29 Haziran 2017 Perşembe

Köyde yaşam...

28.06.2017 
İnsanlar beş gün izne çıktılar köye gelip mevlitlerini bayramlarını kutladılar, yemeklerini gezmelerini yapıp İstanbul’a Ankara’ya İzmir'e geri döndüler… Köyde kimse kalmadı neredeyse herkes evine döndü.

Biz ise geleli neredeyse yirmi gün oldu. Bu sefer ki gelişimde fazla sıkılmadım, çünkü yanımda hem bilgisayarım vardı, hem de akıllı cep telefonumun video çekme özelliği ile uğraşıp durdum.

Tekrar söylüyorum, isterlerse bin defa daha söylerim; bir tekerlekli sandalyeli olarak benim köy ortamında bir gün bile geçirmem işkence, sosyalleşeceğim alan yok, iki laf konuşacağım insan yok, keşfedeceğim yerler sınırlı, ilaç gibi egzersiz gibi tedavilerim aksıyor, kişisel bakımımı yapmam çok zor. Bizim köyümüzde telefon internet bile çekmiyor. 

Akşam yemeği sonrası saat 23:00’e yaklaşırken balkonda oturmuş köyü seyrederken, daha iki üç gün önce köye gelmiş ve yarın İstanbul’a dönecek olan biri bana: "İstanbul'a gitmem lazım gelinim hamile ve bir sürü işim var" dedi ve sohbetin kapısını araladı. 

O öyle deyince bende “ben geleli neredeyse yirmi gün oldu, sıkıldım, artık İstanbul’a gitmek istiyorum” dedim, o da bana "sen yaz aylarında köyde kalsana, ne işin var İstanbul'da, sıcakta kalabalıkta" dedi. 

Benim yaşamım hakkında benim kararlarım hakkında yorum yapıyor. İnsanımızdaki can bendeki patlıcan... Sanki. 

Kararlarına saygılı olmamı beklerler, ama benim kararlarıma saygılı olmazlar. 

Son beş gün içinde bayram nedeniyle köye gelen herkes geri döndü, ama ben hala köydeyim. Yani, ne gereği var; günlerce haftalarca aylarca burada durmaya. Bu gidişle bu köyden daha da nefret edeceğim.

İşte insanların bana karşı duyarsızlıklarından biri de bu, onları aramama sebeplerimden biri de bu, onlardan uzaklaşma nedenlerimden biri bu. 

İnsanımız sadece kendini düşünüyor ve benciller... İnsanımızda empati sıfırın da altında. 

İnsanlar neden anlamıyor: "köy yaşamı bana uygun değil, istemiyorum... Ben bir tekerlekli sandalyeliyim ve bu köy bana uygun değil. Bitti.

Köyün insanının tavırları saçma, çünkü birçoğu burada körelmiş ve televizyonda saçmalık izleye izleye başkasının hayatıyla ilgilenir olmuşlar. 

Sanki köyümüzdeki olanaklar yerinde bir ben yanlışım... 

Köyün yerlisi bile artık köyden bıkmış durumda. Bizim köyümüze "köy" demeye bin şahit lazım çünkü. Köyün tarlasında hiç ekin yok, ağacında hiç meyve yok, bitkisinde hiç sebze yok, sokaklarında tezek yok çünkü köyümüzde hayvan yok hayvan. 

Köylere veya köylüye destek yok artık... Her şey ithal her şey yapay her şey sanayileşti artık.  

Bunun yanı sıra köyümüzün mimarisi tekerlekli sandalyem için uygun değil, sokağa çıkamıyorum… Yollar yamuk yumuk ve daracıklar, her an bir kaza yapabilirim... Tekerlekli sandalyem dağda taşta ilerlemez, köyün en güzel yerlerine girip çıkmaz... Köyümüzde sohbet edecek kimsenin olmaması sorun, sosyalleşecek bir yerin olmaması benim için sorun… Cep telefonum çekmiyor, internetimi kullanmak için bin takla atıyorum.  

Korkarım ki; yakın zamanda bu köy ortamı zamanla beni de köreltip beni de duyarsız umursamaz düşüncesiz yapacak.

18 Haziran 2017 Pazar

Havanın kalitesi...


Köyde bizimle beraber kardeşlerimin ortak kullanmakta olduğu arabada duruyor... Ortanca kardeşim bizi köye bıraktıktan sonra arabayla değil İstanbul’a otobüsle dönüş yaptı.

Giderken de oğluna; iki günde bir arabanın motorunu beş dakika kadar çalıştır ki motoru hareketsiz kalmasın dedi. Yeğenim de onun bu tenkitini her iki günde bir yaptı. Bugün köye geleli sekiz gün oldu, şu an saat 10:20 ve ben balkondayım, yeğenimde arabayı çalıştırmaya gitti. Araba bana dört beş metre mesafede ve yeğenim arabayı beş dakika kadar çalıştırdı.

Köyün doğasına bir hafta içinde o kadar uyum sağlamışım ki; araç çalıştığından bu yana içime çektiğim her nefes beni boğmaya başladı. Arabadan çıkan egzoz gazı bana o kadar boğucu geldi ki, nefes almakta zorlandığımı fark ettim ve hemen ev içine girdim.

Meğersem İstanbul o kadar çok egzoz gazına, betona ve sanayileşmeye teslim olmuş ki; egzoz dumanı, baca dumanı, fabrika atıkları ve insanların atıkları doğayı öyle bir bozmuş ki, artık Anadolu’da köye kasabaya kısa süreliğine gelsen bile biyolojinin ne kadar etkilendiğini hemen anlayabiliyorsun.

Ben her köye her gelişimde hatırımı soranlara “buraya ne zaman gelsem Oksijenden boğulacak gibi oluyorum. 

16 Haziran 2017 Cuma

Kaya tuzu ve Eşit yaşam hakkı...

Sabah saat 09:00 civarı köye “Kaya tuzu, yemek tuzu, turşu için tuz, salça için tuz ve sağlığınız için Kaya tuzu” diye anons yapan kırmızı Otosan marka bir kamyonet geldi. Memlekete gelirken aklımda olan Kaya tuzu, ben bir yerlere gidip almadan ayağıma kadar geldi.

Bende yataktan kalkıp balkona gittim, aracın köyü dolaşıp tekrardan evin önünden geçmesini bekledim ve aracı balkon önünde durdurup satıcıdan üç paket yemek tuzu aldım, iki tanede üç kilo civarı ağırlıkta olan kocaman tek parça halinde kaya tuzu aldım.

Kaya tuzu sağlık için çok değerli bir maden ve bu maden sadece Çankırı’nın bulunduğu bölgede bulunmakta. Özellikle Akciğer ve Astım hastalarının sağlığına bir an önce kavuşması için tamamlayıcı bir maden.

Aslında Çankırı’nın Ilgaz dağındaki kayak merkezleri ile ünlenmeye çalışması yerine, Kaya tuzuna önem vermesi Çankırı’nın turizm bakımından ünlenmesine daha çok yararlı olur.

Bu beş parçalık alışveriş için satıcıya 20.- TL verdim, aslında aldıklarım 30.- TL civarı tutuyordu, ama satıcı benden 20.-TL aldı. Benden üç beş yaş büyük olan satıcı “Ağabey Allah razı olsun sen şifasını gör, siftahı seninle yaptım, İnşallah bereketli olurda bugün satış yaparım” dedi.

Satıcının yanımda bir hanım vardı, sanırım satıcının eşiydi ve beraber satış yapıyorlardı... Ne güzel eşiyle beraber ortak iş yapıyor… Onların ki zor bir yaşam olsa gerek, bu durumdan her iki tarafında şikayetçi olduğunu sanmıyorum.

Çünkü Anadolu’da bu türden ilişkiler görmek mümkün değil... Sadece Anadolu’da değil ülkenin genelinde mümkün değil.

Ülkemizin neredeyse tamamında kadınların yaşamı çok zordur, doğduktan sonra ve çocukluk döneminde hizmet etmeye alıştırılırlar. Kadın nüfusumuzun çoğunluğu okutulmuyor, ekonomik özgürlüklerini kazanmaları engelleniyor ve ömürleri boyunca babaya ağabeye kocaya çocuğa hizmetle geçiyor.

Her zaman kadının boyun eğmesi bekleniyor, her zaman “evet” demesi bekleniyor, kadınlara karşı hiçbir zaman eşit bir tavır gösterilmiyor.

Aslında bu sorun tüm dünyanın genelinde olan bir sorun, ama ülkemizde bu sorun neredeyse toplumun tamamının bir sorunu. 

Hemen her ailede kızlar veya anneler hizmetçi olarak kullanılıp onlara gerekli yardım erkekler tarafından yapılmıyor.

Ülkedeki herhangi bir aileye bakın bunu göreceksiniz, babanın kocanın oğlunun damadının peşinde koşan anneler ablalar kız kardeşler gelinler göreceksiniz.

Son yıllarda gerçekleşen o kadar çok kadın cinayeti var ki, bana göre bu cinayetlerin başlıca sebebi bu, yani kadın ve kızların erkeklerin ihtiyaç ve isteklerini karşılayamaması.

Çocuklar, aileleri tarafından; erkek çocuk hizmet edilecek kişi, kız çocuksa hizmet eden olarak yetiştiriliyor.

Aslında insanımız işini kendi görecek şekilde yetiştirilse sorun yok, özellikle erkeklerimiz işlerini başkası yapacak şekilde alıştırılıyor ve bunu ömür boyu kadın cinsinden bekliyor.

Ben, kişinin işini kendisi göremeyecek kadar yaşlı, işini kendi göremeyecek kadar çocuk veya işini kendi göremeyecek kadar engeli olmadığı sürece kimseye hizmet edilmemesi taraftarıyım.

Benim gibi bir engelli olup, hatta sağlık bakımından benden daha iyi durumda olduğu halde yapabileceği bir işi anne babasına kardeşine karısına bakıcısına yaptıran birçok engelli arkadaşım var. 

Ben sol tarafı felç kendini idare edemeyen bir engelli olarak, kendim yapabileceğim bir işi başkasına kesinlikle yaptırmam ve hiçbir zaman bu duruşumdan vazgeçmeyi düşünmüyorum.  

15 Haziran 2017 Perşembe

Trump, Katar için Arap yarımadasında...

Geçen hafta sonunda Katar ile sınır komşuları arasında bir sürtüşme çıktı, bu sorunun ben bilerek çıkartıldığını düşünüyorum ve özellikle bunun Amerika tarafından yapılmış bir komplo olduğunu düşünmekteyim.

İlk önce Katar’a teröre destek verdiği için komşu ülkeleri tarafından ambargo konuldu, sonra da Amerika Birleşik Devletleri Katar ile 12 milyar Dolarlık F16 uçağı anlaşması yaptı.

Birkaç hafta önce çiçeği burnunda olan Amerika Birleşik Devletleri başkanı Trump bölgedeki Arap ülkelerini ziyaret edip, toplantılarda ve gezilerde bir araya geldi. Bu görüşmelerden yaklaşık bir hafta sonra Katar’a komşu olan tüm ülkeler Katar’a çok büyük bir ambargo başlattılar ve Katar ile tüm ilişkilerini kesip, Katar’ın kara, deniz, hava yolu bağlantılarını kestiler.

Katar petrol zengini bir ülke olsa da, vatandaşının başta yiyecek içecek olmak üzere birçok ihtiyacı karşılamak için dışarıya bağımlı bir ülke, parasını veriyor ve her türlü ihtiyacını yurt dışından karşılıyor.
Sanırım bir süre sonra bizim ülkemizde Katar gibi dışarıya bağımlı hale gelecek, ithal ürüne bağlı bir ülke olacak. Eskiden üretimini yaptığımız birçok ürünü artık yurt dışından ithal ediyoruz.

Belki yanlış olabilirim, ama bu Katar krizi bana 2003 yılını Irak’a düzenlenen harekatı hatırlattı… 2003 yılında Saddam Hüseyin’in başında olduğu Irak’a da “kimyasal silah üretiyor” denilerek büyük bir harekat yapılmıştı ve bu Saddam Hüseyin’in idamına ve Irak’ın toprak bütünlüğü bozulana kadar savaş hali sonlanmamıştı.
Geçen hafta sonunda Katar ile sınır komşuları arasında bir sürtüşme çıktı, bu sorunun ben bilerek çıkartıldığını düşünüyorum ve özellikle bunun Amerika tarafından yapılmış bir komplo olduğunu düşünmekteyim.

İlk önce Katar’a teröre destek verdiği için komşu ülkeleri tarafından ambargo konuldu, sonra da Amerika Birleşik Devletleri Katar ile 12 milyar Dolarlık F16 uçağı anlaşması yaptı.

Birkaç hafta önce çiçeği burnunda olan Amerika Birleşik Devletleri başkanı Trump bölgedeki Arap ülkelerini ziyaret edip, toplantılarda ve gezilerde bir araya geldi. Bu görüşmelerden yaklaşık bir hafta sonra Katar’a komşu olan tüm ülkeler Katar’a çok büyük bir ambargo başlattılar ve Katar ile tüm ilişkilerini kesip, Katar’ın kara, deniz, hava yolu bağlantılarını kestiler.

Katar petrol zengini bir ülke olsa da, vatandaşının başta yiyecek içecek olmak üzere birçok ihtiyacı karşılamak için dışarıya bağımlı bir ülke, parasını veriyor ve her türlü ihtiyacını yurt dışından karşılıyor.
Sanırım bir süre sonra bizim ülkemizde Katar gibi dışarıya bağımlı hale gelecek, ithal ürüne bağlı bir ülke olacak. Eskiden üretimini yaptığımız birçok ürünü artık yurt dışından ithal ediyoruz.

Belki yanlış olabilirim, ama bu Katar krizi bana 2003 yılını Irak’a düzenlenen harekatı hatırlattı… 2003 yılında Saddam Hüseyin’in başında olduğu Irak’a da “kimyasal silah üretiyor” denilerek büyük bir harekat yapılmıştı ve bu Saddam Hüseyin’in idamına ve Irak’ın toprak bütünlüğü bozulana kadar savaş hali sonlanmamıştı.

#Trump Baktı silah sektörünün karnı aç, hemen gitti Arap ülkelerine Katar'a ambargo kararı çıkarttırdı ve sonra kalktı Katar'a savaş uçağı antlaşması yaptırdı. 

2 Haziran 2017 Cuma

Muhtarlıkta...


Dün saat 14:30 civarı muhtarlığımızın kapısı önünde bekliyorum… İçeriye girmeme/ girememe nedenimse; muhtarlığı hizmet vermesi için küçücük bir binaya hapis etmiş olmaları, yapının bir oda büyüklüğünde olmasının yanı sıra daracık bir kapısı var ve ön tarafında kaldırım denen bir şeyin olmaması.

Muhtarlıkta olma sebebimse; tekerlekli sandalyemde oluşan sorunlarım için İstanbul büyükşehir belediyesinin tamirat desteği veriyor olması. Bu tamir işlemi içinse muhtarlıktan bir belge almam gerekli bu yüzden oradayım.

Tekerlekli sandalye kullanan bir ağabey var, Nafi Ketenci… Nafi ağabey geçtiğimiz günlerde bana; Abdullah güzel kardeşim tekerlekli sandalyenin aküsü için veya tamiratı için sağa sola para vermene gerek yok ki, İstanbul büyükşehir belediyesinin biz engelliler için bir hizmeti de bizim kullandığımız cihazların tamirat işini ücretsiz yapıyor olması. Sen git muhtarına; tekerlekli sandalyem için İstanbul büyükşehir belediyesinden tamirat hizmeti alacağını ve bunun için sizden kağıt alman gerektiğini söyle, o hemen sana o beşgeyi çıkartır. Daha sonraysa o belgeyle İstanbul büyükşehir belediyesinden bir birime başvur onlar evden tekerlekli sandalyeni alıp tamiratını yapıp sana geri veriyorlar, dedi.

Muhtarlık kapısı önünde belgemin bana teslim edilmesini beklerken çok talihsiz bir olay yaşadım... Hemen bir iki metre önümde kaldırımda 4 yaşında filan olan bir erkek çocuğu oynuyordu, hopluyor zıplıyor çömeliyor koşuyor, ara ara da sağa sola gidip gelip uzaklaşıyordu.

Çocuk bana her baktığında ona gülümsüyor aramızı yumuşatmaya, ona şirin gözükmeye çalışıyorum… Çocuğun benden çekinmemesini benden ürkmemesini benden korkmamasını sağlamaya çalışıyorum. Sonuçta sokakta sandalyede oturan bir adamım, görüntümden sesimden çekinebilir.

Tam ben bunu yapmaya çalışırken bir talihsizlik yaşadım… Bir çocuğu daha kazandım diye düşünürken, annesi muhtarlık kapısından çıktı ve çocuğa "uzaklaşma buradan yoksa ağabey seni alır gider" dedi.

Daha yirmili yaşların ortasında olan insan kılıklı bu kadın, içinde bastırdığı saçmalığı çocuğuna aşılıyor.

Ben bu toplumda biz engellilere karşı bir iyileşme olsun diye uğraşırken çocuğun annesi muhtarlık binasından çıktı ve bir anda her şeyi mahvetti.

Sanıyorum ki; bu ebeveynler varken, ben veya biz bir farkındalık oluşturamayacağız.

İnsanımız biz engellilere karşı umursamazdır, önyargılıdır, yabanidir, duyarsızdır ve hatta bizleri bir canlı olarak bile kabullenemez durumda. 

1 Haziran 2017 Perşembe

Apextıp tıp merkezi, Zeynel amcayı ziyaretim...

Dün saat 13:00 civarı evden çıkıp Marmaray’ı ve Hacıosman metrosunu kullanarak Şişli Mecidiyeköy istasyonuna  gittim… Şişli'de Apextıp merkezinde sağlığına kavuşmak için tedavi gören Zeynel amcaya yarım saatlik bir ziyaretim oldu.

Marmaray ve metroyu kullanarak Şişli Mecidiyeköy metro istasyonuna ulaşmam yarım saatimi filan aldı, ama Şişli Mecidiyeköy metro istasyonundan hemen bir kilometre mesafede bulunan Abideyi Hürriyet caddesine Apextıp tıp merkezi kapısı önüne gidebilmem yarım saatten fazla sürdü.

Şişli Mecidiyeköy metro istasyonu Cevahir alışveriş merkezinin altında, istasyonu özellikle oraya kurmuşlar ki, hem Şişli ile Mecidiyeköy’ün tam ortasında hem de alışveriş yapmak isteyenler için Cevahir alışveriş merkezine kolayca ulaşım olsun.

Şişli Mecidiyeköy bölgesi de bir tekerlekli sandalyeli için sorunlu zorlu bir yer, sokakları çok dar ve kaldırımlarında ne rampa düzeni var ne de ilerlenebilecek bir genişliği var. Son derece nezih son derece oturaklı bir yer, ama o bölge biz sağlığı yerinde olmayan engellilerin sokağa çıkmama/ çıkamama nedeni olan ilçeler arasındalar.

Biraz daha dikkatli olarak biraz daha yoğunlaşarak Apextıp merkezi binasına ulaştım, adresi bir kaç defa esnafa sorarak ve akıllı telefonumdan az biraz yardım alarak çabucak buldum.
Sağlık merkezi kapısı önüne gelip içeriye kafamı uzattığımda Zeynel amcanın kızı Nurhan abla hemen iki üç metre ileride koltukta oturuyordu. Nurhan abla beni görünce şaşırdı, çünkü bölgenin zorlu sorunlu ve uzak olduğunu bildiği için hastaneye ziyarete gelmemi istemiyordu “gerek yok, biz sana uğrayacağız” diyordu.

Ben hemen Nurhan ablanın yanına gittim ve onunla sohbetimiz sırasında ise yanımıza Zeynel amca geldi. Son bir kaç yıldır kendisini bastonla idare eden Zeynel amca gördüğü tedavi sonrasında şimdi koridorda kendi başına bize doğru geliyordu.

Geldi, koltuğa hemen karşıma oturdu ve hemen sohbet etmeye başladık... Yaşının 81 oluşuna rağmen son derece sağlıklı görünse de onu tanıdığım 2002 yılındaki halinden biraz farklıydı.

Sonuçta artık yaşı 81, yaşamın getirdiği bir yorgunluğu da var, ama hala yaşamın ona getirdiği zorluk ve sorunlara karşı direniyor. Onun sağlığından ve yazılarından ve kitaplarından konuştuk, benim sağlığımdan yazdıklarımdan ve yaptıklarımdan konuştuk.

Bir ara konumuz; tedavi merkezine kadar gelmemdi, Zeynel amca “buraya kadar gelmemin gereksiz olduğunu ben sana uğrayacaktım” dedi, ben “olur mu amca ben ne zorlu sorunlu yerlere gidip geliyorum, buraya gelip gitmek benim için çocuk oyuncağı inan ki burada olduğum için çok mutluyum” dedim.

Farkında değil, ama Zeynel Kozanoğlu’nun benim hayatımdaki yeri çok çok farklı, o benim için çok önemli, onun yeri asla doldurulamaz ve hiçbir zaman unutulmaz.

Zeynel amca odama kapanmış hayata küsmüş olduğum bir dönemde Danimarka Kopenhag’dan elimi tutmuş bulunduğum çukurdan çekip çıkarmış birisidir. Benimle konuşmuş, beni önemsemiş, beni ve yaşamakta olduğum yaşamı ilk sorgulayan kişi olmuştur.

İçimde derinlerde saklı olan cevheri çıkartmam konusunda başrol oynamıştır, benim yazma kabiliyetimi ortaya çıkarmış ve kitap yazmamızı sağlamıştır. Nasıl bir yol izlemem gerektiğini, doğrunun ne olduğunu ve nasıl bir yoldan gitmem gerektiğini hep o söylemiştir.

Son dört beş yıldır onun sağlık sorunları nedeniyle aramız biraz açılsa da, onun açtığı yolda ben ilerlediğimi hiçbir zaman unutmam veya hep aklımdadır.