sen işine dönebilirsin, ben kendim gezer insanlarla tanışırım” dedim.
Tofd binası içinde neredeyse her odada bir büfe içinde derneğin aldığı plaketler şiltler ve taktir belgeleri vardı.
Ne zaman bir büfe içinde plaket, şilt ve taktir belgeleri gördüysem, içimden “görüntüde olan bu destek umarım yürekten de yapılıyordur” dedim.
Nilay yanımdan ayrılmadan önce, beni Semra Çetinkaya ve Ramazan Baş ile tanıştırdı…
Ramazan Baş Tofd’nin genel başkanı, Semra Çetinkaya ise genel başkan yardımcısı ve bugün her ikisiyle de tanışıp her ikisiyle de bolca sohbetim oldu.
Semra Çetinkaya ile sohbetimiz sırasında birçok defa ara vermek zorunda kaldık, çünkü imza konusunda, danışma konularında veya benim gibi gelen ziyaretçilerin onunla selamlaşması veyahut hal hatır sorması onun aşırı meşgul olmasına neden oluyor.
Semra hanım orada yetkili kişi, sürekli bir koşuşturması ve takipçiliği var…
Semra Çetinkaya’da bir tekerlekli sandalyeli, benim rahatsızlandığım yıllarda o da bir kaza sonucu omuriliğinden hasar almış ve yaşamını tekerlekli sandalyede sürdürmeye başlamış bir omurilik hasarlı.
Semra hanımdan; 1998 yılında çok zor şartlarda birkaç arkadaşın bir araya gelerek kurduğu bu derneğin, aradan geçen 19 yıla rağmen hala kendini geliştirerek büyümeye devam ettiğini öğrendim.
Ben bir omurilik hasarlı olmadığım halde, uzun yıllardır faaliyetlerini takip ettiğim bir dernektir, Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği.
Ama bu saatten sonra çok daha farklı şekilde bir desteğim olmaya başlayacak, çünkü bugün oraya gittiğimde, orada tanıştığım tüm gönüllülerden ve yönetimden aldığım enerji beni baya etkiledi.
Semra hanımdan hemen sonra dernek başkanı sayın Ramazan Baş’ı ziyaret ettim… Kendisini içerisinde hiçbir eşya bulunmayan bir oda içerisinde özel yatağında yatarken gördüm.
Yaklaşık yedi sekiz dakikalık kısa bir ziyaretim oldu ve hemen sonrasında odadan çıktım, çünkü Ramazan Baş'ın sanırım Akciğerlerinde bir sorun var, enfeksiyon kapmaması için odasında fazla eşya yoktu.
Özellikle odada toz tutabilecek veya toz yapabilecek perde gibi yatak gibi halı gibi kumaştan yapılmış eşya yoktu.
Bende 1996 yılında beyin kanaması geçirip ameliyat olduktan sonra eve taburcu olduğumda bu tür bir odada yaklaşık bir ay tutulmuştum.
Ramazan Baş sohbetimiz sırasında bir ara "bana insanların farkındalığını artırmak için projelerin neler var?" Dedi.
Aslında bir değil bir çok projem var, ama onları hayata geçirebilmek için büyük oynamak gerekli veya büyük düşünen birilerini bulmak gerekli.
Engelleri aşmak için öncelikli proje olarak; eğitime ilk başlayan çocuklara önem verilmeli, biz sağlığını kaybetmişler o küçücük beyinlere aşılamalı.
Bizlerin okulları ziyaret etmesi sağlanmalı, okul içine veya bahçesine bizleri tanıtan yazılar pankartlar resimler konulmalı, okul giriş ve çıkışında bizler gözükmeliyiz.
Benim şu anki nesilden bir beklentim yok; benim şu an okullarda eğitim gören çocukların çocuklarından bir beklentim var. Eğer şu an eğitime yeni başlamış dağarcığı boş olan küçücük bir beyne biz engelliler doğru şekilde anlatılırsak, büyüdüklerinde evlenip çocuk sahibi olduklarında eğitim verdikleri çocuklarından bir beklentim olur.
Şu an acele ile yarım yamalak veya üstün körü verilecek bir eğitim, anca bir kandırmaca olur ve kalıcı olmaz, gelecek nesillere aktarılmaz.
http://unal76.blogspot.com.tr/2016/02/farkndalga-ilkogretimden-baslamal.html
Orada Perşembe günleri rehabilite olan arkadaşım Teslime Toplacı'ya telefon edip Ofd'de olduğumu söyledim, bir tekerlekli sandalyeli olduğu halde hiç tereddüt etmeden hemen yanıma geldi. Eğer o gelmeseydi ben onun yanına koşarak giderdim, çünkü Teslime ile düşüncelerimiz, politikamız, fikrimiz veya felsefemiz aynı.
Birçok engelli arkadaşım gibi Teslime de annesinin refakati ile yaşamını zar zor sürdürebiliyor.
Bugün orada geçirdiğim beş saat çok anlamlıydı ve bana çok şey kattı, üstlenmiş olduğum aktivistlik görevimde bana yalnız olmadığımı hissettirdiler.
Tofd’de de hemen hemen tüm imkanlar biz tekerlekli sandalyeliler düşünülerek yapılmış… Binanın giriş çıkışlarında, odaların giriş çıkışlarında, kütüphanesinde, yemekhanesinde, kuaföründe, konfeksiyonunda, tuvaletinde, bahçe düzeninde ve hatta oyun parkında bile her şey engelliler düşünülerek yapılış.
Buranın tek olumsuz yanı havaalanına yakın olması, hemen beş altı kilometre ötede Yeşilköy Atatürk hava limanı var. Bugün oradayken bir ara havaalanından kalkış yapan sekiz dokuz uçak oldu ve o kadar çok ses yaptılar ki, hemen yarım metre yanımda olan sohbet ettiğim arkadaşım Kadir ile birbirimizi duyamadık.
Saat 17:30 civarı toparlanmaya başladım, çünkü saat 18:00’de tekerlekli sandalye taşıyan araçları yola çıkacaktı. Dolu dolu harika bir gün geçirmiş olmanın verdiği bir yorgunlukla saatin 18:00 olmasını beklerken bahçeye çıkıp hem hava almaya başladım hem de cep telefonumla resimler videolar çekmeye başladım.
Tofd’un bulunduğu bölgeden görünen uzaklığın haddini hesabını yapamıyorsun… Ben oraya giderken hava çok çok güzeldi, ama hava saat 17:30 civarı bir anda kapandı, bulutlar yoğunlaşıp ortalık kararmaya başladı.
Uzaklardaki bulutlardan düşen yıldırımlar çakan şimşekler o kadar ürkütücü olmaya başladı ki, endişelenmeye başladım.
Saat 18:00 olmasına birkaç dakika kala öyle bir yıldırım düştü ki
ve hemen arkasından öyle bir gök gürültüsü oldu ki, işte her şey o yıldırımla ve o gök gürültüsü ile başladı.
Ben hemen kendimi Tofd binası içine attım, tam o sırada da evlere gidecek servis yola çıkacak olduğundan üç tekerlekli sandalyeli ve üç diğer arkadaşla servis aracına sığındık çünkü bir an önce yola çıkmayı düşündük.
Biz tekerlekli sandalyeli engellileri evlerimize bırakacak olan servis aracına bindiğim an her şey daha da kötü oldu, hava birden karardı, her taraf toz duman oldu göz gözü görmedi ve arka arkaya şimşekler çaktı yıldırımlar düşmeye başladı. Sonra sert bir rüzgar ortalığı karıştırdı, bir dakika sonrada bir toz bulutu geldi ve her yeri kapladığı için göz gözü görmedi.
Siyah bulutlar aniden çöktüğünden ortalık bir anda zifiri karanlık oldu, ceviz büyüklüğünde dolu yağışı başladı ve beş dakika boyunca hiç ara vermeden yağdı. Yaklaşık beş dakika civarı olduğumuz yerden kımıldayamadık. Yola çıktığımızda gördük ki, ağaçlar köklerinden sökülmüş sere serpe toprakta yatıyordu, çatılar uçmuş araç yolu üzerindeydi.
İstanbul'un orta yerinde, havaalanının hemen yanı başında Ataköy'de resmen bir tufan oldu.
Yaşım 41 ve ben bu yaşıma kadar böyle bir hava şartı görmedim… Saat 18:00 ve havanın kararmasına daha iki saatten fazla var, ama her yer simsiyahtı ve yaklaşık beş dakika boyunca o dolu yağışı hiç ara vermeden sürdü.
Arka arkaya yaşanan bu ekstrem hava olayları iklim değişikliğinin başlangıcı sanki... İyi ki tekerlekli sandalye taşıyan araç içindeydim. #yağmur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder