|
Hayallerinizin gerçekleşmesi için savaşın... |
30 Ağustos 1996 tarihinde Anevrizma nedeniyle beyin kanaması geçirdim ve tüm yaşamım değişti... Yaşamıma dair hayallerim planlarım hesaplarım altüst oldu.
Engelli hale gelişimin kısa bir hikayesidir, şu söz: “bir gece yarısı yürüyerek bir acil servise gidip, doktora “sol tarafım uyuşuyor başım dönüyor” dedim, doktor bana “sen bir şeye üzülmüşsün, senin bir şeyin yok” deyip beni sedyeye yatırdı, koluma serum bağladı beş altı saat bekletti ve ben tekerlekli sandalyeli bir birey oldum.
Türkiye’deki birçok engellinin yaşamının şifresi bu kadar kısacık bir sözcüğe sığdırılabilir.
Ben kendimi kötü hissetmeye başladıktan 20 dakika sonra Surp Pırgiç Ermeni hastanesinin acil servisine yürüyerek gittim ve hastane kapısından içeri girip şikayetimi kendim anlattım. Bu kadar kısa sürede bir sağlık kuruluşunda olmama rağmen, kendimi kötü hissetmeye başladıktan 26 saat sonra Amerikan hastanesinde beyin ameliyatı olabildim.
Amerikan hastanesinde ameliyat olduktan sonra, yoğun bakım ve koma sürecini şuurum kapalı şekilde geçirdim... 31 günü Amerikan hastanesi yoğun bakımında on günü servisinde geçirdikten sonra yaklaşık iki üç ayda koma halinde evde yatmış bir bedensel engelliyim.
Beyin kanaması sonrasını bu kadar ağır şekilde geçirmiş olma nedeniyse Sepsis; Akciğer enfeksiyonudur.
Anevrizma; atardamarın duvarında oluşan bozuk yapının baloncuğudur, çoğunlukla beyin ve aort bölgelerinde görülür. Anevrizma damar duvarında zayıf bir nokta bulur, o bölgede şişkinlik yaratır ve bu şişen damar duvarı çatlayıp organa kan sızana kadar sürer.
Anevrizma, bin kişide bir görülür ve her yüz kişiden biri bu durumu zarar görmeden atlatır.
Anevrizma yaşamın herhangi bir döneminde oluşup çatlayabilir, ama hapşırma tıksırma ıkınma veya sıcaklık gibi zorlanmalar damarın çatlamasına nedende olabilir.
Ben, Anevrizma’dan dolayı geçirdiğim beyin kanamasını sorunsuz atlattım, hatta altı gün sonra taburcu işlemlerim başlatılmış, ama yaşamımı Akciğer enfeksiyonu Sepsis mahvetti.
Amerikan hastanesindeki bu ameliyatın bana katkısı sadece hayatımı kurtarması oldu. Gecikme nedeniyle beynimin büyük bir bölümü kanla dolu olduğu için doktorların yapabileceği pek bir şey yoktu. Ölüm halinde getirildiğim Amerikan Hastanesi’nde ameliyat edilip beynimi kaplayan kan temizlenip yaşamım kurtarılmış.
Ameliyat çok başarılı geçmiş, ameliyattan bir hafta sonra yoğun bakımdan çıkartılmışım ve o gün Akciğer enfeksiyonu geçirmişim.
Akciğer enfeksiyonuna sebep ise; acil olarak ilk gittiğim Surp Pırgiç ermeni hastanesinde doktorun beni umursamayıp koluma serum takıp sedye üzerinde beş altı saat bekletmiş olmasıdır.
Surp Pırgiç Ermeni hastanesi acil servis doktorunun ikinci hatası ise beni başından bir an önce savmak için başka hastaneye sevkimi ambulansla değil de, bir otomobilin arka koltuğunda oturur pozisyonda göndermiş olmasıdır. Aracın arka koltuğunda oturur pozisyonda istiğfar edişimle kusmuğum Akciğerime kaçması enfeksiyona sebep oldu.
Kimsenin o günlerde sebebini fark edemediği Akciğer enfeksiyonunun gerçek sebebini araştırarak ben keşfettim... Yaşamımı mahveden bu enfeksiyonun sebebi; Surp Pırgiç Ermeni hastanesinden Cerrahpaşa tıp fakültesine sevkimin oturarak yapılmış olmasıdır.
Ambulansla sevkim yapılmış olsaydı eğer, yatar pozisyonda olacaktım ve kusmuğum Akciğerlerime gitmeyecekti.
Bu kadar basit bir ayrıntının gözden kaçırılmış olması beni tekerlekli sandalyeli hale getirdi.
Amerikan Hastanesi’nde ikinci kez yoğun bakıma girişimle ateşimin 42 dereceye çıkması ve günlerce haftalarca düşürülememesi, beynimin sağ bölümünde kalıcı bir hasara yol açtı. Ateşimi düşürmek için beni defalarca buzla dolu yatağa yatırmışlar, ama ateşim bir türlü düşmemiş. Başka hastanelerden getirilen doktorlar bile sebep bulamayınca çareyi beni eve taburcu etmekte bulmuşlar. Hatta "eve taburcu olmamı" öneren başka hastaneden bir doktor önermiş.
Hastane ortamları enfeksiyona açık mikrop yuvalarıdır, bir hastanın taşıdığı hastalığın diğer bir hastaya geçmesi an meselesidir... Bu yüzden hastanelerde çok dikkatli olmak gerekli ve gerekmediği sürece hastanelere gidilmemeli. Hastalığımın getirdiği ağır şartlara rağmen direnmeme sebepse, genç oluşum ve yapımın sağlam oluşuymuş.
Amerikan hastanesinde 41 gün kaldım, bu süre zarfında neredeyse hiç kendime gelemedim. 41 gün boyunca bilincim hep kapalıydı. O, 41 gün boyunca toplamda bir saat filan kendime gelmişimdir, bir an bilincim açılırdı ve hemen iki dakika sonra kapanırmış.
Bir rüya gibi veya kabus gibiydi her şey... Bazen televizyonun sesini veya görüntüsü, bazen yanıma gelen giden ziyaretçilerin sesini veya görüntüsünü, bazen de iyileşmem için yapılan tedaviler beni uyandırırdı.
Televizyonda Zeki Müren’in ölüm haberi gibi müzik sesler aklımda kalanlar, amcamın oğlu Yusuf ağabeyimin “beni duyuyorsan ses çıkar veya göz kırp" gibi söylemlerini hatırlıyorum.
İyileşmem için yapılan tedaviler canımı çok yakardı. Yattığım yerde gözümü açardım başımda hastane kıyafetli insanlar olurdu, onların uyguladığı tedaviye zor dayanırdım, ama sesimi çıkartamaz hareket edemezdim.
Gerçeği söylemek gerekirse; canımın yandığını bile anlamazdım, ama bağırmaya çalıştığımı veya bana yapılmak istenilen tedavi engellemeye çalıştığımı hatırlıyorum.
Şu vardı, başımda insanlar varken canım çok yanardı... Ama her nedense onlara karşı koyamazdım, çünkü hareket edemez veya gücüm yetmezdi.
Canım yanıyordu, ama neden yandığını bile bilmezdim...
Bilmiyorum, belki hareket etmemem için yatağa bağlıydım belki de hastalığımın verdiği hasardan dolayı kımıldayamıyordum.
41 gün sonra beni koma halinde ambulansla eve çıkarttılar, eve ambulansla sevkimi az bir şey hatırlıyorum, ambulansın sireninin hiç susmaması, şoförünün trafiği açmak için yaptığı anonslar hâlâ kulağımda çınlar.
Bu yüzden ambulans siren sesi beni çok etkiler, ses kulağıma geldiği an içime bir ürperti düşer, tüylerim dikelir ve gözlerim yaşarır...
11 Ekim günü eve geldim… Evde bir odaya hastanede kullandığım cihazları kurup, doktorun dediği steril ortam sağlanmış. Annem bana öyle özenle bakmış ki, hiçbir mikropla temas ettirilmemişim ve 15- 20 gün sonra konuşmaya görmeye duymaya başladım.
Daha sonrasında da diğer his kayıplarım geri geldi, vücut fonksiyonlarım işlemeye başladı. Ev ortamında sağlığımın bu kadar çabuk iyiye gitmesi, Amerikan Hastanesi doktorları tarafından bile hayret edici büyük başarı olarak görülmüş.
Hastane ortamları mikrop yuvasıdır, yani hastanede bulunan mikroplu ortam iyileşme sürecini kötü etkiler.
Ev ortamında sağlığıma kavuşmaya başladıktan hemen sonra fizyoterapist Sema Gürbüz ile tanıştık ve egzersiz tedavisi görmeye başladım. Aylarca hareket etmemem nedeniyle kas ve eklemlerim kısaldığı, kısıtlanmaya başladığından egzersiz sırasında çok canım yanardı.
Egzersizlerde yine pes etmedim ve acıya ağrıya sızıya rağmen hiç durmadım hep çalıştım... Her şeye rağmen fizyoterapist Sema Gürbüz’ün her dediğini yaptım.
Ağladım sızlandım zırladım, çok acılar ağrılar çektim, ama yine de “yeter artık” demedim. Her zaman “belki bir gün bir şeyler değişir tekrardan eski yaşamıma dönerim” düşüncesiyle hareket ettim.
Sema Gürbüz ile yaklaşık üç yıl çalıştım. Sayın Sema Gürbüz’ün yaptığı egzersiz beni yürütmek için değildi, Sema Gürbüz’ün niyeti kas ve eklemlerimde kısıtlanma olmaması ve geriye gitmemi engellemek, durumumu korumaktı.
Sema Gürbüz’e göre; çok zorlu bir sağlık problemi geçirdiğimden, iyileşmem uzun süre zarfında olacaktı ve zorlu bir egzersiz süreci beni bekliyordu.
Sema Gürbüz, 1999 yılında Kanada’da iş yaşamını sürdürmeye karar verdi ve Kanada’ya gitti. O gidince ben egzersiz çalışmalarında bocaladım, ama hiç durmadım hep devam ettim. Bolca ayakta durdum, her gün yatak egzersizi yaptım, yapabildiğimce yürüme çalışması yaptım.
Kas ve eklemlerimin kireçlenmemesi ve daha çok kısalmaması için bir yandan yapabildiğim kadarıyla annemle beraber egzersizler yapıyordum, diğer yandan da kendimi oyalamak için bilgisayarla uğraşıyordum.
Ben muhasebe stajyeri olduğum için bilgisayar bilgim vardı, 1998 yılında bana bir bilgisayar alındı ve oyalanmam sağlandı.
Biliyordum ki: “beyne ne verirseniz onu alırsınız…”
Kaslarımın eklemlerimin kısalması veya kireçlenmesi demek, "günlerce haftalarca egzersiz seanslarında acı ağrı sızı çekmem" demekti. Bu yüzden hiç durmadım ve hep hareket edip egzersiz yaptım. Egzersizler harici bolca ayakta duruyordum, bazı günler dört beş saat pencerede ayakta duruyordum.
Odamdaki pencere sayesinde kaslarımda eklemlerimde kısalma veya kısıtlanma oladı, herhangi bir kireçlenme olmadı. Bu sayede vücudumda bir eğrilik olmadı, çünkü beynimden gelen emirle vücudum sola çekiyordu.
Odamdaki o pencerenin bana diğer faydası da, sokağımızdan gelip geçen insanlarla selamlaşıp sohbet edip sosyalleşmemdi.
Birçok kişi farkında değil, o pencerenin bana faydası çoktur, vücudumun düz durmasını sağladı ve eğriliği engelledi, boyun omuz kol kaslarımın el bilek ve parmaklarımın güçlenmesini sağlayıp kireçlenmelerini kısıtlanmalarını engelledi. Ve bunun yanı sıra sosyalleşmemi sağladı.
Ev ortamında yaşamaya başlayınca, arkadaşlarım ve akrabalarımla bağım koptu. Onlar ortalarda görünmeyince, ben kendimi bilgisayar ve internete verdim. Özellikle internette dünyanın dört bir yanından onlarca arkadaşım oldu.
Derdimi sıkıntımı sevincimi mutluluğumu sırlarımı hayallerimi düşüncelerimi onlarla paylaştım, onların dertlerine sıkıntılarını mutluluklarına sevinçlerine sırlarına hayallerine düşüncelerine ortak oldum.
İnternet; benim psikolojik olarak çökmemi engelledi, ayakta durmamı sağladı… Bizim gibiler için, bilgisayar ve internet çok güzel bir icat.
2002 yılında internet yoluyla Danimarka Kopenhag’da yaşamını sürdüren Zeynel Kozanoğlu ile tanıştım… O, gençliğini Türkiye’de öğretmen, gazeteci ve muhabir olarak geçirmiş, şu anda da Danimarka’da yaşamını sürdüren bir Aydın.
Zeynel amca benim dedemin çocukluk arkadaşı, köyde beraber büyümüşler. Beni fark etmesinin nedeni; köyümüzün internet sayfalarında soyadımı görmesi.
Benim yaşamım Zeynel amcaya ilginç geldiği için bolca yazıştık. Onunla bir yıl boyunca internetten binlerce kez mailleşerek 2003 yılı Mart ayında 296 sayfalık bir kitap çıkarttık.
Biraz Daha Işık adlı bu kitabımızda benim yaşamım, Türkiye’deki ve dünyadaki engellilerin yaşamı konu alındı. Bunun yanında Zeynel amcanın tecrübelerinden alıntılarda kitabımızda yer aldı. Zeynel Kozanoğlu, büyük ve benim için yeri doldurulamayacak kadar önemli bir kişidir.
Kitabın ilginç yanı ise İstanbul Zeytinburnu’ndaki odamdan, Avrupa’nın ortasındaki bir kişiyle tanışıp yazışmamdı. Küçücük odamdan Avrupa’nın göbeği ile konuşuyordum, hem de bunu 2002 yılında yapıyordum.
Benim azmim direncim sadece sağlığım konusunda değil, yazma konusunda da vardı. Bilgisayarım olduktan sonra günlük tutmaya başlamıştım ve o günlüğüm kitabın oluşmasına büyük katkıda bulundu.
Beyin ameliyatı olduğum sırada doktorlar beynimde bir yere dokunmuşlardı herhalde ki bendeki yazma dürtüsünü ortaya çıkarmışlardı. :)
2003 yılında kitabım çıktıktan sonra da günlük tutmaya devam ettim. Çoğunlukla yürüyüşümün safhalarını yazdım, yaşadığım zorlukları sorunları yazdım. Yapılması gerekenleri yazdım. Hayallerimi, düşüncelerimi, fikirlerimi, projelerimi yazdım.
2002 yılında söylemiş olduğum “Hayallerinizin gerçekleşmesi için savaşın...” sözü, savaşçı bir ruhumun olduğunu sergilemiştir. Bu savaşçı ruh; yürüyebilme çabalarımda vardı, yalnız kaldığımda beynimi oyalama çabalarımda vardı, bir adım ilerisini görmeyi değil hep daha ilerisini görme çabalarımda vardı.
Hiçbir zaman yaşama küsmedim, her zaman yaşamıma “yarın sabah olacak yaşamım değişecek” diyerek baktım.
2004 yılında İstanbul Bahçelievler’de bulunan 70. yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesi’ne yatıp, iki ay yatılı tedavi gördüm. Orada fizyoterapist Ercan Varzikoğlu'nun yönlendirmesiyle yoğun bir egzersiz tedavisiyle birkaç hafta içinde Paralel barda adımlamaya ve yürümeye başladım.
Ercan beyin hastaneye ilk yattığım gün bana dediği lafı hiç unutmam, odama girdi ve “Abdullah sendeki sağlık problemi çok ağır, azmedip sabredersen, zorluklara dayanırsan ve burada öğrendiklerini evde devam ettirirsen şu anki durumundan çok daha iyi durumda olacaksın, buna inan” dedi. Ve dediğinde de haklı çıktı.
Ercan Varzikoğlu büyük adamdır; vicdanlı adamdır, çıkar gözetmez, gösterdiği doğru yol sayesinde onun da hakkı hiçbir zaman ödenemez.
Yıllarca doktor doktor, hastane hastane, şifacı şifacı gezdikten sonra, hastalığımın şifasının fizik tedavi ve rehabilitasyonda olduğu kimse tarafından söylenmemiş olması, çok garip çok acı.
Sanırım sağlık sektörü, paranın ve kariyer yapmak isteyenlerin kölesi olmuş durumda...
2004 yılında 70. yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesinde Ercan beyin gözetiminde iki ay kaldıktan sonra taburcu olunca, hastanedeki paralel bardan evin koridoruna da yapıldı.
Ben hastanede gördüğüm o egzersiz tedavisini annemle beraber her gün sabah yaptım, yürümelerimi de her gün defalarca yaptım, çünkü fark etmiştim ki doğru yol buydu.
Annem egzersizlerimde babam ise Paralel barda yürümelerim sırasında gözetim desteğiyle ben altı yedi ay sonra evdeki Paralel barda kan ter içinde kalarak ta olsa yaklaşık on beş yirmi metre filan yürümeye başladım.
70. yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesi sonrası Paralel barda birkaç metreden altı ay içinde onlarca metreye ulaşmıştım. Bu büyük bir başarıydı.
Baktım sağlığımda gelişme oluyor, azmettim, sabrettim, inandım ve çalışmaya hiç durmadan devam ettim.
Ercan beyle hiç bağlantımı koparmadım, şu anda bile onunla konuşur, özel günlerde mesajlaşırım. Hâlâ engin tecrübesinden faydalanmaya çalışırım. Onun büyüklüğü doğru yolu göstermesidir, yıllarını sağlık sektörü içinde geçirmiş biri olarak Ercan beye ne kadar teşekkür etsem azdır.
Kimsesi kusura bakmasın; Türkiye’de sağlık sektörü çıkara teslim olmuş durumda...
2005 ve 2007 yıllarında o hastaneye tekrar yattım, çünkü her yatışım şifa ile sonlanıyordu. Yatıyordum bir şeyler öğreniyordum eve gelip hastanede öğrendiklerimi uyguluyordum.
Çok zor günler geçirdim, egzersiz ve yürüyüşler çok zorluydu, ama ben pes etmedim.
Şu anda bile (2014) ev içinde Walker denen bir aletle yürümeye uğraşıyorum, “bir gün gelecek ben kimseye bağımlı olmadan ev içinde sokakta bastonla ya da Walker ile yürüyeceğim” diyorum.
… Çünkü birilerine bağımlı olarak yaşamak çok zor.
Bir işi başarmanın yolu; düşünmek, tasarlamak, inanmak, sabredip azmetmektir.
Pes etmedim, çünkü pes etmek kolay yol idi, zor olanı seçtim ve önüme çıkan tüm zorlukları sorunları görmezden gelip ilerlemeye devam ettim. Ediyorum da.
Dertler sorunlar vardır, var olacakta… Önemli olan onları görmezden gelmek veyahut derdi sıkıntıyı sorunu zorluğu ötelemek. Unutmak değil ötelemek, yani bir köşeye koymak. Sırası gelince de ele alıp yok etmek.
Hastalığım sürecince arka arkaya defalarca tecrübe ettim; bu savaş tek başına kazanılmaz... Savaş, kazanılmak isteniliyorsa, savaşa giderken yanında inanmış bir ordu bulunmak zorunda.
Savaşı kazanmak için, lider ve ordu şart...
Mustafa Kemal bu ülkeyi düşmanlardan kurtardı, ama yanında dedelerimiz ninelerimiz olmasaydı bu ülke bizim olamazdı. O, ordu içinde benimde Atalarım vardı, senin de Ataların vardı.
Mustafa Kemal liderlik vasfı olan bir kişiydi, yanında da inanmış bir ordu vardı ki, bu ülke kurtarıldı.
Ben bir liderim… Birçok zorluğu inanarak aşmış birisiyim, birçok zorluğu ince eleyerek çözmüş birisiyim.
Zorluğu aşmanın yolu inanmakla çözülür… Geleceği; gören, tahmin edebilen ve yapılması gerekeni bilen birisiyim. Ama şunun farkındayım ki, bu savaşı tek başıma kazanmam imkansız.
Benden veya biz engellilerden beklenilen şey, buradan Avustralya’ya kürek çekerek gitmemiz. Bizlere yardım edilmeden, bu engelleri aşmak mümkün değil. Sadece benden değil, tüm engellilerden bunun beklenmesi bir hata. Aptallık.
Türkiye’de TIP çok kötü durumda; sağlık sektörü, paraya ulaşmanın kolay yolu olarak görülüyor ve sağlığını kaybetmiş insanlar kariyer yapmak için kullanılıyor.
Hayati olarak sağlık sektöründe benim yaşadığım problemler iki elin parmaklarını aşmış durumda. Özellikle acil servislerimiz berbat durumda, bir kaçı harici hepsi eğitimsiz tecrübesiz çıkarcı sağlıkçılarla dolu.
İnsanlar sağlığın kaybolmasının nasıl bir şey olduğunu bilmez veya sonrasında karşılaşacakları zorlukların sorunların sıkıntıların neler olacağını bilmezler. Ne zaman canları yanar veya bir sevdiklerinin canı yanar, o zaman her şeyin farkına varıp duyarlılıklarını artırırlar.
2010 yılında teyzemin eşi Mustafa Başaran sayesinde akülü tekerlekli sandalyem oldu ve tüm hayatım değişti. Artık ev dışında da yaşamımı kimseye ihtiyacım duymadan idare edebiliyordum. Giyim, yeme içme, gezmek gibi sosyal ihtiyaçlarımı kendim hallediyordum, hastane gibi doktor gibi veya ilaçlarımı almak gibi işlerimi kendim görüyordum. Faturalarımı ödeme veya maaşımı alma gibi işlerimi kendim halledebiliyordum artık, Açıköğretim sınavlarıma bile kendim gidip geliyordum.
Akülü tekerlekli sandalyem ile yaptığım bir diğer şey ise; sokaklarda, caddelerde, yollarda, kaldırımlarda, toplu taşımada, sosyal alan binalarında ve kamu kurum kuruluşlarının binalarında yaşadığım tüm sorunları zorlukları yazdım, resimledim veya videosunu çektim. Hiçbir zaman "bana ne" demedim ve sorunların zorlukların ortadan kalkması için gerekli mercilere başvurdum. Aşağıda bulunan ENGEL HER YERDE yazısına tıklayarak bunları görebilirsiniz.
Sosyal yaşamı sıfır olan biriyken o akülü tekerlekli sandalye sayesinde artık sosyal yaşamın tam ortasındaydım…
Engelliye imkan verildiği taktirde başaramayacağı iş yoktur. Şu yaşamımda sadece insanların yaydığı olumsuzluklardan kendimi koruyamıyorum, insanoğlu çiğ süt emmiş bir varlık olduğundan onlarla sürekli çatışma halindeyim. Ve kimsesinde empati olmadığına inanıyorum. Evde, internette, sokaklarda, yaya geçitlerinde, kaldırımlarda, alışveriş merkezlerinde, rampalarda, asansörlerde, özel eğitim merkezi okullarında, devlet dairelerinde, toplu taşıma ulaşım duraklarında araçlarında, bankalarda ATM cihazlarında, park ve bahçelerde, müze ve sergilerde, hastanelerde her yerde benimle tartışıyorlar.
İnsanımız; benimle empati yapmak yerine, benimle sürekli tartışıyor, haklı olduğumu bildiği halde bana haksızlığını savunuyor.
Tekerlekli sandalyeli olarak sokaklarda yaşadığım problemleri saymakla bitiremeyeceğim kadar çok. Çoğu yerde rampa yok, olan yerde ise eğimi yüzeyi genişliği sorunlu. Kaldırımlarımızın üzeri ağaç direk tabela işgal ediliyor, esnaf ürünleriyle işgal ediyor. Trafik ışığı önüne park eden araçlar, yaya geçidinde yayaya yol vermeyen araçlar, koşturarak karşıya yetişemeyeceğin kadar hızla yanan sönen trafik lambaları. Kaldırımda yan yana kol kola yürüyenler. Engelli eğitimi için kurulan özel eğitim merkezlerinde olmayan rampalar asansörler tuvaletler. Alışveriş merkezlerinde rampaları sohbet muhabbet etmek için, sigara içmek için işgal eden eğitimsizler, alışveriş merkezi asansörlerini tıklım tıkış dolduran sağlıklı eğitimsizler, alışveriş merkezi engelli tuvaletlerini sevgilileriyle sohbet muhabbet etmek için kullananlar, alışveriş merkezi engelli tuvaletini sigara içmek için abdest almak için bulaşık yıkamak için üstlerini değiştirmek için telefonla konuşmak için kullanan eğitimsizler.
Türkiye’de engelli olmak zor ve bu sorun anca eğitimle çözülür… Beklentim ise gelecek neslin çocuklarının doğru düzgün bir şekilde eğitilmeleri, sonrasında o çocukların büyüteceği çocuklarla bu sorun çözülür. Şu anki nesli uyararak sorunu çöze bilirsiniz, ama kalıcı bir çözüm için eğitilen çocukların evlenip çocuklarına okul öncesinde eğitim vermesi.
1997 yılı sonrası 2013 yılı Ekim ayında da üç şişe doz Botox oldum, bu üç şişe doz sol bacağıma ve sol koluma enjekte edildiği halde bende yeterli etkiyi göstermedi. Hatta hiç etki göstermedi. Üç şişe doz çok yüksek, normalinde bir veya iki doz kullanılırken bende kullanılan bu üç şişe dozun etkili olmaması nasıl bir travmanın etkisi altında olduğumun göstergesidir.
Botox, enjekte edildiği birçok hastada kasılmaları yok ederken, bende etkisi neredeyse sıfır oldu… Hatta enjekteden üç gün sonra kasılma azalmasını beklerken sol el parmaklarımda daha çok kasılmaya neden oldu, parmaklarım verdiğim emirleri dinlemez oldular.
O günlerde içimi ferah tuttum, çünkü Botox’un etkisi üç ay sürüyor, üç ay sonra Botox’un etkisi geçti ve parmaklarım normale döndü. Bu olumsuz gelişmeye pek şaşırmadım, çünkü şu ana kadar “kesin şifa bulacaksın” denen birçok tedavi yönteminden eli boş dönmüş bir kişiyim. Bu türden sonlara artık pek şaşırmıyorum, üzülmüyorum, garipsemiyorum, canımı sıkmıyorum... Çevreme bir duvar ördüm, o duvarı aşıp geçecek tüm olumsuzlukları görmezden gelmeyi başarıyorum.
Botox, bir zehir ve bu zehir enjekte edildiği kasın kasılmasını üç aylığına engelliyor, enjekteden üç ay sonra ise kaslar kasılmaya tekrardan kaldığı yerden devam ediyor. Kasların kasılmayı bıraktığı üç aylık süre zarfında yapılacak olan doğru düzgün düzenli egzersizse kasların iyiye gitmesini sağlıyor. Kas, geri kazanılmış olup normal sağlıklı haline geri dönüyor.
Sağlıklı bir insanda kaslar kasılmaya baskındır, bu nedenle sağlıklılar yaşamını istediği gibi sürdürebilir. Benim gibi sağlığını kaybetmiş beyin hasarlılardaysa kasılma kaslara baskındır, bizler uzuvlarımıza emir verdiğimizde bizi dinlemezler. Hatta dış etkiye veya zorlamaya bile ters tepki verirler. Herhangi bir düşme halinde veya ani hareket etme durumunda, sağlıklı insan kaslarını istediği gibi hareket ettirebilir ve önlemini hızlıca alabilir, ama bizlerde var olan kasılma nedeniyle düşme gibi ani hareket gibi durumlarda önlem alamayız ve bir sağlıklıdan daha çok zarar görürüz.
Son yıllarda insanların güzelleşme uğruna kaslarına enjekte ettirdiği Botox denen bu ilaç, uygulandığı bölgede kasların işlevini üç aylığına yapmasını engelliyor ve gergin bir görüntü sağlayarak insanımızı daha genç gösteriyor.
Birileri güzelleşmek için bu zehre muhtaç, birileri sağlığına kavuşmak için...
2014 yılının son günlerinde 24 Aralık akşamı Yenikapı metro istasyonu asansör kabini önünde yaşadığım talihsizliğin 35 saniyelik videosu ortalığı ayağa kaldırdı. Yaşlılar, hamileler, bebekliler, bebek arabalılar ve tekerlekli sandalyeli engelliler için kullanıma sunulmuş olan asansöre benden önce sağlıklıların yanımdan koşarak geçerek doluşması vicdanları kanattı.
O, 35 saniyelik görüntüyü, benim Facebook profilimde 400 bin kişiyi aşkın seyredilme rakamına ulaştı, televizyon kanallarında milyonlarca kişi seyretti ve tüm internette on milyonlarca kişi seyretti.
Birçok kişi o 35 saniyelik görüntüden utandı ve benimle bağlantı kurup durumun ne kadar acı olduğunu belirtti. Onların yerine benden çok özür dileyen oldu.
Oysa ki ben ve tekerlekli sandalyeli diğer arkadaşlarım o asansörde yaşadığım bu sorunu her zaman yaşıyoruz. Bir tekerlekli sandalyeli olarak, sadece o asansörde değil neredeyse tüm toplu taşıma istasyonlarında alışveriş merkezlerinde asansör sorunu yaşıyoruz.
2015 ila 2020 yılları arasında sosyalleşme anlamında çok güzel bir beş yıl yaşadım... 2014 yılının son günlerinde Yenikapı metro istasyonu asansöründe yaşadığım kriz sonrası Vedat Kürşün ile tanıştım ve yaşamım bir kez daha değişti. Vedat Kürşün ve arkadaş grubuyla beraber o kadar güzel işlere imza attım ki, o kadar çok farkındalık çalışmasına katıldım ki “beş yıl boyunca hiç boş durulmadı” desem yeridir. Var olan projelere destek olduk veya kendimiz projeler ürettik. Bu etkinlik ve organizasyonların 2018 ile 2020 yılları arası (AGD) Ahtapot Gönüllüleri Sosyal Dayanışma Ve Sportif Faaliyetleri derneği çatısı altında olmak üzere beş yıl boyunca çocuklar için, öğrenciler için, sokak hayvanları için, mülteciler için, depremzedeler için, evsizler kimsesizler engelliler için “Şikayet etme harekete geç” sloganıyla ihtiyacı olan herkese eğlenerek dokunduk. Engellilere ise yapılmak istenilen projeler hep kağıt üzerinde kaldı, her türlü desteği veren kurucu, üye ve gönüllü olan benim bireysel çabalarım yönetim kurulu tarafından yeterli görüldü sanırım, yoksa ben her zaman gemiyi en son terk edenler arasında olmuşumdur. 2020 yılında bir pandemiye dönüşen Corona Covit-19 virüsü salgını derneğimizi de etkiledi. Faaliyetlerimizi toplanarak harekete geçirdiğimiz için etkinlik ve projelerimizi 2020 yılı Mart ayında sonlandırdık, sponsorlarımız ve düzenli bağışçılarımız maddi sıkıntıları nedeniyle derneğimizden desteklerini çekti ve ilk önce öncelikli projemiz olan (MDM) Malzeme Değerlendirme merkezimizi sonrasında da (AGD) Ahtapot Gönüllüleri Sosyal Dayanışma Ve Sportif Faaliyetleri derneğimizi kapatma kararı aldık.
2019 yılının son aylarında Çin’in Wuhan’ından çıkıp bir pandemiye dönüşen Corona; Covit-19 virüsü, ülkemize birçok ülkeden sonra geldi ve otuz binden fazla ölüme neden oldu. Özellikle, kronik hastalığı olan ve yaşlı insanların canını alan Corona Covit-19’un bizim ülkemizde çok can yaktı, çünkü virüs ülkemize girdiği ilk günden beri vatandaşımız maske, mesafe kurallarına hiç uymadı. Sağlık bakanlığı önlemler konusunda çok geç kaldı, rakamlar konusunda samimi olmadı, İçişleri bakanlığıysa maske takma ve mesafeli olma zorunluluğu olduğu halde kurallara ilk önce kendi uymadı, uymayan vatandaşa ceza kesmedi, kesilen cezaları da sanırım tahsil etmedi. Pandemi dönemini en az zararla atlatanlar; yaşı genç olanlar, sağlığında sorun olmayanlar ve bekar yaşantısı olanlar oldu. Benim gibi sağlığı bozuk engelliler, annem babam gibi yaşlı olanlar veyahut sağlığında kronik sorunları olanlar evde hapis kaldı ve eve virüs getirmemek için gayret ettiler. Annemin babamın veya benim sağlıkla ilgili bir sorunumuz çıktığında Sağlık ocağına veya hastaneye gidemedik. Babam raporu olduğu için Alzheimer ilaçlarını eczaneden zamanı gelince aldı, annemin kas ve eklem problemleri çıktığında Sağlık ocağına veya hastaneye gitmedi ve hep erteledi. Ben 1996 yılından bu yana kullanmakta olduğum ilaçlarımı raporum olmadığı için almakta çok zorluklar çektim, bunun yanı sıra özel eğitim merkezinden almakta olduğum yüz yüze egzersiz ve fizik tedaviyi bir yıl boyunca hiç alamadım. Hem ilaçlarımı düzenli almadığımdan hem de egzersizim fizik tedavim yapılmadığından sağlığım bozuldu, kas ve eklem ağrıları yaşamaya başladım.
2021 yılında sağ
kolumdaki, omzumdaki ve boynumdaki ağrılar için MR filmi çekildim ve üç adet
boyun fıtığına sahip olduğum ortaya çıktı. 2022 yılının ilk günlerinde ortaya
çıkan bu üç boyun fıtığının tedavisi için 15 seans fizik tedavi rehabilitasyon
gördüm ama ağrılarım azalmak yerine daha da çoğaldı. Bu fıtıkların çıkma
nedenleriyse; evden dışarıya çıktığımda eve girerken apartmanın girişinde
bulunan beş altı basamağı çıkarken sağ elimi sağ kolumu sağ omzunu çok zorluyor
oluşum, evde kullandığım manuel tekerlekli sandalyenin her iki tekerini
1996 yılından bu yana sağ elimle sağ kolumla sağ omzumla itip çekiyor oluşum,
yataktan kalkarken veya pencerede ayağa kalkarken sağ elime koluma omzuma çok
fazla yükleniyor oluşum.
2023 yılına gelindiğinde yani Türkiye
Cumhuriyeti'nin yüzüncü yılında, bana 1996 yılından bu yana yapılan eziyetler
iki elin parmaklarını çoktan aşmıştı. 1996 yılında bir acil servis doktorunun
ilgisizliği sonrası tekerlekli sandalyeli hale geldikten sonra, ülkeyi yöneten
tüm hükümetler ve beraber hareket ettikleri Fethullah Gülen yapılanması ile
bana çok eziyet ettiler. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan benim, tanımlanmış
tüm haklarımı iç edip her iki tarafta çevrelerine dağıttılar. Ben ise ortada
kaldım, çünkü benim ne bir siyasi parti üyeliğim vardı ne de Fethullah Gülen
yapılanması ile ilişkim. Beni bu ülkeden de soğuttular, vatandaşlığımdan da
soğuttular, dilimden dinimden de soğuttular, ayrımcılığı sevmeyen yapımdan da
soğuttular.
1) 1996 yılında beyin ameliyatım sonrası yoğun
bakım sürecim 31 gün, koma sürecim ise iki ay sürdü. Bu süreçler bitince anında
Kasımpaşa ve Beşiktaş askerlik şubelerinden ‘askerliğe elverişsizdir’ (çürük)
raporu almak gerekti, çünkü 20 yaşımdaydım ve askere alınmam gerekliydi. Yatalak
olduğum halde, zar zor konuşup gördüğüm duyduğum halde, kalça ve diz eklemlerim
kısıtlı olduğu halde beni bir binek arabanın bagaj kısmına yatar pozisyonda 3-4
defa zorla askerlik şubelerine getirttiler, o haldeyken “hastalığım gerçektir,
Türk Silahlı Kuvvetlerini aldatmıyorum, kandırmıyorum” ispatı yapmaya çalıştık.
Bu türden zorbalığı anca bir cani örgüt yapardı ve Fethullah Gülen
ve ona tapanların gerçek yüzü 15.07.2016 günü her şey ortaya çıktı ve Türk
Silahlı Kuvvetleri’nden binlerce asker görevinden uzaklaştırıldı. Şundan çok
iyi eminim; 1996 yılında yatalak halde olan bana eziyet eden askerlerin tamamı
onlardandı.
2) 2004 yılında aynı beyin MR’ı filmime,
İstanbul’un en büyük dört hastanesinin dört beyin cerrahı dört ayrı görüşte
bulundu. Uzmanlardan biri “ameliyat ol orada olan kitleyi alalım” dedi, diğeri
“olursan masada kalırsın” dedi, bir diğeri “olmana gerek yok, orada sadece
zararsız bir kan yumağı var” sonuncusu da "yaşamının bundan sonrasını bu
şekilde sürdüreceksin" dedi. Sanırım TIP ülkemizde her okulda başka
eğitimi olan bir dal. Yine 2004 yılı içinde amcam Ali osman Ünal’ın
tenkitleriyle 70. Yıl Fizik tedavi ve Rehabilitasyon hastanesinde 60 gün
yatılı tedavi gördüm ve sağlığım düzelmeye başladı. Bu nasıl bir sağlık sistemi, dört büyük hastanenin dört büyük Nöroloji
uzmanı ayrı karar verip benim hayatımla oyun oynuyor.
3) Kaslarımın,
eklemlerimin güçlenmesi veya yürüyebilmek için 70. Yıl Fizik tedavi ve
Rehabilitasyon hastanesinde 2004, 2006 ve 2007 yıllarında üç defa yatılı
tedavi gördüm, üçünde de tedavim bitmeden "yoğunluk" bahanesiyle
taburcu edildim ve yerime basit tedavisi olanlar alındı. Hatta son yatışımda
beni yirmi günde taburcu edip yerime ayaktan tedavi alabilecek birini
almışlardı. Benim gibi hastalarda
profesyonellerin gözetimi altında uzun süreli yatılı bakım önemlidir. Tedaviye
ihtiyacı olan yüzlerce binlerce hatta on binlerce kişi varken, saçma sapan
birilerine tedavi vererek hastane odalarını otel odası gibi kullandırılıp
bizlerin hakkını gasp edip onlara hizmet veriyorlar.
4) 2008 yılında çıkan bir yasayla 'bakıma
muhtaç aile bireyine bakan kişiye Bakım parası adı altında bir maaş
ödenmesi kararı' alındı. Yüzde 80 engelli raporum varken, 1996 yılından bu yana
bana bakan anneme devlet tarafından verilmesi gereken bu Bakım parası
verilmedi. Buna neden olaraksa; 2008 yılında evimize gelen o zaman ki
"Fethullah Gülen hoca", şimdilerde “FETÖ örgütünün
elamanları" tarafından evimiz baştan aşağı kontrol edildikten sonra
"evin gelirinin 30- TL fazla çıkartılması" oldu. Tanımlanmış bu
hakkın verilmek istenmemesinin nedeniyse; kendilerinden olmayışımdı. Evleri,
iş yerleri, lüks arabaları olanlar bu maaşı alabiliyordu ama biz alamıyorduk.
Kısacası; 2008 yılından bu yana bana tanımlanması gereken yüz
binlerce TL başkalarına, siyasetçiler sayesinde FETÖ örgütüne
gidiyor. 2016 yılında Fethullah Gülen’in darbe girişiminden üç dört ay sonra 2008
yılındaki konuyla ilgili Zeytinburnu kaymakamlığına, savcılığa suç duyurusuna
benzer bir dilekçe vermeye kalktım, ama bu girişimim savcının kapısı önünde
duran bir görevli tarafından engellendi. Dilekçem ile ben, savcının kapısı
önünde duran kişi tarafından bir odaya götürüldük, dilekçem okundu ve
“dilekçeyi teslim aldık” denilerek savuşturuldum. Savcıya vermek istediğim
dilekçenin içeriğinde: '2008 yılında yüzde seksen engelli olduğumdan dolayı
annem bana baktığı için Bakım maaşı alma hakkımın olduğunu ispatlamaya çalıştığım’
yazıyordu ve ‘dilekçemin görevli tarafından kapı önünde engellendiğim'
yazıyordu. Bu durumu tarih ve saat vererek 12.05.2016
tarihinde #1600566583 Başvuru Detayı ile CİMER’e de bildirdim.
5) Sağlığımın daha iyiye gitmesi için havuz
terapisi almam gerekti, bunun için 2009 yılında İstanbul Büyükşehir
Belediyesine başvurdum, “bu havuz terapilerine 16 yaşından büyükleri
alamıyoruz” dediler. Engelliler arasında yaş ayrımcılığını ilk defa
duydum, çünkü o havuz bizim eve iki yüz metre mesafede ve hem küçükler için hem
büyükler için havuzları var.
6) 2009 yılı öncesinde İstanbul Büyükşehir
Belediyesine ait, bizlerin rehabilitasyonu için kurulmuş Florya özürlüler
kampında bir hafta kalmak için defalarca başvurdum, ama bana sıra 2009 yılında
bir kez geldi ve anne babamla gidip bir hafta rehabilite olduk. Her
başvurumda bana “Türkiye’nin tamamına yetişmeye çalışıyoruz, talep yüksek”
cevabı almıştım. Merak etmesinler ben biliyorum orada her yıl zaman
geçirenleri. Ayrıca neden tüm ülkeye
yetişmeye çalışıyorlar? Oyu benden alıyorsunuz, onlardan değil. Onlar kime
oy verdiyse, gitsinler o belediyeye. Eğer düşüncem yanlış ise, onların oy
verdiği belediyeler de beni rehabilite etsinler.
7) 2009 ila 2011 yıları arasında Açıköğretim
okudum, 24 adet sınavıma binaların ikinci üçüncü katında girmek zorunda
bırakıldım. “Ben tekerlekli sandalyelim” deyip raporumun fotokopisini defalarca
taahhütlü olarak Halk eğitim müdürlüğüne, il ve ilçe eğitim müdürlüklerine,
Ankara’ya Milli eğitim bakanlığına bile gönderdiğim halde, bana bir kez bile
cevap verilmedi. Gelen bazı cevaplardaysa bana "sınava sınav yerinde
girilir" oldu. Fethullah Gülen yapılanması içinde yer alsaydım veya
siyasi partilere üyeliğim olsa, sınavlarım okul girişinde yapılırdı,
hatta her sınavda evimden bile alınırdım. Şunu hiç unutamıyorum; orta okulu okuduğum Ayhan Şahenk orta
okulunda küçük kardeşim tek başına beni tekerlekli sandalyemle 20- 25 basamaklı
merdivenden geri geri çıkartırken okul müdürü Ergun Nart’ın gülümseyerek bana
bakmasını.
8) 2012 yılı içinde İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Alo153’den tekerlekli sandalyeli engelli taşıyan araç talep ettim,
“bir hafta önceden aramanız gerekiyor” cevabı aldım, bir hafta öncesinden araca
ihtiyacım olacağını nereden bileceksem. Acaba TBMM’de herhangi bir
siyasi partiye üye olsaydım, yönettikleri belediyenin partisine üye olsaydım
veya tanıdığım bir meclis üyesi olsaydı, o bir
hafta bir saate düşer miydi?
9) İlçe belediyesine havuz terapisi için
başvurdum, maddi olarak devletin veya belediyenin her ihtiyacını karşıladığı
AKDEM’in havuzunda ilk seans terapimi yaptılar, ikinci üçüncü seans terapimi
yaptılar, sonrasında havuzda bir tamir çalışması yapıldı ve bana
bir daha geri dönüş yapılmadı. Neden acaba?
10) 2011 yılında ilçe belediyemizin Kültür
merkezinden, sosyalleşmek için sinema, tiyatro, konser aktivitesi için birkaç
defa bilet talep ettim, hep “biletlerimiz bir ay öncesinde tükendi, bilet almak
için ay başında başvuru yapmanız gerek” dediler. Sanki aktiviteler aylar
öncesinden belli oluyormuş gibi. Sonuçta bir tekerlekli sandalyedeyim, bir
kenarda oturup sergileneni seyredeceğim. İnsanı sanattan da soğutuyorlar,
sosyal ortama girme çabasından da soğutuyorlar. Biz engelliler sağlıklılarla aynı ortamda bulunmadığımız sürece
insanımız engelliyi kabullenmeyecek.
11) 2012 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi
başkanlığına engelliler için yeni anayasa çalışmalarına katkı sağlamak amacıyla
engellilerin dezavatajları konuları hakkında göndermiş olduğum iki adet
taahhütlü mektubuma “alınmıştır” cevabı bile gelmedi. TBMM başkanlığı Cemil
Çiçek’e gönderdiğim taahhütlü mektuplara cevap gelmediği gibi. Acaba, herhangi
bir siyasi partiye üye olsaydım veya Fethullah Gülen yapılanması içinde yer
alsaydım, TBMM tarafından insan yerine konulur muydum?
12) 2018 yılında Başbakanlık İletişim
Merkezine (BİMER) henüz beş yıl önce hizmete giren Marmaray raylı sistem
toplu ulaşım ağı için bir başvuruda bulundum. “Ağın sadece Kazlıçeşme ve
Ayrılık çeşmesi istasyonlarında birer asansör var ve onlar bozulduğunda biz
tekerlekli sandalyeliler bu ağı kullanamıyoruz ve eve geri dönüyoruz” dedim, hatta
öneri olarak, “alternatif asansör yapılsın veya karayollarındaki gibi rampalı
bir üst geçit yapılsın” sundum. Onlardan gelen cevapsa: “Marmaray ağını biz
yapmadık, lütfen bu ağı yapan şirketlere başvurun” oldu. Kendilerinin
yapması gerekli yazışmayı ne yazık ki bana yaptırmayı uygun gördüler. Bir
ulaşım ağında tek bir çıkış alternatifinin olması nasıl bir düşüncesizlik, bunun
farkındalar mı? Eğer özel bir mekanda tek bir
çıkış olsa orayı anında uyarırlar veya kapatırlar.
13) 2018 yılında yüzde 80 engelli raporum
olduğu halde, ÖTV'den muaf olabilmek için Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma
hastanesine ve Haseki Eğitim ve Araştırma hastanesine onlarca muayeneye girdim,
ama hastaneler benim engel yüzdemi bir puan düşürdü. Sol tarafım felç, beyin
hasarlı olan bana "sen tertibatlı araç al kullanırsın" dediler ve ÖTV
indirimi yapmayıp, "ÖTV indirimi veya engelli plakası alamazsın"
dediler. Bu ülkede ÖTV muafiyeti alan o kadar çok sağlıklı var ki,
birçoğu rüşvetle, sahte belgeyle veya araya giren birileriyle bunu yapıyorlar. Bu ÖTV indirimini telefonla alan bile vardır.
14) 2019 yılında sol tarafım felç olduğu için
23 yıldır sol omzumu, kolumu, elimi ve parmaklarımı kullanamıyorum, yani sadece
sağ tarafımı kullanabiliyorum. Manuel tekerlekli sandalyenin sol tekerini
itemem veya çekemem, yani ev dışında dışarıda illa ki akülü tekerlekli sandalye
kullanmam şart. Bu yüzden ev dışında akülü tekerlekli sandalye kullanıyorum,
buna da mecburum. Bende bulunan sağlık raporunda "Akülü tekerlekli
sandalye kullanabilir" yazısının kutucuğu işaretli değil, işaretli
olmadığı için bir tekerlekli sandalye alırken devletin verdiği indirim gibi
imkanlarından yararlanamıyorum. Haseki Eğitim ve Araştırma hastanesinde girmiş
olduğum fiziksel muayenede hanımefendi bana: "sen ayakta durabiliyorsun,
fizik tedavi gördüğün taktirde yürüyebilirsin, devletin verdiği akülü
tekerlekli sandalye imkanından faydalanamazsın" dedi. Bu devlet,
bu hükümet bana ve benim gibilere hem gerekli yeterli fiziksel tedaviyi
vermiyor, hem yaşamımda büyük yeri olan akülü tekerlekli sandalye için
"imkandan faydalanamazsın" diyor. Sol tarafım kendine gelebilirdi ama gerekli tedavi hiçbir zaman
uygulanmadığı için ben normal bir hayata geri dönemedim, akülü tekerlekli
sandalyeyi tek tarafı felç olanlara veriyorlar ve şansa bak benimde sol tarafım
felç.
15) Devlet, hükümetler veya belediyeler
tarafından engelli için sunulan plan, proje, hibe gibi birçok imkanların
şartları saçma sapan. Engelli için sunulan birçok imkana başvurumda olumsuz
yanıt aldım. Başvurularımın ya onlarda ya da bende belgesi var, gerektiğinde
veya istenildiğinde ulaşılabilinir. En son 2019
yılında “Engelli ve Hükümlüye 50.000-TL hibe almak için İŞKUR’u arayın” dendi,
ama tırt çıktı, çünkü şartları sormak için aradığımda bana "böyle bir
şeyin olmadığı" söylendi.
16) 2020 yılında Corona Covit- 19 salgını ilk
çıktığında kronik ve sağlığında sorun yaşayanlar için bir düzenleme yapıldı ve
raporu olanlar ilaçlarını, hastaneye veya sağlık ocağına gitmeden de eczaneden
alabilme hakkı verildi. Bu düzenlemeden ben yararlanamadım, çünkü 24 yıllık
beyin hasarlı bir kişi olmama rağmen veya epikriz raporumda ‘sağlığımın geri
gelmeyeceği’ yazmasına rağmen kullandığım ilaçlarımın bir raporum yok. 1996
yılından bu yana 24 yıldır her ay, hastaneye veya sağlık ocağına gidiyorum ve
ilaçlarımı yazdırıyorum. Defalarca beyin hastalıkları uzmanlarına, fiziksel
tedavi uzmanlarına veya Eğitim ve Araştırma Hastanelerine başvurduğum halde,
bana hep "hayır" cevabı verildi, neden olarak da "sağlık
kuruluşlarına her ay gidebilecek kadar sağlığın yerinde" dendi, bu yüzden
doktorlar uzmanlar profesörler tarafından bu hakka sahip olmamın gereksiz
olduğu ön görüldü. 2020 yılında olağanüstü bir durum mevcut ve ben kas
gevşetici Lioresel ilacımla kas ağrılarım için kullandığım Cabral ağrı kesici
ilacımı sağlıkçıların inadı yüzünden alamadım. Demek ki neymiş; doktorlarımızda, uzmanlarımızda, profesörlerimizde
ön görü yokmuş ki, bir pandemiyi görememişler. NOT: 1996 yılındaki epikriz raporumda ‘sağlığımın ömrün
boyu geri gelmeyeceği’ yazdığı halde, sağlıkçılarımızın bana bu zulmü
yapmalarındaki sebep ne olabilir.
17) 2020 yılının ilk aylarında dünyanın başına
bela olan Corana Covid-19 salgınına önlem olarak 2021 yılı Haziran ayında ‘acil
kullanım onaylı’ BiONTech aşı sıram gelince ilk dozumu Yedikule Göğüs
Hastalıkları hastanesinde oldum. Sağlıkçı olan bazı tanıdıklarım bana; “sağlık
sorunlarım olduğu için ölü hücreden üretilen Çin’in Sinovac şirketinin
CoronaVac aşısını olmamı” önerdiler, “canlı hücreden Almanya Pfizer BiONTech
aşısı sende tepki verebilir, aşı olmak için acele etme” dediler. Bana aşı hakkı
tanımlandıktan sonra bir hafta boyunca Çin’in Sinovac şirketinin CoronaVac
aşısı için randevu almaya çalıştım, ama randevu verilmedi, ama bazı engelli
tanıdıklarım sağlıkçı yakınlarının araya girmesiyle Çin’in Sinovac şirketinin
CoronaVac aşısını yaptırdılar. Bu ülke böyle
bir ülke işte, bu türden haksızlıklara tepki gösterince bana kızıyorlar. Baktım Sinovac'ın
CoronaVac için randevu alamıyorum, bende BionTech aşısının canlı hücreden
üretildiğini bile bile randevumu alıp aşımı oldum. Oldum, çünkü neredeyse bir
buçuk yıl oldu ve ben ve annem babam bir türlü yaşantımızda normale dönemedik,
herkes gezip tozarken biz evimizden dışarıya çıkamamıştık hâlâ.
DİPNOT;
2024 yılı Temmuz ayı sonunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait Şile Engelliler Kampı'ndan annem ile beraber beş gün kaldım. Kamp süresince tüm imkanlar onlar tarafından karşılandı ve son derece rahat günler yaşadık. Orada girişi tekerlekli sandalyeme uygun, 45-50 metrekare, iki odası, Amerikan mutfağı, tuvaleti banyosu, balkonu, buzdolabı gardırobu, televizyonu ve interneti olan her yeri düzayak son derece modern prefabrik bir evde kaldık. Ev içinde tekerlekli sandalyemle rahat ettiğim kadar kamp içinde de tüm imkanlar biz tekerlekli sandalyeliler içindi. İstediğim zaman evden çıkıp yemekhane, kafeterya, oyun salonları, toplantı salonları, açık alanda olan çardaklar gibi müzik organizasyonu gibi yerlere hep kendim gidip geldim. Annem sadece evde beni tekerlekli sandalyeme oturttu gerisini gün boyunca hep ben hallettim. 1996 yılından bu yana 28-29 yıllık bir tekerlekli sandalyeli olarak; tek istediğim buydu, ama kimsesi beni umursamadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder