31 Aralık 2013 Salı

Sado Kezo

Bir buçuk yıl önce tanıştığım Sado Kezo takma adlı arkadaşlar ortadan kayboldu… Tanıştıktan altı ay sonra Sado ortadan kaybolmuştu, ondan birkaç ay sonrada Kezo ortadan kayboldu.

Ben alıştım artık insanımızın işi olduğu sürece beni kullanmasına ve işi bitince tanımazlıktan gelip bir çırpıda silip yaşamına devam etmesine.

Sado Kezo takma adlı arkadaşların kaybolma nedenleri çok basit, isteklerinin aşırı olması ve benimde bunu karşılayamamam. İnsanoğlu egosunun hep okşanmasını ister, özellikle karşınızda iki kadın varsa onlara karşı işiniz daha da zordur.

Sado ve Kezo iki üç yıldır arkadaş can ciğer arkadaş dost, bu ikisi birbirine çok düşkünler.

 
Karşılarına çıkan insanlarla bir süre sohbet muhabbet arkadaşlık dostluk yapıyorlar, canları sıkılınca da aralarındaki dostluğa arkadaşlığı devam ettiriyorlar sonradan tanıştıkları kişiyi bir çırpıda silip geçiyorlar.

Ben bunu onlarla sohbetlerimde suratlarına karşı söylemiş bir kişiyim, “bakın sadece bizim dediğimiz doğru bakışı yanlış, birinizin doğrusu diğerinizin de doğrusu oluyor” dedim. Bende onlarla dört beş ay arkadaş dost can ciğer olduktan sonra, sohbetlere muhabbetlere konu konuk olduktan sonra basit bahanelerle beni de sildiler.

İlk önce Sado yok oldu, iki üç ay sonra Kezo yok oldu. Zaten önce Sado ile tanışmıştım sonra Kezo ile tanışmıştım. Bu arkadaşların bunu bana bunu yapacağını en başta sezmiştim, çünkü takma isimleriyle internettelerdi.

Sado ile çok sıkı arkadaş değildim, ama Kezo ile aramız iyiydi… Kezo’nun beni bir çırpıda silip gitmesi kötü oldu. Sado biraz uçarı başına buyruk özgür bir kızdı, ama Kezo sessiz sakindi, durgundu, dış dünyaya kendini kapatmış bir muhafazakardı. Aslında Kezo ile aram sıkı fıkı olduktan sonra, onunda içinde tutamadığı hırçın bir dişi olduğunu fark ettim, dizginlerini zor zapt ediyordu. Yaşama karşı kesin tabularıyla bakıyordu, onun için varsa yoksa Sado’ydu, her dediği doğru her yaptığı doğruydu.

Kezo’nunda beni kullanabileceği hiç aklıma gelmezdi…

Bazen kızıyorum, onlara değil kendime, çünkü hatalıydım. Hala neden böyle kişilere bağlanıp neden beni kullanmalarına izin veriyordum, bilmiyorum.

Öyle böyle değil, aylarca gece gündüz sohbet muhabbet et, birçok konuda paylaşımcılık yap, sırrını paylaş o sana sırlarını anlatsın ve sonra çekip gitsin. Bu işin kötü yanı, o gideceğini biliyor, seninse hiçbir şeyden haberim yok. Bir gün geliyor ve “Apo ben yokum” diyorlar veya “ben yokum” demeyi bile sana çok görüyorlar. 

Üç ay önce bilgisayarda internette geziniyorum… Cep telefonum çaldı, baktım Kezo, biraz düşündükten sonra telefonu açtım. Baktım hiç ses yok, yani telefon yanlışlıkla açık olsa çevrenin sesi gelirdi, ama ahize elle kapatılmış. Benim vereceğim cevaba göre ses verilecek veya susulacak.

Eğer cevap verse bende “Kezo ne yapıyorsun” dersem, aylardır arayıp sormayan o, ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranıp sohbete muhabbete devam edecekti. Ama ben telefon numarasını silmiş gibi yapıp üç beş defa “alo alo” deyip sonra telefonu kapattım. O da telefon numarasını sildiğimi düşündü sesini çıkaramadı.

Bu kadınlar neden kendilerini çok akıllı sanıyor... Benim gibi bir düşkünle neden hala dalga geçme düşünürler, bilmiyorum.

Birkaç gün önce Facebook’ta gezerken Sado Kezo ile yazışmalarımı gördüm, mesaj başlığına tıklayınca profilleri açıldı ve bende internette Facebook profillerine baktım. Kezo’da değişiklik yok, ama Sado sözlenmiş ve bu söz sırasında Kezo ortalarda yok ve Facebook’taki resimlerde yok.

Buradan çıkardığım sonuçsa; birbirlerini yere göğe sığdıramayan ikilinin arası limoni, çünkü Sado evlilik yolunda ve Kezo orada bulunan söz resimlerini beğenmiş ama yorum yapmamış.

“Sado’nun erkek arkadaş bulup evlilik yolunda ilerlemesi” demek, “Kezo’nun yalnız kalması” demek ve bu olayın kötü yanıysa yalnız kalan Kezo’nun üç ay önce beni aramış olması. Derler ya “Allah’ın sopası yok”, hanımefendi yalnız kalınca beni aramış, iyi ki telefon numarasını silmiş gibi davranmışım.

Bense üç ay önce Kezo’nun beni iyi niyetinden arayıp aramadığını düşünüp durdum, meğer Kezo beni konuşacak kimse bulamadığı için aramış.

Arkadaşın Sado’su ortadan yok olunca, yanaşacak liman aramaya başlamış, ama bana zamanında adam gibi davranmadığı kalbimi kırdığı için beni kaybettiğinin farkında oldu.

Ben Kezo’ya bunu da söylemiştim; insanlara görmemezlikten gelme kalplerini kırma, ileride yalnız kalabilirsin ve yalnız kaldığında onlara ihtiyacın olabilir, demiştim.

Şimdi, Sado saatlerce telefonda konuşabiliyor mu acaba, ona bilgisayarda saatlerce vakit ayırıyor mu acaba, uçağa atlayıp İzmir’den Ankara’ya geliyor mu acaba? Eğer Sado onun yanında olsaydı beni aramazdı, bana işi düşmezdi.

Bir insanda nasıl bir kişilik nasıl bir vicdan nasıl bir bakış açısı olur ki, bir canlıya bir insana bir engelliye çıkarcılıkla bakar, işi olunca işi düşünce köşeye sıkışınca yaklaşır sırnaşır.

Ben uzun yıllar önce tekerlekli sandalyeli engelli hale geldikten sonra, akrabaları ile arkadaşları ile dostları ile tanıdıkları ile ve çevreyle ilişkisi bitmiş, tüm sosyalliği sıfırlanmış “denize düşse yılana sarılacak” bir kişiyim.

Her ne kadar sağlam bir yapıya sahip olsam da, ben gururuyla oynanmaması gereken bir kişiyim. Çünkü benimde canım yanıyor, bende üzülüyorum, bende saygıyı sevgiyi hoşgörüyü hak eden bir kişiyim.

İyiyim saygılıyım hoşgörülüyüm diye acımasızca yapılan her şeyi hak eden biri değilim.

İnsanlar sadece namaz kılarak hacca giderek zekat vererek dinin gereğini yerine getirdiğini sanıyor veya cennete gideceğini sanıyor. Asıl olması gereken, vicdanlı olmak, sevgiyle saygıyla şefkatle yanaşmak insanlara.

Köşeye sıkışmışa yardım etmek destek olmak gerekli, darbe vurmak değil. Yaratılmışı sevmek gerekli, yaratılmış her canlıya sevgiyle şefkatle bakmak gerekli. Karşındakini incitme korkusu her zaman seni korkutmalı, her ne olursa olsun eğer karşındaki bir canlıysa onun yüreği vardır onun beyni vardır, onun incitilmemesi gerekli.

Bana kimsem acımadı bir başkası neden acısın, asıl hata benim onlardan beklenti içinde olmam. Neden böyle bir beklenti içindeyim, sanırım yaşamdan kopmamama içgüdüm baskın, psikolojimi koruma içgüdüm baskın.


...Hani Feministlik diye bir düşünce tarzı var ya, işte o kendi hemcinslerini koruma kollama haklı çıkarmadır, erkek egemen şu topluma başkaldırıyoruz görüntüsü vermektir. Tek düşünceleri tek niyetleri vardır, o da hep hemcinsleri haklı çıkarmak.

Kendi cinslerini koruyup kollayan ayrımcılığı yapan bu Feministler, acaba bana yapılan bu olaya nasıl bakarlar, sormak gerek. Yani hemcinslerinin başkalarını hor basit gördükleri durumlarda düşünceleri ne olur acaba? Hemcinslerinin köşeye sıkışmış bir engelliyle dalga geçmesine ne der?

“Hep ben haklıyım”, “hep benim cinsim haklıdır”, “hep benim hemcinslerim dört dörtlüktür” diye bir şey yoktur. İnsanoğlu çeşit çeşittir, kimsenin dini dili ırkı rengi cinsi görünüşü önemli değildir, bu ayrımcılığı haksızlığı herkes yapar, bunu herkesin bilmesi gerek.

Kadına karşı ikinci sınıf muamelesi yapanlar var, ama kalkıp tüm erkekleri aynı sınıfa sokamazsın. Sen git ilk önce anneleri eğit, çünkü kadınları ikinci sınıf gören o erkekleri hemcinsiniz olan anneler büyütüyor. Eğer bir yerlerde sorun varsa, bu sorunun kaynağı annelerdedir. Anneler yüz yıllardır doğru dürüst çocuklar yetiştiremesin, sonra kalkıp “Türk erkeği neden böyle” de.

Hakka hukuka adalete eşitliğe inanan bir kişinin, Feministliğe suskun kalabilmesine anlam veremiyorum. Kocaların sevgililerin yazarların siyasetçilerin neden suskun kalıyorlar, anlamıyorum.

Birçok kişi evleninceye kadar susuyor, sevgili oluncaya kadar susuyor, ama emele ulaşınca baskı yer değiştiriyor ve konuşan taraf susar, susan taraf konuşur hale geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder