23 Aralık 2013 Pazartesi

Kahvaltıda...

 
Bu sabah 08:30 civarı uyandım, kalkıp banyoya gittim el yüz yıkadım üzerimi bir güzel giyindim ve saat 09:30’da kardeşim ve babamın yardımıyla dış kapının merdivenlerinden aşağı inip akülü tekerlekli sandalyeme oturdum. Bu kadar özenin nedeniyse liseden arkadaşlarımla kahvaltı yapacak oluşum, onlar her zaman benim için değerli olmuşlardır ve bunu hak eden insanlardır.

Sabahın daha kirlenmemiş havasının kokusu, serinliği ve sessizliği çok güzeldi.

Kapının önünde hiç eğlenmeden akülü sandalyemle sokağımızdan çıktım, on beş dakikalık bir yolculukla Belgrat kapıda bulunan Sur restorana gittim, orada ayırttığım masa olan 3 numaralı çardağın yanına gittim. Saat 10:00’a gelirken de arkadaşlar gelmeye başladı, ilk önce Ersin sonra Rezzan geldi ve en sonunda da Aysun geldi… Aysun dostum arkadaşım gelince sohbet koyulaştı.

Zaman gelip geçti ve saat 11:00’de açık büfe olarak kahvaltılıklarımızı aldık ve yemeğe konulduk. Yaklaşık bir saat bir buçuk saat kahvaltımızı yapabildik, çünkü sohbet muhabbet hiç bitmedi, eski yeni ne varsa karıştırdık. Biz “eskiyi konuşmayalım” dedikçe, eskiler konuşulmadan durulmadı. Öyle böyle derken saat 13:00 yaptık ve Sur restoranda kalkıp evlere dağıldık, ben ve Ersin biraz gezindikten sonra Erey çay bahçesinde hem dinlendik hem çay içtik. Güzel bir gün oldu.

Daha kalabalık olmayı isterdik, ama dört kişi bile çok güzel oldu. Bu tür etkinliklere katılmak için evli olunmayacak ve birde işin gücün olmayacak. Pazar günü bile olsa işi olan vardı, “geleceğim” dedikleri halde gelmediler gelemediler.

Ersin’le beraber Olivium alışveriş merkezi önündeki yoldan karşıya geçmek için, yaya geçidinde bekliyoruz. Bir araç geçti ikinci araç geçti üçüncü dördüncü hala yol veren yok. Ben tekerlekli sandalyedeyim, Ersin bacağında kısalık olan aksayarak yürüyen bir ortopedik engelli ve güneş tepemizde hava çok sıcak. Yaya geçidinde öncelik hakkı bizde olduğu halde, ikimize de yol veren yok, sanırım bunun  nedeni kadın olmamamız, çünkü burası Türkiye dikkatimi çekti, erkeklere hiç yol veren yok.

Ersin’e “boşver yola gireyim onlar durur” dedim. Yirmi otuz metre ileriden bir taksi geliyordu, yaya geçidinden yola girdim, taksici beni gördüğü halde yavaşlama gereği duymadı ve yaya geçiti önüne üç beş metre kala ani frene bastı, sanki son anda görmüşte bize yol vermiş gibi yaptı.

Bir müşteri veya çok şık bir kadın olsa otuz kırk metreden görürler.

Bir kaç gün önce o yolda karşıya geçiyorum…
Yanımdaysa benimle karşıya geçmeyi bekleyen iki kız vardı, aniden bir araç durdu ve bize yol verdi. İlk önce kızlar atıldı yolu geçmeye başladılar ve iki üç saniyede de geçtiler. Bense tekerlekli sandalyemle yolu yarılamışken araç gaza basıp ses yapıp yavaşça hareket etmeye başladı. Bense tepki olsun diye yolun ortasında durdum, şoföre baktım ve o da bana bakıp otomobili durdurdu.

Biz garip milletiz, hem de türünün tek örneği…
Acaba Yaradan’ım biz Türkleri yaratırken, kafası başka yerde miydi? Sapık sapkın acayip insanlarız. Birilerine ilgi duyulur kur yapılır, ama insanca çevreyi rahatsız etmeden yapılır. Bana yol vermek istemeyen o insana “anan kardeşin akraban yok mu” diye lafa gireceğim, o bilinçte insan olsa, durur bana da yol verirdi. 

Sabahki kahvaltı sırasında Aysun bana dedi ki; “Apo senin şu yaşadıklarını ben yaşasam inan ki senin kadar dayanaklı olacağımı sanmazdım, hayata sarılmaz, yapamazdım yaptığını” dedi. Bende Aysun’a “ben hep yarın sabah olacak bir şeyler değişecek ve yaşamım normale dönecek umuduyla yaşadım” dedim.

Aysun olmak başka işte…
Bu kız değerli bir kız benim için, çünkü böyle bir ayrıntıyı anca o yakalardı. Ailemin, akrabalarımın, arkadaşlarımın, dostlarımın konuşmaya sormaya veya kendi içinde bile dillendirmeye korktuğu bir şey bu. Belki de şu ana kadar hiç kimse aklına bile getirmedi bu soruyu “Abdullah nasıl dayanıyor, nasıl yaşıyor, nasıl savaşıyor zorluklarla” diye.

Dediğim doğru; her zaman yarınlarda iyi şeyler olacak, sihirli bir değnek bana dokunacak ve tüm yaşamım değişecek, gözüyle bakacak ve o umutla yaşayacaksın. Doğa üstü bir olay gerçekleşsin demiyorum, sadece “yaşama umudunu kaybetmemek için umutla sarıl yaşama, çünkü yarınların ne getireceği bilinenemez, neler olacağı tahmin edilemez ve ne yaşanacağı kimse tarafından bilinemez” diyorum.

Belki karşıma biri çıkacak ve söylemleriyle seni başka diyarlara götürecek, belki yürüme umudum doğacak, belki bir ilaç çıkacak iyileşmeme yardımcı olacak, belki huzurum mutluluğum katbekat artacak, belki yeni insanlarla tanışacağım, belki de çevremdeki insanlar beni anlayacak ve tüm yaşamım değişecek.

Pes etmeyin ki, yaşamın ne getireceği belli olmaz, belki de yarın çok istediğim bir şey olacak ve yaşamın kökten değişecek.

“O kadar kolay değil” demesin kimse…
1998 yılında bilgisayarım oldu yazmaya başladım, internete bağlandım dünyanın diğer ucundan biriyle tanıştım ve 2003 yılında kitabım oldu, 27 yaşındayken bir kitabım oldu…
Sağlığımın daha iyiye gitmesi için çok uğraştım çabaladım ve ayağa kalkıp yürüdüm…
On dört yıl iki oda da yaşadıktan sonra, 2010 yılında biri bende bir ışık gördü babasına bana akülü tekerlekli sandalye aldı… Sokaklarda gezinmeye başladım ve şu anda ev dışında tüm işlerimi kendim görüyorum…

Son on yıldır yaşamımı yazıyorum niyetim; ikinci kitabımı çıkartıp herkese okutmak; yarın sabahın ne getireceği belli olmaz, umutla yaşamak en güzeli, bir hedef belirleyip o hedefe ulaşmaya çalışmak en güzeli, hedefe ulaşmak için sabrederek ter dökmek en güzeli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder