Bugün öğleden sonra Marmara Forum alışveriş merkezine ve spor malzemesi almak için Dekatlon mağazasına gittim, Özkan ve Faruk benimle beraber geldi. Alışveriş merkezine giderken geçmekte olduğum rampalı ve merdivenli üst geçitten geçerken ufak bir kaza geçirdim.
Ben her zaman yaptığım gibi rampalı geçişten giderken bolca sağlıklı insanla karşılaşırım. Sağlıklı olan bu insanlar merdiveni kullanmaktansa rampayı kullanmayı tercih eder, yürüyen merdiven veya basamaklı merdiven varken asansörü kullananlar gibi. Sağlıklı bir insanın merdiveni kullanmak varken, rampalı geçişi neden kullanır anlamış değilim, sanırım rampa kullanmak insanımıza haz veriyor.
Üst geçitlerde rampalı geçişler çok dardır, anca tekerlekli sandalyemin genişliği kadar yapılırlar, doğru olanı da budur aslında. Asıl unutulan noktaysa burası Türkiye, Türk insanı görgüsüzdür.
Bugün yine rampadan geçiş yaparken, rampa üzerinde bolca sağlıklı insanla karşılaştım ve yol veren hep ben oldum. İnsanımızda sevgi saygı bilinç bilgi eğitim hiç yok, tekerlekli sandalyemle onlara yol vereyim derken, hem sandalyeme zarar verdim hem sol ayağımın serçe parmağına. Merdivenli yol var, o yol varken bana ve ihtiyacı olanlara ayrılmış olan rampalı yolu kullanıp bizleri niye zora sokarlar, anlamış değilim. Birde bu yanlış tavır umurlarında olmuyor, kadını erkeği pişkince sırıtıp yol verdiğim için gülümsüyorlar.
Onlara zarar gelmesin diye ben tekerlekli sandalyemi rampanın kenarına kadar yanaştırıyorum ve zararı hep ben görüyorum. Rampanın korkuluk bölümü kenara çaptığımda olan bana oluyor, ya sandalyeme zarar geliyor ya da bana.
Alışveriş merkezine giderken bu sorunla hep karşılaşırım, ama şu ana kadar büyük bir sorun yaşamamıştım hiç, ama bugün alışveriş merkezinden geri dönerken korkuluk demirine aşırı yaklaştığım için hem tekerlekli sandalyemi korkuluğa sıkıştırdım hem de sol ayağımın serçe parmağını korkuluk demirine sıkıştırdım. O an sıcaklığıyla anlamadım, ama şu an parmağım fena acıyor. Benim tekerlekli sandalyemle yol verdiğim gençlerse beni geçip gittikten sonra arkalarına bile bakmadı sanırım, çünkü tekerlekli sandalyemi ne yaptıysam çarptığım o korkuluktan çıkartamadım. Biraz bekleyince rampada yürüyen bir başka sağlıklı kişiyi gördüm ve ondan yardım isteyip “tekerlekli sandalyem kenara sıkıştı, sandalyemi az bir şey yerinden oynatırsanız gerisini hallederim” dedim ve oradan kurtuldum.
Bu sağlıklı arkadaş hem sandalyemi oradan kurtardı hem de bana söyleniyor “sen nasıl becerdin bunu, kenara fazla yaklaşmışın” dedi, “bir sağlıklı olarak neden bu rampayı kullanıyorum” demiyor da, suçlu olarak beni ilan edip kendini rahatlatıyor. “Bu rampada beni bu hale düşüren senin gibi sağlıklılar” diyecektim, ama karşımdakinin kim olduğunu bilmediğim için sustum.
4 nisan 1976 İstanbul doğumluyum, yaşamımı halen İstanbul'da sürdürmekteyim. Yirmi yaşında Anevrizma'dan dolayı beyin kanaması geçirdim, yarım saat içinde bir acil servis doktorunun karşısında olmama rağmen ilgisizlik nedeniyle yaşamımı tekerlekli sandalyede sürdürmekteyim. Zorlukların üzerine giderek çözüme ulaşan bir kişiyim ve sağlığını kaybetmiş engelli bireyler için farkındalık yaratmaya çalışan bir aktivistim. "Biz engelli değiliz biz engelleniyoruz"
23 Eylül 2013 Pazartesi
22 Eylül 2013 Pazar
CE damgası
Okulların açılmasıyla birlikte kırtasiye dükkanları adım atılamaz hale geldi…
Dün akşam bir haber bülteninde “okulların açılmasıyla kırtasiye malzemelerinde uygunsuz ürün satışları çoğalmaya başladı” dedi.
Ürünün Türkiye pazarına girmesine izin ver, hem esnafı mağdur et hem okuyan öğrenciyi.
Dün akşam bir haber bülteninde “okulların açılmasıyla kırtasiye malzemelerinde uygunsuz ürün satışları çoğalmaya başladı” dedi.
Özellikle Çin’den gelen ürünlerde dikkatli olunması gerektiğini söylediler ve ürünlerin sahte olup olmadığını anlamanın tek yönteminin CE damgalı olup olmadığına dikkat edilmesi gerektiğini söylediler. Saçma, çünkü Çin’den gelen uygunsuz ürünlerin ülkeye sokulup satışa sunulması konusunda anne babaların önlem alması diye bir şey olamaz ve ayrıca CE damgasının kopyalanıp ürünlere basılması çok basit.
Kalemin silginin defterin çantanın sahtesini üreten Çin, ürününü Türkiye’ye sokup kırtasiyeye kadar sokabiliyorsa, burada önlemi alması gereken asıl kişi anne baba değil devletin kendisi olması gerektiğini düşünüyorum.
Kalemin silginin defterin çantanın sahtesini üreten Çin, ürününü Türkiye’ye sokup kırtasiyeye kadar sokabiliyorsa, burada önlemi alması gereken asıl kişi anne baba değil devletin kendisi olması gerektiğini düşünüyorum.
Ürünün Türkiye pazarına girmesine izin ver, hem esnafı mağdur et hem okuyan öğrenciyi.
Etiketler:
3 aralık dünya engelliler günü,
ab standartı,
Abdullah ünal,
avrupa birliği standartı,
beyin kanaması,
ce,
ce damgası,
çin ithal,
kırtasiye ürünü,
sahte ürün,
unal76
20 Eylül 2013 Cuma
Demekki oluyormuş...
Sağlık ocağımız girişinde yıllardır, dar ve eğimi dik olan bir rampa vardı…
Bu yüzden ben ve bebek arabalılar bu rampayı kullanıp sağlık ocağı içine giremiyorduk. Daha doğrusu bebek arabalılar içeri zorla giriyordu, bense tekerlekli sandalyemle hiç giremiyordum. Bu pis rampa üzerinde bir çalışma yapılarak genişletildi, eğimi düzeltildi ve çevresine korkuluk konuldu.
Bu çalışma birkaç ay önce yapılmış olsa da ben bugün o rampayı yeni fark etmiş gibi davranıp resimledim videosunu çektim. Bunun nedeniyse sağlık ocağına gitme ihtiyacım bugün doğdu.
Yapılan bu yeni rampa; çok güzel, düşünülerek yapılmış, bebek arabalılara, tekerlekli sandalyelilere, ortopedik sorunu olanlara, yaşlılara ve bebeklere uygun.
Ama ama ama biz Türkler bir yeri yaparken bir yeri mahvetmeyi iyi biliriz…
Yeni yapılmış olan bu güzel rampaya ulaşmak bir dert, çünkü rampanın bulunduğu kaldırıma çıktığınızda önünüze iki adet plastik duba geliyor, bu dubaların konulma sebebi kaldırıma araç parkını yapılmamasını sağlamak. Dubaları aşıp, rampaya ulaşmak ve sağlık ocağına giriş yapmak mümkün değil, çünkü dubalar kaldırımın tam ortasında, sağından veya solundan geçmek olanaksız.
Bu dubaları kaldırıma koymak yerine araç yolu kenarına koymak daha mantıklı değil mi? Bu işi yapan mühendisin hiç aklına gelmedi mi; bu rampaya nasıl ulaşılacağı, bu dubaları kaldırımın uç tarafına koysam da boşluk tarafından geçiş yapılsa, bu dubaları araç yolu kenarına koysak nasıl olur acaba diye.
Bilgi bilinç farkındalık için, sanırım ilk önce beyin gerekli… Boş olan kafaları doldurmaya çalışmak saçma.
Bu yüzden ben ve bebek arabalılar bu rampayı kullanıp sağlık ocağı içine giremiyorduk. Daha doğrusu bebek arabalılar içeri zorla giriyordu, bense tekerlekli sandalyemle hiç giremiyordum. Bu pis rampa üzerinde bir çalışma yapılarak genişletildi, eğimi düzeltildi ve çevresine korkuluk konuldu.
Bu çalışma birkaç ay önce yapılmış olsa da ben bugün o rampayı yeni fark etmiş gibi davranıp resimledim videosunu çektim. Bunun nedeniyse sağlık ocağına gitme ihtiyacım bugün doğdu.
Yapılan bu yeni rampa; çok güzel, düşünülerek yapılmış, bebek arabalılara, tekerlekli sandalyelilere, ortopedik sorunu olanlara, yaşlılara ve bebeklere uygun.
Ama ama ama biz Türkler bir yeri yaparken bir yeri mahvetmeyi iyi biliriz…
Yeni yapılmış olan bu güzel rampaya ulaşmak bir dert, çünkü rampanın bulunduğu kaldırıma çıktığınızda önünüze iki adet plastik duba geliyor, bu dubaların konulma sebebi kaldırıma araç parkını yapılmamasını sağlamak. Dubaları aşıp, rampaya ulaşmak ve sağlık ocağına giriş yapmak mümkün değil, çünkü dubalar kaldırımın tam ortasında, sağından veya solundan geçmek olanaksız.
Bu dubaları kaldırıma koymak yerine araç yolu kenarına koymak daha mantıklı değil mi? Bu işi yapan mühendisin hiç aklına gelmedi mi; bu rampaya nasıl ulaşılacağı, bu dubaları kaldırımın uç tarafına koysam da boşluk tarafından geçiş yapılsa, bu dubaları araç yolu kenarına koysak nasıl olur acaba diye.
Bilgi bilinç farkındalık için, sanırım ilk önce beyin gerekli… Boş olan kafaları doldurmaya çalışmak saçma.
Etiketler:
Abdullah ünal,
bilgi bilinç farkındalık,
Biraz daha ışık,
eğimi dik ve dar rampa,
engelli,
sağlık kuruluşu,
sağlık ocağı,
tekerlekli sandalyeli engelli,
telsiz mahallesi,
unal76
17 Eylül 2013 Salı
Cumhurbaşkanlığı köşkünden yanıt...
16.09.2013
Tam bir ay önce bugün Cumhurbaşkanına e-mail yoluyla göndermiş olduğum mektubuma akşamüzeri cevap geldi. Bir cevap alacağımı sanmıyordum, ama bugün cevap gelince çok mutlu oldum ve tabi ki şaşırdım, çünkü devleti yönetenlere yollamış olduğum mektuplarımdan ilk defa birine cevap gelmişti. Hatta bu cevap Türkiye’yi yöneten koltukta oturan Cumhurbaşkanlığı makamından gelmişti.
Sayın İlgili,
Cumhurbaşkanlığına elektronik posta yoluyla ilettiğiniz dilekçeniz, aşağıda tarihi ve sayısı
belirtilen yazımızla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına gönderilmiştir.
Bilginizi rica ederiz.
Kurumsal İletişim Başkanlığı
16/09/2013.
54674231-622-01-/6349-xxxxx
Bilgi mesajıdır. Lütfen yanıtlamayınız.
Please do not reply to this e-mail.
Cumhurbaşkanlığına bir ay önce gönderdiğim mektup; http://unal76.blogspot.com/2013/08/tccb.html
Etiketler:
abdullah gül,
Abdullah ünal,
beyin kanaması,
Biraz daha ışık,
cemil çiçek,
cumhurbaşkanı,
cumhurbaşkanlığı köşkü,
engelli,
istanbul zeytinburnu,
Tekerlekli sandalyeli,
unal76
14 Eylül 2013 Cumartesi
Özel sigorta şirketleri
Sabah saat 11:30 gibi cep telefonumdan, özel bir sigorta şirketi aradı, selam sabahtan sevgi saygı hatır sormadan sonra, karşıdaki kişilik konuşmaya başladı.
Niyeti; beni ve ailemi her türlü kazaya karşılık sigorta etmek. Geçirebileceğimiz kazaları sıraladı ve yapacağı sigortanın avantajlarını sıraladı. Benim engelli olduğumu bilmediği için, ben bir süre sonra engelli olduğumu açıkladım, sağlık problemimi ve engelimin yüzde kaç olduğumu sordu. Engelli olduğumu duyunca beni sigorta yapmaktan vazgeçti, ama telefonu suratıma kapatmak yerine biraz ilgiliymiş gibi yapıp şirketin değil kendi vicdanını rahatlattı. Bunun nedeniyse; engelli vatandaşların özel sigorta kapsamına alınamayacağıdır.
Ben “yüzde seksen engelliyim” deyince biraz duraksadı ve “efendim siz sigorta edebileceğimiz katagoriye girmiyorsunuz, ama eşiniz çocuklarınız varsa sigorta edebiliriz” deyip onu dinlediğim için teşekkür etti. Yan çizdi, çünkü onlar için insan sağlığı ve yaşamı önemli değil, onlar için kazanacakları bir kuruş önemli.
Bir gün beni deli edecekler ve bir tanesini çok fena dolandıracağım…
Adamla dalga geçiyorlar resmen, cep telefonuna ev adresime kadar biliyorlar, ama sağlığımın bozuk olduğunu öğrenemiyorlar. Ya doğru dürüst araştırmıyorlar beni, ya da “biz telefon görüşmesini yapalım kayıtlara geçirelim, son anda problem çıkarsa çıksın, biz kayıt ederiz şirketten komisyonumuzu almış oluruz” diyorlar.
Niyeti; beni ve ailemi her türlü kazaya karşılık sigorta etmek. Geçirebileceğimiz kazaları sıraladı ve yapacağı sigortanın avantajlarını sıraladı. Benim engelli olduğumu bilmediği için, ben bir süre sonra engelli olduğumu açıkladım, sağlık problemimi ve engelimin yüzde kaç olduğumu sordu. Engelli olduğumu duyunca beni sigorta yapmaktan vazgeçti, ama telefonu suratıma kapatmak yerine biraz ilgiliymiş gibi yapıp şirketin değil kendi vicdanını rahatlattı. Bunun nedeniyse; engelli vatandaşların özel sigorta kapsamına alınamayacağıdır.
Ben “yüzde seksen engelliyim” deyince biraz duraksadı ve “efendim siz sigorta edebileceğimiz katagoriye girmiyorsunuz, ama eşiniz çocuklarınız varsa sigorta edebiliriz” deyip onu dinlediğim için teşekkür etti. Yan çizdi, çünkü onlar için insan sağlığı ve yaşamı önemli değil, onlar için kazanacakları bir kuruş önemli.
Bir gün beni deli edecekler ve bir tanesini çok fena dolandıracağım…
Adamla dalga geçiyorlar resmen, cep telefonuna ev adresime kadar biliyorlar, ama sağlığımın bozuk olduğunu öğrenemiyorlar. Ya doğru dürüst araştırmıyorlar beni, ya da “biz telefon görüşmesini yapalım kayıtlara geçirelim, son anda problem çıkarsa çıksın, biz kayıt ederiz şirketten komisyonumuzu almış oluruz” diyorlar.
Etiketler:
Abdullah ünal,
anevrizma,
Down sendromu,
engelli,
Hayallerinizin gerçekleşmesi için savaşın,
Özel sigorta şirketleri,
özür derecesi,
özürlü,
sgk,
sigorta,
ssk,
unal76,
vicdan
13 Eylül 2013 Cuma
Özel eğitim kurumları
Oturduğum ilçe Zeytinburnu’nda benim gibi engelli
bireylere eğitim veren dört beş adet özel eğitim kurumu var, bu dört beş adet
kurumun üçünden eğitim almış bir kişiyim. Eğitim almış olduğum üç kurumdan
memnun olmadan ayrılmış bir kişiyim. Verdikleri hizmet karşılığında devletten
aldıkları ücretin milyonda birini bile hak etmiyorlar.
Özel eğitim kurumları benim gibi engellilerin rehabilitesi
için devletten yetki almış durumda, ama bu yetkiyi hor kullanıyorlar engelliye
hakkını vermiyorlar, vermedikleri hizmetin karşılığı olan parayı devletten alıp
ceplerine koyuyorlar. Özel eğitim kurumları; ortopedik engellilere, zeka
engellilere ve duyma görme konuşma engellilere eğitim veren para kazanmak için
açılmış kurum ve kuruluş işletmelerdir.
Bu kurumları bir binada açarak, engellilere hizmeti
verecek düzeni kurarak, devletten istihdam ettiği bireyler karşılığında ücret
alarak, bu eğitim yuvalarını para kazanma kapısı olarak görmeye başlıyorlar.
Ben şunun çok iyi farkındayım; ilçemizdeki özel eğitim
kurumlarının hiç biri hiçbir işe yaramaz, Flora özel eğitimde verdiği sözleri
tutmadı, Mavi iklim özel eğitimde verdiği sözleri tutmadı, Sempati özel
eğitimde verdiği sözleri tutmadı. Tüm kurumların tek düşüncesi var, o da kendi
çıkarları.
Bu kurumlar Milli eğitime bağlı yuva, bir ticarethane
değil. Kurumlar ilk önce eğitim verdiği bireylerin çıkarını düşünmek.
Kurumlara kayıt yaparken de uyarımı yaparım “ben hakkımı
hukuku biliyorum, lütfen bana vereceğiniz tedavi konusunda dikkatli olun,
tertipli düzenli olarak hakkımı verin” derim, tedavi alırken de sürekli onları
uyarır “lütfen bunu tekrarlamayın” derim. Tüm kurumların müdürleri bana “tamam”
der ve yüzüme iki gülerler, o kadar.
Asıl sorun, bu kurumları kuran kurum sahiplerinin maddi
beklentisinin çok olması, kurumları yöneten müdürlerin işlerini kaybetme
korkusu yüzünden engellilere her türlü vaatte bulunması.
Ben “Türkiye’deki bankalara hepsi soyguncu” derim, bu
söylemim içine şimdilik özel eğitim kurumlarını da katacağım. Türkiye’de
bankalarda vicdan yoktur, hepsi yasalarda bulunan açıklarla vatandaştan
aldıkları yüksek faizlerle ve saçma sapan vergilerle vatandaşı soyup soğana
çeviriyorlar. Özel eğitim kurumlarıysa vatandaşa aynı şekilde bakıyor, yani
vatandaşı gelir kapısı olarak görüp çıkarları için vatandaşı sömürüyorlar. Bankalar
vatandaşı soyuyor özel eğitim kurumları ise devleti, hükümette buna göz yumuyor.
Etiketler:
Abdullah ünal,
engelli,
fizik tedavi rehabilitasyon,
fizyoterapist,
flora,
istanbul zeytinburnu,
mavi iklim,
özel eğitim kurumları,
özürlü,
rehabilitasyon merkezi,
sempati,
unal76
11 Eylül 2013 Çarşamba
Olimpiyat 2020
İstanbul yine aday oldu, Olimpiyat yine hayal oldu...
2020 Olimpiyat elemelerine katılan İstanbul son anda
elendi ve 2020 Olimpiyatlarını Tokyo’da düzenlenmesine karar verildi.
Bana göre
bu karar, en doğru karar oldu, çünkü İstanbul’a Olimpiyatlar için doğru yatırım
yapılmış değil. Birkaç adet spor merkezi yapıldı birkaç adet eğitim merkezi
kuruldu. Hala sokaklarımız çöp dolu, hala sokaklarımız bilgisiz bilinçsiz
eğitimsiz duyarsız insan dolu, hala sokaklarımızda düzgün kaldırım yok yol yok
ışıklandırma yok.
Olimpiyat demek kültür demek, Olimpiyat demek “benlik”
demek, Olimpiyat demek “sevgi saygı huzur barış” demek, Olimpiyat demek “sevgi
saygı barış hoşgörü” demek, Olimpiyat demek “medeniyet” demek.
İstanbul’a iki
tane yapı yapılarak "2020 Olimpiyatına hazırız" denemez.
Kültür; sevgi saygı benlik barış hoşgörü ise; "engelliye yaşlıya düşküne duyarlı olmak" gerek, "doğaya sevgiyle saygıyla duyarlılıkla yaklaşmak" gerek, "tarihe saygı" demek, "yere tükürmemek, elindeki çöpü sokağa atmamak, balkondan pencereden halı sofra bezi silkelememek" demek.
Etiketler:
3 aralık dünya engelliler günü,
Abdullah ünal,
hoşgörü,
istanbul 2020,
london 2020,
londra 2020,
olimpiyat 2020,
olimpiyat meşalesi,
saygı,
sevgi,
tokyo 2020,
unal76
İsraf
Alışveriş merkezlerindeki israfa bir çözüm bulamıyorlar, hem yazık hem Günah hem de ayıp. O kadar çok yiyecek özellikle ekmek çöpe atılıyor ki, insanın içi acıyor. Söze gelince ekmek başımızın tacı, çöpe atmak çok büyük bir Günah, ama ülkemiz Günah bakımında çok büyük Günahlar işliyor.
Birkaç hafta önce Olivium Özsüt’te otururken karnımıdoyurmak için iki adet poğaça söyledim ve yemeye başladım. Poğaçaların ikisini birden bitiremeyeceğimi anladım ve son iki üç lokma kalmışken tıkandım. Tıkandığım için o lokmaları yememeye karar verdim, tam o sırada yanımda beliren çalışanlardan Sevgi’ye “tabağı alabilirsin yiyemeyeceğim” dedim, o da “Abdullah ağabey olmaz ki, iki lokma kalmış orada, lütfen ye, çok günah, yoksa çöpe gidecek” dedi. Bende “çöpe mi gidecek? Neden atıyorsunuz?” Dedim, saçma oldu ama söyledim.
Alışveriş merkezinde bunun için bir düzen kurulabilir ve masalarda biriken ekmekler veya ekmek türü yiyecekler ayrıştırılabilir ve vahşi yaşamdaki hayvanlara veya sokak hayvanlarını toplayan barınaklara gönderilebilir.
Bilmiyorum, belki hayvanlar yediğimiz katkılı yiyecekleri yemeyebilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)