1976 İstanbul doğumluyum, yaşamımı halen İstanbul'da sürdürmekteyim. Yirmi yaşında Anevrizma'dan dolayı beyin kanaması geçirdim, yarım saat içinde bir acil servis doktorunun karşısında olmama rağmen ilgisizlik nedeniyle yaşamımı tekerlekli sandalyede sürdürmekteyim. His kaybı olmayan sol tarafı felç bir kişiyim. Sorunların ve zorlukların üzerine giderek çözüme ulaşan ve engelli bireyler için farkındalık yaratmaya çalışan bir aktivistim. BİZLER ENGELLİ DEĞİLİZ, BİZLER ENGELLENİYORUZ.
31 Aralık 2013 Salı
Kıyamet alameti
O kadar büyükler ki, ilçemizin her yerinden gözüküyorlar. Geçtiğimiz günlerde bir gazetede bir resim vardı, sanırım Karaköy Beşiktaş civarlarından çekilmiş, Sultanahmet camisinin bir resmi, resimde bulunan Sultanahmet camisi minarelerinin görüntüsü var ve o resimde bizim buradaki üç gökdelenin görüntüsü de var. Minareler arasında bu üç gökdelende var. Sultanahmet cami bizim bulunduğumuz bölgeye 9-10 kilometre uzaklıkta bulunuyor. O caminin o güzel görünümü bu üç gökdelenle bozulmuş durumda.
O gökdelenler ilçemizin görüntüsünü bozmuş durumda, İstanbul’unda görüntüsünü bozmuş durumda. Bir caminin görüntüne önem vermek veya vermemek siyasi gücün elinde, işlerine geldin mi Müslüman olurlar, işlerine gelmezse olmazlar. Görüntü güzel olsun veya olmasın, önemli olan Kazlıçeşme’yi betonlaştırmış olmaları. Eğer bu betonlaşmaya “dur” denmezse, sonumuz çok daha kötü olacak ve yeşile hasret kalacağız, yağmura, kara hasret kalacağız.
Eğer yağmur yağıyorsa, eğer nefes alıyorsak bunun tek sebebi vardır o da yeşildir...
Ormanlardaki, park ve bahçelerdeki ağaçlar, yol kenarlarındaki çiçekler, bitkiler, çimenlerdir ve ağaçlardır, bizleri canlı tutan nefes almamızı sağlayan onlardır. Bizler yeşili korumayıp yok ettiğimiz sürece yağmura ve kara hasret kalacağız, ciğerlerimize çektiğimiz oksijenimizin kalitesi düşecek ve yavaş yavaş can çekişerek öleceğiz.
Karadeniz bölgemiz neden çok yağmurlu neden yoğun kar yağışlı, çünkü orada doğaya ellenmemiş durumda. Orada çevreye beton değil yeşil hakim. Bu yüzdendir o bölgeye yağmur ve karın çok yağması. Zaten bu doğanın bir kanunudur, yeşil olan yer yağmurla karla temiz oksijenle ödüllendirilir.
Ben “binalar olmasın gökdelenler olmasın” demiyorum ben “her şey yerinde güzel, bulunduğum ilçede her yer beton zaten, kalan o üç yüz beş yüz metreye de kocaman beton yerler yapıp insanları o binalara sıkıştırmanın ne gereği var.
Hiç kimse doğaya önem vermiyor, yeşili vahşi yaşamı önemsemiyor… Kıyamet denen sonu aslında biz getireceğiz doğayı katlederek…
Kıyameti getiren insanoğlunun kendisi olacak, Yaradan tarafından bir gün geleceği söylenen ve tüm yaşamın yok olacağı söylenen Kıyamet eğer olacaksa bunun insanoğlunun kendisi tarafından getirtilecek. Kıyamet denen alamet veya kehanet, doğa mahvedilerek getirtilecek, hormonlu yiyecekler yenilerek Kıyamet getirtilecek, yeşil yok edilerek Kıyamet getirtilecek, aşırı sanayileşme aşırı betonlaşma ile Kıyamet getirtilecek, doğal enerji kaynaklarını değil doğayı katledip üretilen enerji ile Kıyamet getirtilecek, geri dönüştürüle bilecek çöpleri çöpe attığımız için Kıyamet getirtilecek.
Üstelik o gökdelenlerde yaşayacak insanlar başka yerlerden gelip yerleşecekler. O gökdelenlerde tek bir dairenin fiyatı birkaç milyon lira değerlerle anılıyor. Yani bölgemiz çok değerlenecek ve o gökdelenlere de parası olanlar yerleşecek parası olanlar paralarını kat be kat artıracak. Biliyorum, çünkü bu hep böyle olmuştur. Ülkemizin neresinde güzel bir yer varsa ve maddi olarak çok değerli olacaksa, orası o dönem devlette hükümet olan kişiler tarafından el konulup değerinden düşük fiyata yandaşlara verilmiştir.
Ben “bu hükümet bunu yapıyor…” demiyorum, ben bunu önceki yönetimlerden yaşadığım tecrübeye dayanarak “böyle olmuştur böyle olacaktır…” diyorum. Biliyorum çünkü İstanbul’un en güzel yerleri bu hükümetin yandaşları ile dolmuş doldurulmuş durumda.
Beykoz sırtları ve orada imara açılan bölgedeki villalar çiftlikler, Boğaz çevresindeki bölgeler imara açılmış olması ve oraların dolmuş doldurulmuş olması ve iş merkezi olan bölgeler civarındaki otobüs durakları gibi okullar gibi kamu binaları gibi yerlerin yıkılıp arazilerinin özelleştirilip satılması veya arazilerine ev işyeri yapılıp satılması.
İnsanoğlu bir Kene gibi, girdiği yeri kemirip yok ediyor.
Sado Kezo
Bazen kızıyorum, onlara değil kendime, çünkü hatalıydım. Hala neden böyle kişilere bağlanıp neden beni kullanmalarına izin veriyordum, bilmiyorum.
Eğer cevap verse bende “Kezo ne yapıyorsun” dersem, aylardır arayıp sormayan o, ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranıp sohbete muhabbete devam edecekti. Ama ben telefon numarasını silmiş gibi yapıp üç beş defa “alo alo” deyip sonra telefonu kapattım. O da telefon numarasını sildiğimi düşündü sesini çıkaramadı.
Bu kadınlar neden kendilerini çok akıllı sanıyor... Benim gibi bir düşkünle neden hala dalga geçme düşünürler, bilmiyorum.
Köşeye sıkışmışa yardım etmek destek olmak gerekli, darbe vurmak değil. Yaratılmışı sevmek gerekli, yaratılmış her canlıya sevgiyle şefkatle bakmak gerekli. Karşındakini incitme korkusu her zaman seni korkutmalı, her ne olursa olsun eğer karşındaki bir canlıysa onun yüreği vardır onun beyni vardır, onun incitilmemesi gerekli.
Kendi cinslerini koruyup kollayan ayrımcılığı yapan bu Feministler, acaba bana yapılan bu olaya nasıl bakarlar, sormak gerek. Yani hemcinslerinin başkalarını hor basit gördükleri durumlarda düşünceleri ne olur acaba? Hemcinslerinin köşeye sıkışmış bir engelliyle dalga geçmesine ne der?
Birçok kişi evleninceye kadar susuyor, sevgili oluncaya kadar susuyor, ama emele ulaşınca baskı yer değiştiriyor ve konuşan taraf susar, susan taraf konuşur hale geliyor.
23 Aralık 2013 Pazartesi
Bankalar ve ATM cihazları
Ben şu an emekli maaşını zorunlu olarak ATM cihazından alan bir kişiyim, bunun başlıca nedeni bankaların bulunduğu mekanlara tekerlekli sandalyemle giremiyor oluşum ve bankalar içinde bulunan işlem yapmak zorunda olduğum bankolarının benim gibi bir tekerlekli sandalyeli engelliye uygun olmaması. Ben tekerlekli sandalyeli hale geldiğimden bu yana onlarca yüzlerce belki de binlerce banka şubesi kapısı görmüşümdür ve birkaçı harici hiçbirinin girişi tekerlekli sandalyemin girişine uygun değildi. Şu ana kadar içerisine girebildiğim bankalarında işlem yapılan bölümlerindeki bankolar tekerlekli sandalyemin boyutunda değildi.
Ya ben işlemi yapabileceğim uygun bir yere gider maaşım ve kağıtlar önüme getirilir imzamı atar paramı alırdım, ya da bankanın memuru kağıtları eline alır yanıma gelir kağıtları kucağımda bana imzalatırdı. Banka içine giremediğim için defalarca maaşını banka dışında sokak ortasında sayılarak bana teslim aldığımı bilirim ve kağıtları da imzaladığımı bilirim.
Bunlar çok önemli bir ayrıntı olarak gözükmese de, ben kredi kartımla veya aldığım maaşla bankalara para kazandıran bir kişiyim, işlemlerimi rahatça bankada yapmakta en doğal hakkım. Gerekiyorsa bankalarını düzayak yere kuracaklar veya girişe rampa koyacaklar ki banka içine girip çıkacağım, gerekiyorsa da işlem yapılan bankoları tekerlekli sandalyeme uygun boyutta yapacaklar.
Banka girişini düzayak yapmak veya girişe rampa yapmak çok mu zor, banka içlerindeki bankolarının boyutunu düzenlemek çok mu zor veya sadece engelliler için banko bulundurulması çok mu zor…
Ben insanlarla iç içe yaşamımı sürdürmek isteyen bir engelliyim, yaşamın zorluğunu yaşamak isteyen bir engeliyim… Gerekiyorsa sıra numaramı alıp bir köşede sıranın bana gelmesini beklemeyi isterim, gerekiyorsa da veznedarla bizzat muhatap olup bankodan paramı kendim almayı isterim. Geleceğin ne getireceği belli olmaz, her zaman yanımda işlemleri halledecek birilerini bulamayabilirim.
Kısacası bankalarda işlem yapmak istesem, bankalar ve içleri benim gibi engelliler için zorlukla sorunla dolu, bunun bir an önce düzeltilmesi gerek.
Gelelim ATM cihazlarına; görünüşte ATM cihazlarında bir zorluk ve sorun gözükmüyor, ama bu sağlıklı insanlar için böyle... Benim gibi bir tekerlekli sandalyeli bireyseniz ATM cihazları zorlu ve sorunlu, çünkü bu cihazlar ya kaldırım üzerine konuluyorlar ya da bir duvara monte ediliyorlar. Şu ana kadar yüzlerce binlerce ATM cihazı gördüysem hiçbiri bana uygun değildi, ya rampası olmayan kaldırım üzerine konuluyorlar ya bir duvara monte edip tekerlekli sandalyemin ATM’ye yaklaşmasını engelliyorlar ya da ATM cihazları önüne basamak koyuyorlar. Bazen aynı banka bir yere ATM cihazları yan yana koyuyor, iki cihazını da kaldırıma koyuyor iki cihazında önünde basamak oluyor ve her iki cihazında yerden yüksekliği sağlıklı bir insanın kullanımı için uygun yapılıyor.
Bu bankaların insan kaynaklarında sorumlu kişileri veya müşteri ilişkilerinde uzman kişileri bu kadar düşüncesiz, neden sadece sağlıklar düşünülüyor. Sadece devlete değil, özel sektörün birçok koluna da bilgili bilinçli eğitimli kişiler gerek.
Kahvaltıda...
Sabahın daha kirlenmemiş havasının kokusu, serinliği ve sessizliği çok güzeldi.
Kapının önünde hiç eğlenmeden akülü sandalyemle sokağımızdan çıktım, on beş dakikalık bir yolculukla Belgrat kapıda bulunan Sur restorana gittim, orada ayırttığım masa olan 3 numaralı çardağın yanına gittim. Saat 10:00’a gelirken de arkadaşlar gelmeye başladı, ilk önce Ersin sonra Rezzan geldi ve en sonunda da Aysun geldi… Aysun dostum arkadaşım gelince sohbet koyulaştı.
Zaman gelip geçti ve saat 11:00’de açık büfe olarak kahvaltılıklarımızı aldık ve yemeğe konulduk. Yaklaşık bir saat bir buçuk saat kahvaltımızı yapabildik, çünkü sohbet muhabbet hiç bitmedi, eski yeni ne varsa karıştırdık. Biz “eskiyi konuşmayalım” dedikçe, eskiler konuşulmadan durulmadı. Öyle böyle derken saat 13:00 yaptık ve Sur restoranda kalkıp evlere dağıldık, ben ve Ersin biraz gezindikten sonra Erey çay bahçesinde hem dinlendik hem çay içtik. Güzel bir gün oldu.
Daha kalabalık olmayı isterdik, ama dört kişi bile çok güzel oldu. Bu tür etkinliklere katılmak için evli olunmayacak ve birde işin gücün olmayacak. Pazar günü bile olsa işi olan vardı, “geleceğim” dedikleri halde gelmediler gelemediler.
Ersin’le beraber Olivium alışveriş merkezi önündeki yoldan karşıya geçmek için, yaya geçidinde bekliyoruz. Bir araç geçti ikinci araç geçti üçüncü dördüncü hala yol veren yok. Ben tekerlekli sandalyedeyim, Ersin bacağında kısalık olan aksayarak yürüyen bir ortopedik engelli ve güneş tepemizde hava çok sıcak. Yaya geçidinde öncelik hakkı bizde olduğu halde, ikimize de yol veren yok, sanırım bunun nedeni kadın olmamamız, çünkü burası Türkiye dikkatimi çekti, erkeklere hiç yol veren yok.
Ersin’e “boşver yola gireyim onlar durur” dedim. Yirmi otuz metre ileriden bir taksi geliyordu, yaya geçidinden yola girdim, taksici beni gördüğü halde yavaşlama gereği duymadı ve yaya geçiti önüne üç beş metre kala ani frene bastı, sanki son anda görmüşte bize yol vermiş gibi yaptı.
Bir müşteri veya çok şık bir kadın olsa otuz kırk metreden görürler.
Bir kaç gün önce o yolda karşıya geçiyorum…
Yanımdaysa benimle karşıya geçmeyi bekleyen iki kız vardı, aniden bir araç durdu ve bize yol verdi. İlk önce kızlar atıldı yolu geçmeye başladılar ve iki üç saniyede de geçtiler. Bense tekerlekli sandalyemle yolu yarılamışken araç gaza basıp ses yapıp yavaşça hareket etmeye başladı. Bense tepki olsun diye yolun ortasında durdum, şoföre baktım ve o da bana bakıp otomobili durdurdu.
Biz garip milletiz, hem de türünün tek örneği…
Acaba Yaradan’ım biz Türkleri yaratırken, kafası başka yerde miydi? Sapık sapkın acayip insanlarız. Birilerine ilgi duyulur kur yapılır, ama insanca çevreyi rahatsız etmeden yapılır. Bana yol vermek istemeyen o insana “anan kardeşin akraban yok mu” diye lafa gireceğim, o bilinçte insan olsa, durur bana da yol verirdi.
Sabahki kahvaltı sırasında Aysun bana dedi ki; “Apo senin şu yaşadıklarını ben yaşasam inan ki senin kadar dayanaklı olacağımı sanmazdım, hayata sarılmaz, yapamazdım yaptığını” dedi. Bende Aysun’a “ben hep yarın sabah olacak bir şeyler değişecek ve yaşamım normale dönecek umuduyla yaşadım” dedim.
Aysun olmak başka işte…
Bu kız değerli bir kız benim için, çünkü böyle bir ayrıntıyı anca o yakalardı. Ailemin, akrabalarımın, arkadaşlarımın, dostlarımın konuşmaya sormaya veya kendi içinde bile dillendirmeye korktuğu bir şey bu. Belki de şu ana kadar hiç kimse aklına bile getirmedi bu soruyu “Abdullah nasıl dayanıyor, nasıl yaşıyor, nasıl savaşıyor zorluklarla” diye.
Dediğim doğru; her zaman yarınlarda iyi şeyler olacak, sihirli bir değnek bana dokunacak ve tüm yaşamım değişecek, gözüyle bakacak ve o umutla yaşayacaksın. Doğa üstü bir olay gerçekleşsin demiyorum, sadece “yaşama umudunu kaybetmemek için umutla sarıl yaşama, çünkü yarınların ne getireceği bilinenemez, neler olacağı tahmin edilemez ve ne yaşanacağı kimse tarafından bilinemez” diyorum.
Belki karşıma biri çıkacak ve söylemleriyle seni başka diyarlara götürecek, belki yürüme umudum doğacak, belki bir ilaç çıkacak iyileşmeme yardımcı olacak, belki huzurum mutluluğum katbekat artacak, belki yeni insanlarla tanışacağım, belki de çevremdeki insanlar beni anlayacak ve tüm yaşamım değişecek.
Pes etmeyin ki, yaşamın ne getireceği belli olmaz, belki de yarın çok istediğim bir şey olacak ve yaşamın kökten değişecek.
“O kadar kolay değil” demesin kimse…
1998 yılında bilgisayarım oldu yazmaya başladım, internete bağlandım dünyanın diğer ucundan biriyle tanıştım ve 2003 yılında kitabım oldu, 27 yaşındayken bir kitabım oldu…
Sağlığımın daha iyiye gitmesi için çok uğraştım çabaladım ve ayağa kalkıp yürüdüm…
On dört yıl iki oda da yaşadıktan sonra, 2010 yılında biri bende bir ışık gördü babasına bana akülü tekerlekli sandalye aldı… Sokaklarda gezinmeye başladım ve şu anda ev dışında tüm işlerimi kendim görüyorum…
Son on yıldır yaşamımı yazıyorum niyetim; ikinci kitabımı çıkartıp herkese okutmak; yarın sabahın ne getireceği belli olmaz, umutla yaşamak en güzeli, bir hedef belirleyip o hedefe ulaşmaya çalışmak en güzeli, hedefe ulaşmak için sabrederek ter dökmek en güzeli.
Sizin ki de ki de dert mi?
Doksanlı yıllarda lisede okurken, Kızılay okula kan yardımı almak için her geldiğinde kan vermiş kan kartı olan bir kişiyim, ama ben 1996 yılında beyin kanaması geçirip ameliyat olduğumda gerekli olan kanı Kızılay bana sattı.
2 Aralık 2013 Pazartesi
Engel T.B.M.M.’de
Bu utanç verici tabloyu göremeyen veya görmezden gelen o kadar çok kişi var ki, bu tabloyu engelli dernekleri vakıfları bile görmüyor. Dernek ve vakıflara gönülden destek vermememin bir nedeni bu, çünkü derneklerimiz ve vakıflarımız bile engellimize gerekli desteği önemi vermiyor veremiyor.
Mecliste bulunan siyasi partilerde hiç engelli birey yok, engelli birey var ama onlarında engelliler hakkında yorum yaptığını “hiç görmedim” desem yeridir. Ne zaman engellilerle ilgili özel gün olsa ortaya çıkar, ya yazılı basın açıklaması yaparlar ya da kameralar karşına geçip çarpıcı birkaç açıklama yapıp gündemi bir günlüğüne meşgul edip “bu bireyleri önemsiyoruz destekliyoruz” derler, o kadar.
AKP partisinin birkaç engelli vekili var, ama hiç ortalarda görünmezler, CHP partisinde bir vekil var sanırım onu birkaç defa ekran karşısında gördüm, MHP ve DTP partilerinin sanırım hiç engelli vekili yok, varsa da ben görmedim duymadım bilmiyorum.
Ya meclisteki bazı önemli vekillerin engelli hale gelmesini bekleyeceğiz, ya da engellilere oy için işlerinin düşmesini bekleyeceğiz.
Aslında engelliler olarak çok iyi bir şekilde örgütlenip, tüm engellilerin ve ailelerinin oyunu alıp mecliste engellileri bir siyasi parti olarak temsil edilebilsek, birçok problemi çözebiliriz. Temsil edileceğimiz partinin vekillerinin tamamı engelli olacak, danışmanlarının ve sekreterlerinin tamamı sağlıklı bireylerden oluşacak. Ortopedik engelli, zihinsel engelli, duyma engelli, görme engelli Mongol Spastik Down sendromlu gibi bireylerden vekillerin olacak.
Sağlıklı kişilere önem özen vermeyeceksin çünkü şu an ülkenin durumu bu, yani engelliler sağlıklılar tarafından hiç bir şekilde engelliler önemsenmiyor değer verilmiyorlar. Sadece vaatlerde kullanılıyorlar, o kadar.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde tüm vekilleri engellilerden oluşturacaksın ki, toplumun engellisi olan her kesimden oy al, çünkü Türkiye’deki siyaset bunu gerektiriyor. Yaptıkların yapacakların değil "yapacağım" dediğin vaatlerin önemli.
Şu an meclise baktığımda görüyorum ki; siyasi partiler toplumun her kesimine hitap etmek için uğraşıyor, bu hitabı da yarım yamalak yaptıkları içinde el attıkları her işin içine ediyorlar.
Türk insanı basittir, yani bir siyasetçinin vaadini yerine getirmesi önemli değil, sadece mitinglerde boş boş bağırması yeter, insanımız hemen ona kanar ve vaatleri boğulur. İnsanımıza; “Dinciyim”, “Cumhuriyetçiyim”, “Milliyetçiyim”, “Apocuyum” denilsin yeter. İnsanımızın anlaması gereken şu, kimlikte “Türk” veya “İslam” yazıyor diye, karşıdaki insanın samimiyetine güvenemezsin ki. Evine bayrak asıyor diye “gerçek Türk” diyemezsin ki veya namaz kılıp hacca gidiyor diye “İslam’ın yolunda ilerliyor” diyemezsin.
Şimdilik Türkiye’de bulunan yedi bölgeden ikişer üçer engelli vekil çıkartılsa yeter, ne kadar çok aktif olunursa o kadar çok oy potansiyeli yükselir. Mecliste engellileri temsil edecek bu parti sürekli gündemi meşgul edecek, hemen her gün meclise engellileri ilgilendiren konularda bir öneri sunacak.
Toplumun her noktasında engelli ve engellilik gözlere sokulması gerek; trafikte, kaldırımda, yolda, ışıklarda, yaya geçitlerinde düzenleme yapılmalı... Kamu kurum ve kuruluşlarında, özel sektörde binalarda çalışanlarda bankolarında düzenleme yapılmalı... Alışveriş merkezleri rampalarında, engelli tuvaletlerinde, mağazalarında düzenleme yapılmalı... Toplu taşıma yapılan araçlarda, duraklarında ve çalışanlarında düzenleme yapılmalı... Eğitim yuvalarında genç beyinlere engelliler hakkında bilgi bilinç eğitim verilmeli… Engellilerin eğitimi için binalarda düzenleme yapılmalı... Park ve bahçelerde, müzelerde engelliler girip çıkabilsin diye düzenleme yapılmalı... Sağlık kurumlarının binalarında ve çalışanlarında düzenleme yapılmalı... Sağlıkla ilgili tüm kanun ve yasalarda değişim yapılmalı ki, ülkemizde nefes alan her birey engelliler hakkında bilgi bilinç sahibi olabilsin.
Bu bir görev, bu gelecek için yapılması gerekli bir görev...
Yaptıklarımızı isteyen görür isteyen görmez, ister taktir ederler isterlerse "abartmışınız" derler, hiç umurumuzda olmamalı. Biz üzerimize düşen görevi yapalım ve bununla gurur duyalım. Gelecekteki engelliler yaşadığımız zorlukları sorunları yaşamasınlar diye uğraş verelim, bu uğraş gelecekteki nesiller tarafından alkışlanacağına inanıyorum.
Nezaket kuralı...
Biraz Özsüt’te zaman geçirdikten sonra üst kata çıktım, Ercan ağabey, Battal ve Erkan kardeşlerimle bir saat civarı güzel vakit geçirdikten sonra Ercan ağabeyle beraber Olivium alışveriş merkezinden çıkış yapmak için asansöre gittik. Birkaç dakika asansör önünde bekledikten sonra dolu bir asansör geldi, içindeki herkes indi, bende o boş asansöre girmek için hamlemi yaptım. O ana kadar diğer asansör kapısı dibinde bekleyen hanımefendiler birden benim girmek için hamle yaptığım asansöre binmeye kalkıştı, bende bunu gördüğüm halde görmezden gelip, hiç duraksamadım ve asansöre girdim.
Asansörde öncelik hakkı benim, o asansör önünde bekleyen benim, bunun yanında başka bir hanımefendi bana o asansöre girmem için naziklik yapıp sırasını verip “buyurun beklemeyin siz geçin” demiş.
Ben kalkıp sıramı o hanımefendilere verirsem, bu hem engelli oluşuma hem bana sırasını veren hanıma hem de nezaket kurallarına ayıp olacağından ben asansör içine girdim.
Diğer asansör önünde bekleyen kural tanımaz hanımefendilerse benim girmekte olduğum o asansöre girmeye kalkışıyor. Burada bir nezaket kuralı olması gerekiyorsa, bir tekerlekli sandalyeli olarak bunun asıl muhatabı benim, adalet olarak bakılırsa o asansör önünde sıra bekleyen yine bendim.
Bu ülkede aşırı bir şekilde kadınlara öncelik tanınıyor, naziklik yapalım derken bazı kurallar unutuluyor. Bende nazik olma tarafındayım ve hatta nezaket konusunda elime kimse su dökemez, aşırı düşünceli bir kişiyimdir. Nezaket karşılıklı olmak zorundadır ve cins ayrımı olmaması gereklidir. Sırf kadın oldukları için kişilere her yerde öncelik tanınamaz, kadınlarında bazı kurallara uymaları gerek.
Ben o asansörlerde birçok kişiye öncelik tanırım; bebekli oldukları için, aile oldukları için, yaşlı oldukları için, engelli oldukları için, ama sırf kadın oldukları için onlara nazik olamam.
Bu konuda bu kadar çok sert olmamın nedeni yine onlar, ben tekerlekli sandalyeli olduğum halde bana karşı nezaket kurallarını harekete geçirmediklerinden dolayı böyle bir sert yapı oluşturdum.
Nazik olma konusunda, kadınlardan öncelikli olan kişiler var; yaşlılar var, hamileler var, bebekliler var, bebek arabalılar var, engelliler var… Kadınlar; onlardan öncelikli bu kişileri görmezden geldiği sürece, nezaket konusunda bende kadınları görmezden geleceğim.
Abdi İpekçi spor kompleksi açıldı...
Dün Zeytinburnu'nda yenilenmiş olan Abdi İpekçi Spor salonunun yeni kompleksinin açılış töreni vardı. Açılışı sayın Cumhurbaşkanı Rec...

-
BİZLER "ENGELLİ" DEĞİLİZ, BİZLER ENGELLENİYORUZ... Kaldırımlarda, Rampalarda... Caddelerde yollarda, trafik lambalarında, yay...
-
Birkaç hafta önce bir mektup hazırladım, bu mektubu yazıcıdan çıktısını alıp, bir zarf içine koyup taahhütlü olarak Türkiye Büyük Millet...