18 Şubat 2013 Pazartesi

Abdullah Ünal ; Hayallerinizin gerçekleşmesi için savaşın...


30 Ağustos 1996 tarihinde
Anevrizma nedeniyle beyin kanaması geçirdim ve tüm yaşamım değişti... Yaşamıma dair hayallerim planlarım hesaplarım altüst oldu. 


Engelli hale gelişimin kısa bir hikayesidir, şu söz: “bir gece yarısı yürüyerek bir acil servise gidip, doktora “sol tarafım uyuşuyor başım dönüyor” dedim, doktor bana “sen bir şeye üzülmüşsün, senin bir şeyin yok” deyip sedyeye yatırdı, koluma serum bağladı beş altı saat bekletti ve ben tekerlekli sandalyeli bir birey oldum. 


Türkiye’deki birçok engellinin yaşamının şifresi bu kadar kısacık bir sözcüğe sığdırılabilir. 


Ben kendimi kötü hissetmeye başladıktan 20 dakika sonra Surp Pırgiç Ermeni hastanesinin acil servisine yürüyerek gittim ve hastane kapısından içeri girip şikayetimi kendim anlattım. Bu kadar kısa sürede bir sağlık kuruluşunda olmama rağmen, kendimi kötü hissetmeye başladıktan 26 saat sonra Amerikan hastanesinde beyin ameliyatı olabildim. 


Amerikan hastanesinde ameliyat olduktan sonra, yoğun bakım ve koma sürecini şuurum kapalı şekilde geçirdim... 31 günü Amerikan hastanesi yoğun bakımında on günü servisinde geçirdikten sonra yaklaşık iki üç ayda koma halinde evde yatmış bir bedensel engelliyim. 

Beyin kanaması sonrasını bu kadar ağır şekilde geçirmiş olma nedeniyse Sepsis; Akciğer enfeksiyonudur. 


Anevrizma; atardamarın duvarında oluşan bozuk yapının baloncuğudur, çoğunlukla beyin ve aort bölgelerinde görülür. Anevrizma damar duvarında zayıf bir nokta bulur, o bölgede şişkinlik yaratır ve bu şişen damar duvarı çatlayıp organa kan sızana kadar sürer. 

Anevrizma, bin kişide bir görülür ve her yüz kişiden biri bu durumu zarar görmeden atlatır. 

Anevrizma yaşamın herhangi bir döneminde oluşup çatlayabilir, ama hapşırma tıksırma ıkınma veya sıcaklık gibi zorlanmalar damarın çatlamasına nedende olabilir. 

Ben, Anevrizma’dan dolayı geçirdiğim beyin kanamasını sorunsuz atlattım, hatta altı gün sonra taburcu işlemlerim başlatılmış, ama yaşamımı Akciğer enfeksiyonu Sepsis mahvetti. 


Amerikan hastanesindeki bu ameliyatın bana katkısı sadece hayatımı kurtarması oldu. Gecikme nedeniyle beynimin büyük bir bölümü kanla dolu olduğu için doktorların yapabileceği pek bir şey yoktu. Ölüm halinde getirildiğim Amerikan Hastanesi’nde ameliyat edilip beynimi kaplayan kan temizlenip yaşamım kurtarılmış. 

Ameliyat çok başarılı geçmiş, ameliyattan bir hafta sonra yoğun bakımdan çıkartılmışım ve o gün Akciğer enfeksiyonu geçirmişim. 

Akciğer enfeksiyonuna sebep ise; acil olarak ilk gittiğim Surp Pırgiç ermeni hastanesinde doktorun beni umursamayıp koluma serum takıp sedye üzerinde beş altı saat bekletmiş olmasıdır. 

Surp Pırgiç Ermeni hastanesi acil servis doktorunun ikinci hatası ise beni başından bir an önce savmak için başka hastaneye sevkimi ambulansla değil de, bir otomobilin arka koltuğunda oturur pozisyonda göndermiş olmasıdır. 


Aracın arka koltuğunda oturur pozisyonda istiğfar edişimle kusmuğum Akciğerime kaçması enfeksiyona sebep oldu. 


Kimsenin o günlerde sebebini fark edemediği Akciğer enfeksiyonunun gerçek sebebini araştırarak ben keşfettim... Yaşamımı mahveden bu enfeksiyonun sebebi; Surp Pırgiç Ermeni hastanesinden Cerrahpaşa tıp fakültesine sevkimin oturarak yapılmış olmasıdır. 

Ambulansla sevkim yapılmış olsaydı eğer, yatar pozisyonda olacaktım ve kusmuğum Akciğerlerime gitmeyecekti. 

Bu kadar basit bir ayrıntının gözden kaçırılmış olması beni engelli hale getirdi. 


Amerikan Hastanesi’nde ikinci kez yoğun bakıma girişimle ateşimin 42 dereceye çıkması ve günlerce haftalarca düşürülememesi, beynimin sağ bölümünde kalıcı bir hasara yol açtı. Ateşimi düşürmek için beni defalarca buzla dolu yatağa yatırmışlar, ama ateşim bir türlü düşmemiş. Başka hastanelerden getirilen doktorlar bile sebep bulamayınca çareyi beni eve taburcu etmekte bulmuşlar. 


Hastane ortamları enfeksiyona açık mikrop yuvalarıdır, bir hastanın taşıdığı hastalığın diğer bir hastaya geçmesi an meselesidir... Bu yüzden hastanelerde çok dikkatli olmak gerekli ve gerekmediği sürece hastanelere gidilmemeli. 

Hastalığımın getirdiği ağır şartlara rağmen direnmeme sebepse, genç oluşum ve yapımın sağlam oluşuymuş. 


Amerikan hastanesinde 41 gün kaldım, bu süre zarfında neredeyse hiç kendime gelemedim. 41 gün boyunca bilincim hep kapalıydı. O, 41 gün boyunca toplamda bir saat filan kendime gelmişimdir, bir an bilincim açılırdı ve hemen iki dakika sonra kapanırmış. 

Bir rüya gibi veya kabus gibiydi her şey... Bazen televizyonun sesini veya görüntüsü, bazen yanıma gelen giden ziyaretçilerin sesini veya görüntüsünü, bazen de iyileşmem için yapılan tedaviler beni uyandırırdı. 

Televizyonda Zeki Müren’in ölüm haberi gibi müzik sesler aklımda kalanlar, amcamın oğlu Yusuf ağabeyimin “beni duyuyorsan ses çıkar veya göz kırp" gibi söylemlerini hatırlıyorum. 

İyileşmem için yapılan tedaviler canımı çok yakardı. Yattığım yerde gözümü açardım başımda hastane kıyafetli insanlar olurdu, onların uyguladığı tedaviye zor dayanırdım, ama sesimi çıkartamaz hareket edemezdim. 

Gerçeği söylemek gerekirse; canımın yandığını bile anlamazdım, ama bağırmaya çalıştığımı veya bana yapılmak istenilen tedavi engellemeye çalıştığımı hatırlıyorum. 


Şu vardı, başımda insanlar varken canım çok yanardı... Ama her nedense onlara karşı koyamazdım, çünkü hareket edemez veya gücüm yetmezdi. 


Canım yanıyordu, ama neden yandığını bile bilmezdim... 

Bilmiyorum, belki hareket etmemem için yatağa bağlıydım belki de hastalığımın verdiği hasardan dolayı kımıldayamıyordum. 

41 gün sonra beni koma halinde ambulansla eve çıkarttılar, eve ambulansla sevkimi az bir şey hatırlıyorum, ambulansın sireninin hiç susmaması, şoförünün trafiği açmak için yaptığı anonslar hâlâ kulağımda çınlar. 

Bu yüzden ambulans siren sesi beni çok etkiler, ses kulağıma geldiği an içime bir ürperti düşer, tüylerim dikelir ve gözlerim yaşarır... 


11 Ekim günü eve geldim… Evde bir odaya hastanede kullandığım cihazları kurup, doktorun dediği steril ortam sağlanmış. Annem bana öyle özenle bakmış ki, hiçbir mikropla temas ettirilmemişim ve 15- 20 gün sonra konuşmaya görmeye duymaya başladım. 

Daha sonrasında da diğer his kayıplarım geri geldi, vücut fonksiyonlarım işlemeye başladı. Ev ortamında sağlığımın bu kadar çabuk iyiye gitmesi, Amerikan Hastanesi doktorları tarafından bile hayret edici büyük başarı olarak görülmüş. 


Hastane ortamları mikrop yuvasıdır, yani hastanede bulunan mikroplu ortam iyileşme sürecini kötü etkiler. 


Ev ortamında sağlığıma kavuşmaya başladıktan hemen sonra fizyoterapist Sema Gürbüz tanıştık ve egzersiz tedavisi görmeye başladım. Aylarca hareket etmemem nedeniyle kas ve eklemlerim kısaldığı, kısıtlanmaya başladığından egzersiz sırasında çok canım yanardı. 

Egzersizlerde yine pes etmedim ve acıya ağrıya sızıya rağmen hiç durmadım hep çalıştım. 

Her şeye rağmen fizyoterapist Sema Gürbüz’ün her dediğini yaptım… 


Ağladım sızlandım zırladım, çok acılar ağrılar çektim, ama yine de “yeter artık” demedim. Her zaman “belki bir gün bir şeyler değişir tekrardan eski yaşamıma dönerim” düşüncesiyle hareket ettim. 

Sema Gürbüz ile yaklaşık üç yıl çalıştım. Sayın Sema Gürbüz’ün yaptığı egzersiz beni yürütmek için değildi, Sema Gürbüz’ün niyeti kas ve eklemlerimde kısıtlanma olmaması ve geriye gitmemi engellemek, durumumu korumaktı. 


Sema Gürbüz’e göre; çok zorlu bir sağlık problemi geçirdiğimden, iyileşmem uzun süre zarfında olacaktı ve zorlu bir egzersiz süreci beni bekliyordu. 


Sema Gürbüz, 1999 yılında Kanada’da iş yaşamını sürdürmeye karar verdi ve Kanada’ya gitti. O gidince ben egzersiz çalışmalarında bocaladım, ama hiç durmadım hep devam ettim. Bolca ayakta durdum, her gün yatak egzersizi yaptım, yapabildiğimce yürüme çalışması yaptım. 

Kaslarımın kireçlenmemesi ve daha çok kısalmaması için bir yandan yapabildiğim kadarıyla egzersizler yapıyordum, diğer yandan da kendimi oyalamak için bilgisayarla uğraşıyordum. 

Ben muhasebe stajyeri olduğum için bilgisayar bilgim vardı, 1998 yılında bana bir bilgisayar alındı ve oyalanmam sağlandı. 

Kaslarımın eklemlerimin kısalması veya kireçlenmesi demek, "günlerce haftalarca egzersiz seanslarında acı ağrı sızı çekmem" demekti. Bu yüzden hiç durmadım ve hep hareket edip egzersiz yaptım. Egzersizler harici bolca ayakta duruyordum, bazı günler dört beş saat pencerede ayakta duruyordum. 

Odamdaki pencere sayesinde kaslarımda eklemlerimde kısalma kireçlenme olmadı. Bu sayede vücudumda bir eğrilik olmadı, çünkü beynimden gelen emirle vücudum sola çekiyordu. 


Biliyordum ki: “beyne ne verirseniz onu alırsınız…” 


Odamdaki o pencerenin bana diğer faydası da, sokağımızdan gelip geçen insanlarla selamlaşıp sohbet edip sosyalleşmemdi. 

Birçok kişi farkında değil, o pencerenin bana faydası çoktur, vücudumun düz durmasını sağladı ve eğriliği engelledi, boyun omuz kol kaslarımın el bilek ve parmaklarımın güçlenmesini sağlayıp kireçlenmelerini kısıtlanmalarını engelledi. Ve bunun yanı sıra sosyalleşmemi sağladı. 

Ev ortamında yaşamaya başlayınca, arkadaşlarım ve akrabalarımla bağım koptu. Onlar ortalarda görünmeyince, ben kendimi bilgisayar ve internete verdim. Özellikle internette dünyanın dört bir yanından onlarca arkadaşım oldu. 

Derdimi sıkıntımı sevincimi mutluluğumu sırlarımı hayallerimi düşüncelerimi onlarla paylaştım, onların dertlerine sıkıntılarını mutluluklarına sevinçlerine sırlarına hayallerine düşüncelerine ortak oldum. 


İnternet; benim psikolojik olarak çökmemi engelledi, ayakta durmamı sağladı… Bizim gibiler için, bilgisayar ve internet çok güzel bir icat. 


2002 yılında internet yoluyla Danimarka Kopenhag’da yaşamını sürdüren Zeynel Kozanoğlu ile tanıştım… O, gençliğini Türkiye’de öğretmen, gazeteci ve muhabir olarak geçirmiş, şu anda da Danimarka’da yaşamını sürdüren bir Aydın. 

Benim yaşamım Zeynel amcaya ilginç geldiği için bolca yazıştık. Onunla bir yıl boyunca internetten binlerce kez mailleşerek 2003 yılı Mart ayında 296 sayfalık bir kitap çıkarttık. 

Biraz Daha Işık adlı bu kitabımızda benim yaşamım, Türkiye’deki ve dünyadaki engellilerin yaşamı konu alındı. Bunun yanında Zeynel amcanın tecrübelerinden alıntılarda kitabımızda yer aldı. Zeynel Kozanoğlu, büyük ve benim için yeri doldurulamayacak kadar önemli bir kişidir. 

Kitabın ilginç yanı ise İstanbul Zeytinburnu’ndaki odamdan, Avrupa’nın ortasındaki bir kişiyle tanışıp yazışmamdı. Küçücük odamdan Avrupa’nın göbeği ile konuşuyordum, hem de bunu 2002 yılında yapıyordum. 

Benim azmim direncim sadece sağlığım konusunda değil, yazma konusunda da vardı. Bilgisayarım olduktan sonra günlük tutmaya başlamıştım ve o günlüğüm kitabın oluşmasına büyük katkıda bulundu. 


Beyin ameliyatı olduğum sırada doktorlar beynimde bir yere dokunmuşlardı herhalde ki bendeki yazma dürtüsünü ortaya çıkarmışlardı. :) 


2003 yılında kitabım çıktıktan sonra da günlük tutmaya devam ettim. Çoğunlukla yürüyüşümün safhalarını yazdım, yaşadığım zorlukları sorunları yazdım. Yapılması gerekenleri yazdım. Hayallerimi, düşüncelerimi, fikirlerimi, projelerimi yazdım.

2002 yılında söylemiş olduğum “Hayallerinizin gerçekleşmesi için savaşın...” sözü, savaşçı bir ruhumun olduğunu sergilemiştir. Bu savaşçı ruh; yürüyebilme çabalarımda vardı, yalnız kaldığımda beynimi oyalama çabalarımda vardı, bir adım ilerisini görmeyi değil hep daha ilerisini görme çabalarımda vardı. 

Hiçbir zaman yaşama küsmedim, her zaman yaşamıma “yarın sabah olacak yaşamım değişecek” diyerek baktım. 

2004 yılında İstanbul Bahçelievler’de bulunan 70.yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesine yatıp, iki ay yatılı tedavi gördüm. Orada fizyoterapist Ercan Varzikoğlu yönlendirmesiyle birkaç hafta içinde Paralel barda adımlamaya ve yürümeye başladım. 

Ercan beyin bana dediği lafı hiç unutmam, odama girdi ve “Abdullah sendeki sağlık problemi çok ağır, azmedip sabredersen, zorluklara dayanırsan ve burada öğrendiklerini evde devam ettirirsen şu anki durumundan çok daha iyi durumda olacaksın, buna inan” dedi. Ve dediğinde de haklı çıktı. 


Ercan Varzikoğlu büyük adamdır; vicdanlı adamdır, çıkar gözetmez, gösterdiği doğru yol sayesinde onun da hakkı hiçbir zaman ödenemez. 

Yıllarca doktor doktor, hastane hastane, şifacı şifacı gezdikten sonra, hastalığıma şifamın fizik tedavi ve rehabilitasyonda olduğu kimse tarafından söylenmemiş olması, çok garip çok acı. 


Sanırım sağlık sektörü, paranın ve kariyer yapmak isteyenlerin kölesi olmuş durumda... 


70.yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesinde Ercan beyin gözetiminde iki ay kaldıktan sonra taburcu olunca, hastanedeki paralel bardan evin koridoruna da yapıldı. Ben hastanede gördüğüm o egzersiz tedavisini annemle beraber her gün sabah yaptım, yürümelerimi de her gün defalarca yaptım, çünkü fark etmiştim ki doğru yol buydu. 

Annem egzersizlerimde babam ise Paralel barda yürümelerim sırasında gözetim desteğiyle ben altı yedi ay sonra evdeki Paralel barda kan ter içinde kalarak ta olsa yaklaşık on beş yirmi metre filan yürümeye başladım. 


70.yıl fizik tedavi rehabilitasyon hastanesi sonrası Paralel barda birkaç metreden altı ay içinde onlarca metreye ulaşmıştım. Bu büyük bir başarıydı. 

Baktım sağlığımda gelişme oluyor, azmettim, sabrettim, inandım ve çalışmaya hiç durmadan devam ettim. 

Ercan beyle hiç bağlantımı koparmadım, şu anda bile onunla konuşur, özel günlerde mesajlaşırım. Hâlâ engin tecrübesinden faydalanmaya çalışırım. Onun büyüklüğü doğru yolu göstermesidir, yıllarını sağlık sektörü içinde geçirmiş biri olarak Ercan beye ne kadar teşekkür etsem azdır. 


Kimsesi kusura bakmasın; Türkiye’de sağlık sektörü çıkara teslim olmuş durumda... 


2005 ve 2007 yıllarında o hastaneye tekrar yattım, çünkü her yatışım şifa ile sonlanıyordu. Yatıyordum bir şeyler öğreniyordum eve gelip hastanede öğrendiklerimi uyguluyordum. 


Çok zor günler geçirdim, egzersiz ve yürüyüşler çok zorluydu, ama ben pes etmedim. 


Şu anda bile (2014) ev içinde Walker denen bir aletle yürümeye uğraşıyorum, “bir gün gelecek ben kimseye bağımlı olmadan ev içinde sokakta bastonla ya da Walker ile yürüyeceğim” diyorum. 


… Çünkü birilerine bağımlı olarak yaşamak çok zor… 


Bir işi başarmanın yolu; düşünmek, tasarlamak, inanmak, sabredip azmetmektir. 

Pes etmedim, çünkü pes etmek kolay yol idi, zor olanı seçtim ve önüme çıkan tüm zorlukları sorunları görmezden gelip ilerlemeye devam ettim. Ediyorum da. 

Dertler sorunlar vardır, var olacakta… Önemli olan onları görmezden gelmek veyahut derdi sıkıntıyı sorunu zorluğu ötelemek. Unutmak değil ötelemek, yani bir köşeye koymak. Sırası gelince de ele alıp yok etmek. 


Hastalığım sürecince arka arkaya defalarca tecrübe ettim; bu savaş tek başına kazanılmaz... Savaş, kazanılmak isteniliyorsa, savaşa giderken yanında inanmış bir ordu bulunmak zorunda. 


Savaşı kazanmak için, lider ve ordu şart... 


Mustafa Kemal bu ülkeyi ellerden kurtardı, ama yanında dedelerimiz ninelerimiz olmasaydı bu ülke bizim olamazdı. O, ordu içinde benimde Atalarım vardı, senin de Ataların vardı. 

Mustafa Kemal liderlik vasfı olan bir kişiydi, yanında da inanmış bir ordu vardı ki, bu ülke kurtarıldı. 


Ben bir liderim… Birçok zorluğu inanarak aşmış birisiyim, birçok zorluğu ince eleyerek çözmüş birisiyim. 

Zorluğu aşmanın yolu inanmakla çözülür… Geleceği; gören, tahmin edebilen ve yapılması gerekeni bilen birisiyim. Ama şunun farkındayım ki, bu savaşı tek başıma kazanmam imkansız. Benden veya biz engellilerden beklenilen şey, buradan Avustralya’ya kürek çekerek gitmemiz. Bizlere yardım edilmeden, bu engelleri aşmak mümkün değil. Sadece benden değil, tüm engellilerden bunun beklenmesi bir hata. Aptallık. 


Türkiye’de Tıp çok kötü durumda; sağlık sektörü, paraya ulaşmanın kolay yolu olarak görülüyor ve sağlığını kaybetmiş insanlar kariyer yapmak için kullanılıyor. 

Hayati olarak sağlık sektöründe benim yaşadığım problemler iki elin parmaklarını aşmış durumda. Özellikle acil servislerimiz berbat durumda, bir kaçı harici hepsi eğitimsiz tecrübesiz çıkarcı sağlıkçılarla dolu. 


İnsanlar sağlığın kaybolmasının nasıl bir şey olduğunu bilmez veya sonrasında karşılaşacakları zorlukların sorunların sıkıntıların neler olacağını bilmezler. Ne zaman canları yanar veya bir sevdiklerinin canı yanar, o zaman her şeyin farkına varıp duyarlılıklarını artırırlar. 


2010 yılında bir adet akülü tekerlekli sandalyem oldu ve tüm hayatım değişti. Artık ev dışında da yaşamımı kimseye ihtiyacım duymadan idare edebiliyordum. Giyim, yiyecek, gezmek gibi sosyal ihtiyaçlarımı kendim hallediyordum, hastane gibi doktor gibi veya ilaçlarımı almak gibi işlerimi kendim görüyordum. Faturalarımı ödeme veya maaşımı alma gibi işlerimi kendim halledebiliyordum artık, Açıköğretim sınavlarıma kendim gidip geliyordu. Akrabalarımla arkadaşlarımla buluşuyor onlarla geziyordum. 


Sosyal yaşamı sıfır olan biriyken artık sosyal yaşamın tam ortasındaydım… Mutluydum, hem de çok. 


Engelliye imkan verildiği taktirde başaramayacağı iş yoktur. Şu yaşamımda sadece insanların yaydığı olumsuzluklardan kendimi koruyamıyorum, insanoğlu çiğ süt emmiş bir varlık olduğundan onlarla sürekli çatışma halindeyim. Ve kimsesinde empati olmadığına inanıyordum. Evde, internette, sokaklarda, yaya geçitlerinde, kaldırımlarda, alışveriş merkezlerinde, rampalarda, asansörlerde, eğitim merkezi okullarda, devlet dairelerinde, toplu taşıma ulaşım duraklarında araçlarında, bankalarda ATM cihazlarında, park ve bahçelerde, müze ve sergilerde, hastanelerde her yerde benimle tartışıyorlar. 


İnsanımız benimle empati yapmak yerine, benimle sürekli tartışıyor…  İnsanımız haklı olduğumu bildiği halde bana haksızlığını savundu hep. 


Tekerlekli sandalyeli olarak sokaklarda yaşadığım problemleri saymakla bitiremeyeceğim kadar çok. Çoğu yerde rampa yok, olan yerde ise eğimi yüzeyi genişliği sorunlu. Kaldırımlarımızın üzeri ağaç direk tabela işgal ediliyor, esnaf ürünleriyle işgal ediyor. Trafik ışığı önüne park eden araçlar, yaya geçidinde yayaya yol vermeyen araçlar, koşturarak karşıya yetişemeyeceğin kadar hızla yanan sönen trafik lambaları. Kaldırımda yan yana kol kola yürüyenler. Engelli eğitimi için kurulan özel eğitim, kurum ve kuruluşlarında olmayan rampalar asansörler tuvaletler. Alışveriş merkezlerinde rampaları sohbet muhabbet etmek sigara içmek için işgal eden eğitimsizler, asansörlerini tıklım tıkış dolduran sağlıklılar, engelli tuvaletlerini sevgilileriyle sohbet muhabbet etmek için sigara içmek için abdest almak için bulaşık yıkamak için üstlerini değiştirmek için telefonla konuşmak için kullanan eğitimsizler. 


Türkiye’de engelli olmak zor ve bu sorun anca eğitimle çözülür… Beklentim ise gelecek neslin çocuklarının doğru düzgün bir şekilde eğitilecek çocukların büyüteceği çocuklarda. 


2013 yılı Ekim ayında üç şişe doz Botox oldum, bu üç şişe doz sol bacağıma ve sol koluma enjekte edildiği halde bende yeterli etkiyi göstermedi. Hatta hiç etki göstermedi. Üç şişe doz çok yüksek, normalinde bir veya iki doz kullanılırken bende kullanılan bu üç şişe dozun etkili olmaması nasıl bir travmanın etkisi altında olduğumun göstergesidir. 

Botox, enjekte edildiği birçok hastada kasılmaları yok ederken, bende etkisi neredeyse sıfır oldu… Hatta enjekteden üç gün sonra kasılma azalmasını beklerken sol el parmaklarımda daha çok kasılmaya neden oldu, parmaklarım verdiğim emirleri dinlemez oldular. 


İçimi ferah tuttum, çünkü Botox’un etkisi üç ay sürüyor, üç ay sonra Botox’un etkisi geçti ve parmaklarım normale döndü. 

Bu olumsuz gelişmeye pek şaşırmadım, çünkü şu ana kadar “kesin şifa bulacaksın” denen birçok tedavi yönteminden eli boş dönmüş bir kişiyim. 

Bu türden sonlara artık pek şaşırmıyorum, üzülmüyorum, garipsemiyorum, canımı sıkmıyorum... Çevreme bir duvar ördüm, o duvarı aşıp geçecek tüm olumsuzlukları görmezden gelmeyi başarıyorum. 

Botox, bir zehir ve bu zehir enjekte edildiği kasın kasılmasını üç aylığına engelliyor. Enjekteden üç ay sonra ise kaslar kasılmaya tekrardan kaldığı yerden devam ediyor. Kasların kasılmayı bıraktığı üç aylık süre zarfında yapılacak olan doğru düzgün düzenli egzersizse kasların iyiye gitmesini sağlıyor. Kas, geri kazanılmış olup normal sağlıklı haline geri dönüyor. 

Sağlıklı bir insanda kaslar kasılmaya baskındır, bu nedenle sağlıklar yaşamını istediği gibi sürdürebilir. Benim gibi sağlığını kaybetmiş beyin hasarlılardaysa kasılma kaslara baskındır, bizler uzuvlarımıza emir verdiğimizde bizi dinlemezler. Hatta dış etkiye veya zorlamaya bile ters tepki verirler. Herhangi bir düşme halinde veya ani hareket etme durumunda, sağlıklı insan kaslarını istediği gibi hareket ettirebilir ve önlemini hızlıca alabilir, ama bizlerde var olan kasılma nedeniyle düşme gibi ani hareket gibi durumlarda önlem alamayız ve bir sağlıklıdan daha çok zarar görürüz. 


Son yıllarda insanların güzelleşme uğruna kaslarına enjekte ettirdiği Botox denen bu ilaç, uygulandığı bölgede kasların işlevini üç aylığına yapmasını engelliyor ve gergin bir görüntü sağlayarak insanımızı daha genç gösteriyor. 


Birileri güzelleşmek için bu zehre muhtaç, birileri sağlığına kavuşmak için... 


2014 yılının son günlerinde 24 Aralık akşamı Yenikapı metro istasyonu asansör kabini önünde yaşadığım talihsizliğin 35 saniyelik videosu ortalığı ayağa kaldırdı. Sağlığı bozuklar, yaşlılar, hamileler, bebekliler ve bebek arabalılar engelliler için kullanıma sunulmuş olan asansöre benden önce sağlıkların doluşması ve bana öncelik tanımayışları vicdanları kanattı. 

O, 35 saniyelik görüntüyü, benim Facebook profilimde 450 bin kişiyi aşkın seyredilme rakamına ulaştı, televizyon kanallarında on milyonlarca kişi seyretti ve tüm internette milyonlarca kişi seyretti. 

Birçok kişi o 35 saniyelik görüntüden utandı ve benimle bağlantı kurup durumun ne kadar acı olduğunu belirtti. 

Oysaki ben ve tekerlekli sandalyeli diğer arkadaşlarım o asansörde yaşadığım bu sorunu her zaman yaşıyoruz. Bir tekerlekli sandalyeli olarak, sadece o asansörde değil neredeyse tüm toplu taşıma istasyonlarında alışveriş merkezlerinde asansör sorunu yaşıyoruz. 

2015 ila 2020 yılları arasında sosyalleşme anlamında çok güzel bir beş yıl yaşadım... 2014 yılının son günlerinde Yenikapı metro istasyonu asansöründe yaşadığım kriz sonrası Vedat Kürşün ile tanıştım ve yaşamım bir kez daha değişti. Vedat Kürşün ve arkadaş grubuyla beraber o kadar güzel işlere imza attım ki, o kadar çok farkındalık çalışmasına katıldım ki “beş yıl boyunca hiç boş durulmadı” desem yeridir. Var olan projelere destek olduk veya kendimiz projeler ürettik. Bu etkinlik ve organizasyonların 2018 ile 2020 yılları arası (AGD) Ahtapot Gönüllüleri Sosyal Dayanışma Ve Sportif Faaliyetleri derneği çatısı altında olmak üzere beş yıl boyunca çocuklar için, öğrenciler için, sokak hayvanları için, mülteciler için, depremzedeler için, evsizler kimsesizler engelliler için “Şikayet etme harekete geç” sloganıyla ihtiyacı olan herkese eğlenerek dokunduk. Engellilere ise yapılmak istenilen projeler hep kağıt üzerinde kaldı, her türlü desteği veren kurucu, üye ve gönüllü olan benim kişisel olarak yaptıklarım sanırım Yönetim Kurulu tarafından yeterli görüldü. Sosyal medya hesaplarımda ve bloğumda gerçekleştiremediğim bir çok projem var, bunlar için desteği hiç düşünmediler, düşünmeyi bırak, projelerim konusunda "Apo ne yapalım da harekete geçelim" bile demediler. Yoksa ben her zaman gemiyi son terk edenler arasında olmuşumdur. 2020 yılında bir pandemiye dönüşen Corona Covit-19 virüsü salgını birçok unsur gibi bizi de etkiledi. Faaliyetlerimizi toplanarak harekete geçirdiğimiz için etkinlik ve projelerimizi 2020 yılı Mart ayında sonlandırdık, sponsorlarımız ve düzenli bağışçılarımız maddi sıkıntıları nedeniyle derneğimizden desteklerini çekti ve ilk önce öncelikli projemiz olan (MDM) Malzeme Değerlendirme merkezimizi sonrasında da (AGD) Ahtapot Gönüllüleri Sosyal Dayanışma Ve Sportif Faaliyetleri derneğimizi kapatma kararı aldık. 

11.03.2021
Corona Covit-19 virüsü salgını ülkemize gireli ve ölümler başlayalı bugün tam bir yıl oldu. 2019 yılının son aylarında Çin Wuhan’dan çıkıp bir Pandemiye dönüşen bu virüs, ülkemize birçok ülkeden sonra geldi ve bugüne kadar resmi olarak otuz binden fazla ölüme neden oldu. Özellikle, kronik hastalığı olan ve yaşlı insanların canını alan Corona Covit-19’un bizim ülkemizde durulacağı yok, çünkü virüs ülkemize girdiği ilk günden beri vatandaşımız maske, mesafe kurallarına hiç uymuyor. Sağlık bakanlığı önlemler konusunda çok geç kaldı, rakamlar konusunda samimi olmadı, İçişleri bakanlığıysa maske takma ve mesafeli olma zorunluluğu olduğu halde kurallara ilk önce kendi uymadı, uymayan vatandaşa ceza kesmedi, kesilen cezaları da sanırım tahsil etmeyecek. Pandemi dönemini en az zararla atlatanlar; yaşı genç olanlar, sağlığında sorun olmayanlar ve bekar yaşantısı olanlar oldu. Benim gibi sağlığı bozuk engelliler, annem babam gibi yaşlı olanlar veyahut sağlığında kronik sorunları olanlar evde hapis kaldı ve eve virüs getirmemek için gayret ettiler. Annemin babamın veya benim sağlıkla ilgili bir sorunumuz çıktığında Sağlık ocağına veya hastaneye gidemedik. Babam raporu olduğu için Alzheimer ilaçlarını eczaneden zamanı gelince aldı, annemin kas ve eklem problemleri çıktığında Sağlık ocağına veya hastaneye gitmedi ve hep erteledi. Ben 25 yıldır kullanmakta olduğum ilaçlarımı raporum olmadığından almakta çok zorluklar çektim, bunun yanı sıra özel eğitim merkezinden almakta olduğum yüz yüze egzersiz ve fizik tedaviyi bir yıl boyunca hiç alamadım. Hem ilaçlarımı düzenli almadığımdan hem de egzersizim fizik tedavim yapılmadığından sağlığım bozuldu, kas ve eklem ağrıları yaşamaya başladım. Bunun yanı sıra bir an evvel diş bakımı yaptırmam gerek, şu an dişlerim o kadar kötü ki, eğer diş fırçalamayı veya ağız çalkalamayı aksatsam anında ağız diş sağlığım bozulur. Dört kişilik çekirdek aile olarak bir yıl boyunca son derece dikkatli olarak eski yaşamımızdan feragat ettik ve ne “pozitif” nede “temaslı” olduk. NOT: Annem babam Çin'in Sinovac şirketinin ürettiği CoronaVac aşısı oldular.  iki dozunu da oldular, ben ve kardeşim ise aşı sıramızın gelmesini bekliyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder