27 Nisan 2017 Perşembe

Ahtapot ile Hoş geldin boyacı...

Dün Özkan ile beraber havanın güzel olmasını değerlendirmek için Kadıköy’e gittim… Biz iki üç saat gezindikten sonra dönüşe geçtiğimiz sırada Kayhan aradı ve “ağabey Trump tower’de akşamki Hoş geldin boyacı adlı tiyatro oyununa geliyorsun değil mi?” Dedi.

Aslında bu oyun için bana Facebook’dan davetiye gelmişti, bende gitmeye niyetim olmadığı için yanıt vermemiştim. Zaten niyetim olsaydı dışarıya erkenden çıkmaz biraz geç öğleden sonra çıkardım.

Biliyorum ki; tiyatro, sinema veya konser gibi değil, kuralları var ve uymak zorundasın… Yeri geldiğinde öksürüğünü hapşırmanı hıçkırığını tuvaletini bilen tutacaksın.

Bu kurallara benim uymamın zor olacağını düşündüğümden “Kayhan ben neredeyse sabahtan bu yana oturuyorum, hiç dinlenmeden oraya gelip gece yarısına kadar durmam çok zor” dedim.


Yaklaşık beş dakika sonra Özkan ile geri dönüşe geçmiştik ki, aklımda oyuna gitmek yer etmeye başladı, ben Özkan’a “gitsem iyi olur” filan derken bu seferde Ahtapot’un başı Vedat aradı ve “yarım saat sonra Kadıköy’den metrobüse bineceğim beraber Meciyeköy’e gideriz” dedi. 

Hiç “geliyor musun? Yorgun musun? Gece dönüşü nasıl yapacaksın?” demedi, doğrudan “metrobüsle Mecidiyeköy’e geçeriz” dedi. Ben ona hep “çılgın Vedat” derim, o da takma isminin hakkını verir.

Vedat, üzerine düşen sosyal sorumluluk projeleri konusunda hassastır, görevini yerine getirir ve bunu Ahtapot gönüllülerinin de yapmasını ister. Vedat, çevresindeki kişilerin hayatı dolu dolu yaşamasını ister ve bunun için çabalar. Sadece beni zorlamaz Ahtapot grubunun tümünü etkinliklerde yer alması için uğraşır, taciz eder.

Benimde içimde niyet vardı, “tamam tamam geliyorum, seninle değil ben kendim gelirim… Zaten Ayrılıkçeşmesi Marmaray’a giriş yaptım Yenikapı’dan Hacıosman metrosuyla Şişli Mecidiyeköy’e gelirim” dedim.

Yarım saat içinde ben Marmaray ile Yenikapı’ya, oradan da Hacıosman metrosuyla Mecidiyeköy meydanındaydım. Trump tower’in nerede olduğunu tam bilmediğimden Özkan’ı aradım ve yön tarifi aldım. Özkan oraları iyi bildiğinden hemen tarifi yaptı ve neredeyse bir kilometre boyunca kaldırımı, araç yolunu kullanarak gökdelene ulaştım.

Kapı girişinde bulunan güvenlik görevlileriyle durumu paylaşınca, onlar nereye gideceğimi ve nasıl gideceğimi tarif ettiler. Ben tarif edilen yolu izlerken nereye gittiysem ben bir şey sormadan güvenlikler beni “şu asansör” “bu asansör” “şu kata” gideceksiniz” diye hep yönlendirildi.

Salon önüne geldiğimdeyse dört beş basamak vardı, Ahtapot’un elemanları “hadi tutun tekerlekli sandalyeyi çıkartalım” dedikleri an, meğer hemen köşede asansör var olduğu öğrenildi, tekerlekli sandalyemle asansöre giriş yaptım ve asansör benim bir dakika içinde o dört beş basamağı aşmamı sağladı.

Ahtapot grubu olarak 29 kişiydik, onların tamamı sahneye dört beş metre mesafede aynı sıradaydı, bense tekerlekli sandalyemle onların iki sıra arkasındaydım. Tam olarak sahnenin tümünü çok rahat görebiliyordum, hiç kafamı çevirmeden göz temasım sahnedeydi.

Oyunun adı; Hoş geldin boyacı, oyunda Erdal Özyağcılar, Berna Laçin ve Gözde Çetiner rol aldı ve sahnede her üç sanatçının da performansı süperdi, hiç duraksamadan hiç hata yapmadan on beş dakikalık bir mola vererek iki saati tamamladılar. Usta olmak böyle bir şey işte, yıllarını verip emeğinin karşılığını almak böyle bir şey işte.


Oyun sonunda her üç sanatçı da yanımıza kadar gelip bizlerle tanışıp, bizimle resimler çekilip ve hatta şaşırma pozu bile verdiler.
Ben birkaç okul gösterisi harici hiç tiyatroya gitmemiş gösteri seyretmemiş bir kişiyim…

Yaşamımın yirmi yaşından öncesi çocukluktu sonrası ise tekerlekli sandalye üzerinde geçti.


Hem bu gibi organizasyonların kuralları nedeniyle beni zorlayacağını düşünürüm, hem de tekerlekli sandalyeli oluşum nedeniyle salonlara giriş çıkışım sorunlu olabiliyor, oyunu seyrettiğim yer sorunlu olabiliyor veya hapşırma tıksırma öksürük tutması gibi problemler nedeniyle sıkıntı yaşama tehlikem sağlıklılara göre iki kat daha fazla olabiliyor.

Oyun bittikten bir kaç dakika sonra oyuncuların performansı ayakta alkışlanmaya devam ediyordu. Bizim Ahtapot tayfası ise birbirine “ne yapıyoruz” der gibi bakarken ben cep telefonumu açıp ve saatine baktığında 23:00 olduğunu gördüm. Vedat'ı gördüm ve "ben çıkıyorum" dedim, çünkü son seferi olan 24:00 olan Marmaray'ın son trenine yetişmem gerekliydi hem de beni tekerlekli sandalyemle tiyatronun olduğu bölümden basamaklardan aşağı indirecek olan asansörü kullanacak olan amca yanıma gelip "gel seni asansörle aşağı indireyim ben gideceğim" dedi.

Oyun sırasında tuvalet sorunu yaşasaydım eğer, oyunu bırakmak kapıyı açtırmak ve engelli asansörü ile inip tuvalet ihtiyacımı giderip geri gelmem en az yarım saatimi alırdı. Oyuncuların ve benim konsantrasyonu bakımından sorunlu olabilirdi.

Ama ama ama hiç sorun yaşamadan gidip oyunu seyredip geldim, saat 23:20 civarı Kayhan'la kız arkadaşı ve Seniha ile beraber salondan çıkış yapıp Şişli Meciyeköy metrosuna kadar yirmi dakikada vardık. Sonra onlar Taksim istasyonunda indiler bense Yenikapı’ya kadar gidip saat 24:00’de sona erecek olan Marmaray’ın son trenine biniş yapıp eve saat 00:20’de girdim.




23 Nisan 2017 Pazar

23 Nisan 2017 Ulusal egemenlik çocuk bayramı...

Dünyada Çocuk Hakları Sözleşmesi 1989'da benimsenmiştir. Güzel Türkiye'mizde ise ondan tam altmış iki sene önce çocuklara karşı hassasiyet devlet nezdinde gösterilmiştir.

Ayrıca ne mutlu ki, kendi kendini yönetme hakkını kazanan bu ülkenin güzel halkı, bunu bayram havasında kutlamaya senelerdir coşkuyla devam etmekte.

Bazı günler vardır ki, sevmek yetmez bilmek de gerekir; 23 Nisan 1927'deki ilk bayram Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve dönemin cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa himayesinde gerçekleştirilmiş, etkinlikler için Atatürk arabalarından birini çocuklara tahsis etmiş ve Cumhurbaşkanlığı Bandosu'nun konser vermesini sağlamıştır. O yıl cemiyetin Ankara'daki binalarından birine Çocuk Sarayı adı verilmiş ve burada düzenlenen çocuk balosuna İsmet (İnönü) Bey'in çocukları da katılmıştır.

Kaynak: Tarih ve Toplum S. 48

#ahtapotgonulluleri #ahtapot gönüllüleri

22 Nisan 2017 Cumartesi

Çikolata festivaline gittim doluya tutuldum...

Bugün öğleyin evden çıktığımda hava çok güzeldi, güneşli ve sıcaktı… İlk önce Marmaray ile Yenikapı istasyonuna oradan da metroyla Kocatepe istasyonuna Forum alışveriş merkezine geçtim. Forum alışveriş merkezinden Media markt teknoloji mağazasından bir adet cep telefonum için vantuzlu tripot aldım ve metro ile Marmaray Yenikapı istasyonuna geri döndüm.

Kafama esti ve oradan Sirkeci istasyonuna gittim, asansörle yeryüzüne çıkıp ara sokakları kullanarak eski Sirkeci tren garına beş on dakikada geçiş yaptım. Gar’a gitme nedenimse bugün orada Çikolata festivali düzenleniyor oluşuydu. Facebook sosyal ağ ile o kadar çok reklamı yapıldı ki, ama orada umduğum kadar gösterişli bir ortam yoktu. Giriş ücreti 39- TL olduğunu öğrenince ben içeriye girmekten vazgeçtiğim sırada, bir güvenlik görevlisi bana buyurun size ücretsiz” dedi, bende engelimle ilgili kartımı gösterip içeriye girdim.

Yaklaşık on beş yirmi metre uzunluğunda bir koridor Pazar yeri yaratılmış genişliğiyse yedi sekiz metre gibi. Bir ya da iki çikolata markası, iki üç kahve markası o kadar, toplamda altı yedi stant var veya yok. Tam bir hayal kırıklığı, zaten bana ücretli olsaydı o parayı verip içeri girmezdim, çünkü içeriye girmekten vazgeçenler kendi aralarında “o kadar para verilir mi? İçeride doğru dürüst bir şey yok” diyorlardı.

Yaklaşık yarım saatimi Sirkeci garının o muhteşem tarihi dokusuyla göz banyosu yaptıktan ve enfes kokunu içime çektikten sonra oradan ayrıldım. Gar’dan çıkınca eve geri dönmektense Coğaloğlu’nun yıllara meydan okuyan yokuşunu kullanarak yukarıya doğru çıkıp Nuruosmaniye camisi içinden geçip Kapalıçarşı’da çalışan kardeşimin yanına gittim. Ben dışarıya çıktığımda günlük güneşlik hava o bölgede kapanmaya başlamıştı, ben bu ani değişimi o bölgenin yüksek olmasına rakımına bağlasam da, havanın bu ani değişimi İstanbul’un genelinde böyleymiş. Ben yine de kardeşimin yanına kadar gittim, on beş yirmi dakika sonra baktım hava iyice kötüleşiyor hemen geri dönüşe geçiş yaptım. Nuruosmaniye camisinden geçiş yaptım İstanbul valiliğine doğru inişe geçtiğim sırada hava gürlemeye başladı ve arkasında dolu yağmaya başladı. Öyle böyle değil; dolu öyle bir yağıyor ki taneler yerde yuvarlanıyor, kafama “pat” “pat” düşüyor ve bunun yanında rüzgar fena. Birkaç dakika süren dolu yağışından sonra yağış yağmura döndü. Çaresi yok ıslanacağım, bende hiç duraksamadan Marmaray’ın Sirkeci istasyonuna kadar yaya kaldırımını ve araç yolunu kullanarak yavaş yavaş gittim. Marmaray Sirkeci istasyonuna girdiğimde sırılsıklam oldum resmen sucuk gibiydim. Neredeyse hastalığım boyunca böyle bir yağış altında ilk defa kalıp bu kadar çok ıslanmıştım. Marmaray ile Kazlıçeşme istasyonuna geldiğimde hava yine açıktı, güneş ara sıra çıkıyor sonra kapanıyordu. Sirkeci’de tam ıslanmamış olacağım ki, birde eve yüz metre kala sağanak bir yağmura daha yakalandım.

Evin bulunduğu sokağa girdim, apartmanın önüne kadar hızlıca gelip merdivenleri çıktım ve eve girip hemen üzerimi değiştirdim, rahatladım. Özlemiş olduğum yaşadığım bu tecrübeyle güzel bir gün geçirdiğime inanıyorum. Ben engelli hale gelmeden önce sağlığımda yağmur altında birçok defa ıslanmış bir kişiyim.

21 Nisan 2017 Cuma

Ahtapot Akatlar'da...

19.04.2017
Dün öğleden sonra saat 15:00 civarı evden çıkıp ilk önce doğruca Olivium alışveriş merkezine Atasun mağazasına gidip geçen hafta muayene olup siparişini Atasun’a verdiğim gözlüklerimi teslim aldım. 


Gözlüğü alıp taktıktan sonra tüm dünya değişti, çünkü uzun süre muayene olup numaralarımı değiştirmediğim için göz numaralarım baya değişmiş olduğundan zorluk çektim. 

Öyle bir şey oldu ki; derinlik algımı tamamen kaybettim, başımı eğip kendime baktığımda bacaklarımın dizlerimin ayaklarımın ve tekerlekli sandalyemin kumandasının görünüşü değişti, ama birkaç saat sonra bu duruma alıştım ve normal yaşamıma geri döndüm. 

İlk saatlerde geniş bir çevreye baktığımda sol tarafa doğru bir eğim vardı, ama sonra bu azaldı.

Gözlüklerimi alınca Olivium’dan çıkıp Biraz kendime geldikten sonra Kazlıçeşme Marmaray’a gittim, çünkü akşam Levent Akatlar’da Ahtapot gönüllüleri ile bir toplantıya katılmam gerekliydi. 

Marmaray’ın Yenikapı istasyonunda Kayhan’la buluşup Hacıosman metrosu ile Levent’e gittik. Levent metro durağında tek bir yeryüzüne çıkış asansörü olduğundan yolun ters tarafında kaldık. 

Bu sorunu ise gereği olmadığı halde trafiğin akışının tersi yönünde yanımızdan vızır vızır geçen araçlara rağmen biraz tehlikeli iş yapıp yaya geçidi ve trafik ışıklarına kadar yüz elli metrelik bir yolculuk yaptık. Yolun karşısına geçtikten sonraysa yaklaşık bir kilometre civarı ara sokakları kullanarak toplantının yapılacağı yere vardık. 

Gittiğimiz bölge Akatlar idi, sokaklarında aracı insanları olmayan sessiz sakin bir yerdi. Aslında planda özel araçla oraya gitmek vardı, ama bu seferde seçimi toplu taşıma kullanarak toplantıya gitmeyi kararlaştırdık.

Aslında planımız Ahtapot'tan Onur'un bizi istediğimiz yerden istediğimiz saatte aracıyla alıp toplantı yerine getirmesiydi, ama bizim Kayhan’la başka bir planımız vardı, o iptal oldu ve bizde toplu taşıma kullanarak toplantı olan yere gezinerek gittik. 

Benim huyumdur; bir yere giderken özel bir araçla değil, toplu taşıma imkanı varsa o imkanı kullanarak gitmek. 

Ara sokakları kullanarak ulaştığımız toplantı yerimizin manzarası villalar topluluğunun olduğu bir sokaktı. Biz yeri bulduktan sonra oralarda gezinmeye başladık, Kayhan'ın market gördü ve gidip aldığı bisküvi ve içecekleri manzarası güzel bir köşede yedik içtik. 

Biz manzaranın tadını çıkartırken yarım saat içinde de Ahtapot'tan arkadaşlar gelmeye başladı, beraberce villanın bahçesine girdik oradan da yapının garajına girdik. 

Bu toplantının yapıldığı yer; ya bir garajdı ya da evin fazlalıklarının konulduğu bir yerdi. Evin alt katıydı. 

Bir ara mülkün sahibi olan hanımefendiyle beyefendiyi yanımıza davet ettik ve yaptığımız işleri atılımları anlattık, topluca resimler çekildik. 

Toplantımız yaklaşık üç saat sürdü ve yirmi kişi civarı olduğumuz bu toplantı da ciddi konularda konuşuldu, gır gır şamata da yapıldı. 

Sonrasında da geldiğimiz gibi evlere dağıldık, ben ve Kayhan, hatta bir kaç kişi dönüşümüzü Onur'un lüks kamyoneti ile eve geri döndüm. 

20 Nisan 2017 Perşembe

Restoranlar...

18.04.2017
Bugün tekerlekli sandalyeli bir arkadaşımla Olivium alışveriş merkezinde Pidem adlı bir restoranda bir adet bir buçuk karışık pide yedik.



Arkadaşım “karnım tok” dese de, ben yine de büyük pide söylemekten geri durmadım, belki de nezaketi yüzünden “aç değilim” demiş olabilirdi, bende “beraber yeriz” dedim. Olivium alışveriş merkezindeki Pidem restoran o kadar çok sıkışık ki, masaları sandalyeleri arasından tekerlekli sandalyemle kasaya ulaşıp siparişimi ve hesabımı ödeme geriye gelme imkanım yok.

Gerçi; sadece orası değil, alışveriş merkezlerindeki birçok restoran aynı durumda. 

Neyse!
Arkadaşımla beraber restoran dışında bir masanın yanına yaklaştık, garsonu yanımıza çağırdım siparişimizi verdik, on beş yirmi dakika sonra siparişimizi getirdi ve “toplamda 20- TL” dedi. Ben birkaç saniye bekledim ve “masalar çok sıkışık kasaya kadar gidip gelmem imkansız, yemeği yer hesabı öderim merak etme” dedim.


Arkadaşımla yemeğimizi bitirdik ve biraz sohbet ettikten restorana doğru tekerlekli sandalyemi çevirdim restoranın tezgahına doğru bakınınca garson yanımıza geldi. O sırada bende restorana yaklaştım ve garsona “benim bu tekerlekli sandalye ile içeri girip siparişi hesabı verip çıkmam gerek, ama her taraf masa sandalye” dedim ve hesabı ödemek için cüzdanımı çıkartıp kredi kartımı gösterdim, o da bana “pos cihazımız kablolu buraya kadar gelmez” dedi.

Restoranı masaya boğmuşlar, tekerlekli sandalyemle kasaya ulaşacağım yer bırakmamışlar, birde kalkıp yemeği yemeden hesap istiyorlar… Ve pos cihazları kasaya monte. 

Bir kaç hafta sonra gözüm o restorana takıldı, bir baktım masa araları açılmıştı. 

16 Nisan 2017 Pazar

16 Nisan 2017 referandumu...

Bugün Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli günlerinden birini daha yaşadı… Birkaç ay önce T.B.M.M. tarafından kabul edilen 18 maddelik Başkanlık sistemi bugün halk oylamasına sunuldu. Çok yüksek bir katılım oranıyla bu referandum yüzde elli bir “Evet” olarak halkın onayını aldı ve Anayasa değişikliği kabul edildi.

Birileri ile yolun ayrıldığı aşikar, yoksa Akp Mhp Bbp yüzde altmış civarı çıkması gerekirdi… Ya Mhp tabanı Bahçeli gibi düşünmüyor, ya da şu an terör örgütü ilan edilmiş olan F-tipi yapılanması oyunu Akp'den sakındı.

Ben normalde oy kullanmaya giden biri değilim, 2010 yılında yine bir referandumda oy hakkımı kullanmıştım, bugünde oy hakkımı kullandım. 2010 yılında yapılan referandumda da “Hayır” demiştim bugünde “Hayır” dedim, eğer yarın bir referandum yapılsın yarında “Hayır” derim.

Referandumda tercihimi neden “Hayır” olarak kullandığıma gelirsem; çünkü bu ülke neredeyse yüz yıl önce Atalarımız tarafından zar zor kurulmuş ve Cumhuriyetle yönetilmiş bir ülke, çünkü ben tek adam rejimine karşıyım, çünkü ben eğitimsiz bir toplumun bir kişinin ağzından çıkan her şeyi doğru kabul etmesine karşıyım, çünkü ben Başkan olacak kişinin iki dudağı arasından çıkacak yanlış bir sözle ülkenin tamamının görüşüymüş gibi algılanmasına karşıyım.

Öğleyin saat 12:00 civarı cüzdanımda bulunan nüfus kağıdımı ve davetiyem olan oy kağıdımı tekrardan kontrol ettikten sonra cüzdanıma koyup evden dışarı çıktım ve hemen oyumu kullanacağım Saniye Sezgin ilköğretim okulu binasına doğru yola çıktım. Yaklaşık bir kilometre boyunca sokakları aşarak vardığım okul binasında oyumu kullanacağım sandığın giriş katta olmasıyla daha da mutlu oldum.

Oraya kadar refakatçisiz giden ben, bina önünde oyunu kullanmış evine geri dönmekte olan birkaç yıl önce edinmiş olduğum arkadaşım Utku ile karşılaştım. O hemen tekrardan benimle içeri yöneldi ve tüm işlemleri beş dakika içinde halledip çıktık.

Binanın girişinde bulunan ve öylesine yapılmış olan kapının solunda olan rampayı Utku’nun gözetimi altında kendi başıma çıkarak bina içine girip sandığımın bulunduğu odaya hemencecik ulaştım. Evraklarımı Utku sandık görevlilerine teslim ettikten sonra tercihimi yapacağım “Evet” “Hayır” yazılı oy pusulamı ve Tercih mührünü alıp etrafı perde ile çevrili bölmeye gittik. Utku kağıdı masanın üzerine koydu, ben mührü kağıtta kahverengi renkte olan  “Hayır” yazan tarafına bastım. Daha sonra Utku o kağıdı zarfın içine koyup beraber sandığın başına geçtik, ben oyumu kullandığıma dahil imzamı attım, Utku ise zarfı sandığa attı.

Ben bu işlemleri yapamaz mıydım? Tabi ki yapardım, ama zorlanırdım… O üç beş dakikayı on dakikaya kadar çıkartırdım.

Bilerek yanımda kimse olmadan oyumu kullanmaya gitmek istedim ve bunu da yaptım. Bana Utku’nun faydası işlemleri hızlandırmak oldu ve yönlendirmesi iyiydi, çünkü o bir sağlık çalışanı.

10 Nisan 2017 Pazartesi

Rampa güzelleri...

Bir kaç gün önce biriyle daha rampa üzerinde çarpıştık... Olivium alışveriş merkezi rampasından alışveriş merkezine girmek için ilerlerken 18- 19 yaşlarında olan bir gençte karşı yönden rampaya giriş yaptı.

Onun beni gördüğü halde veya görmese bile hemen yan tarafta basamaklı merdiven varken bilerek rampayı kullanması sonucunda tam rampanın ortasına geldiğimde onunla karşı karşıya geldim. Bilerek tekerlekli sandalyemi yavaşlatmadım, çünkü o rampa daracık olduğundan dengeyi kaybedebiliyorum ve haliyle kenara çarpabiliyorum. Rampanın eğimi sorunlu ve yüzeyi kaygan bir malzemeden yapılmış, aşağı doğru ilerlerken yavaşladığımda veya durmaya kalktığımda sandalyenin tekerlekleri kilitleniyor ve karda kayan araçlar gibi kontrolü kaybediyorum. Sağ kolumun kolçakta olması nedeniyle dirseğim gence çarptı ve ona yol vereceğimi sanan bu kafasız sarsıldı. Ben rampanın üzerinde ilerlerken arkamdan bana ters ters baktığını hissettiğimden rampa bittiğinde tekerlekli sandalyemin yönünü rampaya doğru çevirdim ve onunla göz göze geldim. 

Ben ona bakıyorum o da bana bakıyor, birkaç saniye böyle geçtikten sonra bir bayan ona bakarak “hem rampadan gidiyorsun hem çarpıyorsun, birde haklı mısın?” Diye sordu. Hâlâ ters ters baktığını görünce ben, “ne bakıyorsun oğlum” diye bağırdım, o zaman döndü arkasını gitti.

Başta anne babaları sonra da medyayı alkışlıyorum ve en sonunda da buna göz yuman tüm siyasetçileri alkışlıyorum, çünkü bu gençleri bu hale hepiniz getirdiniz. Aile doğru düzgün yönlendirmedi, medya kabadayılığı serseriliği mafyalığı aşıladı, siyasiler ise medyaya sustu ve sonunda boktan bir gençliğimiz oldu.

9 Nisan 2017 Pazar

Sağlığa dokunma, yanarsın...

Sağlıkla ilgili bir konu açıldığında insanlar bazen benim aşırı tepki gösterdiğimi veya abarttığımı düşünüyor olabilirler, ama ben tecrübemin olmadığı bir konuda veyahut haklı olmadığım bir davada hiçbir zaman baskın olmam.

Dün akşam Aksaray’da bir araç beni gördüğü halde yavaşça yanımdan geçmeye uğraşırken ayağımın ucuna dokundu, cinler tepeme çıktı ve çok kızdım. Aracı kullanan akıllı, o birkaç santimetre mesafenin ayarını düzgün yapamasa tekerlekli sandalyemi itmeye başlayacak ve tekerlekli sandalyemi, ya devirecek ya da sandalyemin yürüyen aksamını bozacak.

Kısacası; her şey şoförün sağ ayağına bağlı, yanlışlıkla gaza fazla dokunsa araç fırlayacak ve beni tekerlekli sandalyemle fırlatıp atacak bir kenara.

Beni gördüğü halde geçmeye çalışacağına, durup iki üç saniye beklese, ben tekerlekli sandalyemi geriye alıp geçmesine izin vereceğim. Ama bizim insanımız erken doğum olduğundan sabırsız, beklemek yerine aracın çizilmesini veya bana dokunmayı göze aldı.

Ben bir doktorun ufacık bir düşüncesizliği sonucu 20 yıldır tekerlekli sandalyedeyim, bir başkasının bakımına muhtacım… Ufacık bir hata ve ben tekerlekli sandalyedeyim, tüm yaşamım mahvoldu, hayatım alt üst oldu.

Kimsesi bilmez sağlığın değerini, kimsesi bilmez görmenin duymanın hissetmen konuşmanın değerini… Ben yirmi yaşımda aylarca görmedim duymadım konuşamadım hissedemedim, yirmi yılı aşkın süredir de yürüyemiyorum.

Orada o araç bana çarpsa, tekerlekli sandalyem devrilse, boynum kırılsa veya omurgam zarar görse, benim zarar görmemi istemeyen biri bana yardım edeyim derken onun boynu kırılsa omurgası zarar görse, yaşamımız boyu vücudumuzu hissetmeden yaşarız.

Kimse bana bilmişlik taslamasın, karşımdaki kim olursa olsun
alnını karışlarım… Hiç kimseyi umursamam alnının ortasına küfrümü yapıştırırım. Durumum kimsenin anlayabileceği bir durum değil, kimse benimle empati yapmaya kalkmasın çünkü ben yaşamımın yarısını birilerine muhtaç olarak geçirmiş bir kişiyim.

7 Nisan 2017 Cuma

Sempatik kurum...

5.04.2017
Dün Özel Sempati özel eğitim ve rehabilitasyon kurumundan almam gereken seansım bugün saat 17:00’ye ertelenmişti, bugün kuruma gittiğimde öğrendim ki; beni bir buçuk yıldır çalıştıran fizyoterapistim Nazlı ile yollarımızın ayrıldığıydı.


Nazlı ile yolumuz ayrıldı ve artık yoluma yeni işe başlamış olan Yasin ile devam edeceğim. Konu hakkında Nazlı’nın ise bana söylediği “ağabey kuruma yeni bir terapist arkadaş geldiğinden dolayı bazı hastalarımla yolum ayrılmak zorunda kaldı.

Bu ayrılma hem Nazlı’yı hem beni üzdü... Hatta konu hakkında Nazlı’ya bazı şakalar espriler yapıyım dedim, Nazlı’nın hemen gözleri sulandı. Üzüldü, canı sıkıldı.

Nazlı ile yolumun ayrılmasına üzüldüm, üzülmesine ama ben onun için ağır bir hastayım ve kronik bir hastayım. Bunun yanında ben sağlığında gelişme olma bakımında Nazlı’yı aşırı şekilde oyalayan bir kişiyim, onun için bir zaman kaybıyım. Bana harcayacağı zamanı başka hastasına ayırabilir veyahut yaklaşık iki yıldır hastasıyım, benim olduğum yerde sayıyor oluşum onun kariyeri için olumsuz etki olarak görülebilir. Bunun yanında benim yaşım 41, kilom boyum çok fazla, Nazlı’nın idare edebileceği yapıda değilim.

Farkındayım ki; fiziksel olarak onu aşırı zorluyorum ve yoruyorum, çünkü hastalığımın kasılma spastise gibi ağırlığı var. Eğer kurum böyle bir şey yaptıysa, terapistini koruma amaçlı yapmıştır veya Nazlı benimle sorunlar yaşıyordu, “dur” dediler.

Nazlı daha otuzlu yaşlara adım atmamış olsa da, bilgili bilinçli ve ne yaptığını bilen bir fizyoterapist, bu yüzden de onunla çok iyi anlaşıyordum.

Ben bu tür kurumlara başladım başlayalı Nazlı kadar bilgili terapist görmedim, şu ana kadar çalıştığım tüm terapistler kas ve eklemlerimi öylesine ve ezberi dahilinde çalıştırırken, Nazlı çalıştırırken bana bilgi verirdi, benim kas ve eklemlerimin verdiği tepkiye göre çalıştırmasını yapardı.

Kurumda, Nazlı ile yolumun ayrılması kötü oldu… Ben kurumun küçücük olan asansörü gibi, eğimi dik ve dar rampası gibi, basamaklı tuvaleti gibi saçma sapan engellerini görmezden gelirken birde başıma bu geldi. 

Fizyoterapi seanslarımı yine oyuncağa çevirecekler, ama ben bu sefer buna izin vermeyeceğim, çünkü benim güler yüzümü sempatik davranışlarımı kullanıyorlar.

Eğer terapist değişme olayı bir daha olursa ben kurumdan ayrılmayı düşünüyorum, yani bu hareketi bir tepki olarak ortaya koyacağım.
Şu an yeni başladığımız terapist Yasin ile yolum ayrıldığı an, bende kurumdan ayrılacağım veyahut Yasin ile egzersiz konusunda anlaşamazsak ben bu kurumdan yine ayrılacağım.

Bu kuruma ilk geldiğimde de terapist değişimleri yüzünden sorunlar yaşamıştım... Baktım olmuyordu, mimari engelleri zorlayarak da olsa kurum binasına gelmeye başladım.

Bir buçuk yıl öncesine kadar kurum binasında beni Mertcan adlı bir arkadaş çalıştırıyordu, sağlığında bir problem yaşadığı için işi bıraktı ve yerine Nazlı başlamıştı. Mertcan ile iyi anlaşıyordum, Nazlı ile çok daha iyi anlaşmaya başladım.

Önceki kurumlardan ayrılma sebebim bundandı, yani çok aşırı olarak ikide bir fizyoterapist değişmesiydi.

Benim yaşım 41, son 21 yıldır da bir sağlıklı kadar olmasa da durumumu şu an ki halimden daha iyiye getirmeye çalışıyorum. Kendi işini kendim görecek hale gelmeye uğraşıyorum. Ben ne kadar çabalasam da biliyorum ki yürüme ihtimalim çok çok düşük.

Ben durumumun farkına neredeyse on yıl önce vardım, çabalama nedenimse kas ve eklemlerimde bir sorun olmasın kısıtlanma yaşamayayım diye.

Biliyordum ki; hareketsiz kalan kas, zamanla zayıflar ve görevini yerine getirmediği için zamanla kısıtlanır. Bu kısıtlanma olmaması içinde hiç hareketsiz kalmamaya önem ve özen gösterdim.

6 Nisan 2017 Perşembe

Ahtapot Kozyatağı'nda...


4.04.2017
Dün gece yarısı başlayan doğum günümün tebrik edilmesine bugün öğleden sonra Ahtapot gönüllülerinin Kozyatağı’ndaki toplantısına gitme saatime kadar yanıt verdim, ama toplantı moduna girdikten sonra cep telefonuyla ve internetle ilişkimi kestim.

Bugün saat 16:00 gibi dışarı çıkıp Kayhan ile buluşup Marmaray ile Ayrılıkçeşmesi istasyonuna geçiş yaptık, oradan da Kartal metrosuyla Kozyatağı’na gittik. Kozyatağı metro durağından çıkışımızı yaptıktan sonra hemen yüz metre ileride bulunan Byotell’lin içine girip eksi ikinci katta bulunan konferans salonuna ulaştık. Kayhan ile ikimiz toplantının yapılacağı salonun önüne geldiğimizde kimsecikler yoktu, çünkü saat daha 18:00 idi. Salon önünde beş on dakika oyalandıktan sonra ortalık kalabalıklaşmaya başladı ve saat 19:00 sıralarında neredeyse herkes gelmişti.

Yaklaşık üç saat süren güzel bir toplantı oldu, bu seferki toplantı da tüm yük Vedat’ın üzerindeydi. Karşınızdaki Vedat Kürşün ise, o yorulmaz o oflamaz puflamaz, o sıkılmaz sıkmaz bıkmaz veya o pes etmez o “yeter” de demez. Vedat Kürşün kızdığı şey, o konuşurken katılımcının ilgisizliği, konuşarak Vedat’ında dikkatinin dağıtılmasıdır.

Bu sefer ki toplantı da ele alınan konular arasında; Suriyeli mülteci çocukların durumu konuşuldu, evsizlerin özellikle Zeytinburnu’nda bir binada rehabilite edilen evsizlerin giyimleri gibi saç sakal gibi görünümlerinin düzeltilmesi konuşuldu, Hakkari Yüksekova’daki bazı okullara ulaşılması ve öğrencilerinin giyimi gibi diğer başka sorunlarının çözülmesi konuşuldu, engelli bireylerin yaşadığı sorun ve zorluklar konusunda engelli ile iletişime geçilmesi çevrenin veya muhatabın farkındalığının artırılması için projeler konuşuldu.

Birde bunun yanında bir ara bana "41 kez Maşallah" denildi. :)

3 Nisan 2017 Pazartesi

Bakırköy Botanik Park'ta 100. Yıl Ticaret ile Kahvaltı...

Dün Bakırköy’de bulunan Botanik park’ta Zeytinburnu 100. Ticaret lisesinde okuyan elli civarı arkadaşla beraber kahvaltı yaptım.

Sabah saat 06:30 civarı uyanıp televizyonu açtım, saat 07:30 civarı da annem yanıma geldi, yataktan kalktım elimi yüzümü yıkadım, giyinmem derken saat 08:30’da evden anca çıktım ve 09:00’da Marmaray’ın Kazlıçeşme istasyonundaydım. Hemen kalkış yapan tren sayesinde Yenikapı’ya on dakika içinde ulaştım ve Havaalanı metro istasyonuna geçişimi yaptım. Yenikapı metro istasyonundan hemen kalkış yapan metro sayesinde saat 09:20’de Bakırköy metro istasyonundaydım, Bakırköy’de istasyon dışına iki asansör kullanarak çıkış yaptım.

Pazar olması ve sabahın erken saati olması nedeniyle asansörlerde hiç sorun yaşamadım, kabinler içinde neredeyse kimse yoktu.

Zeytinburnu 100. Yıl lisesi spor kulübü derneğinin düzenlediği bu etkinlikte benimle aynı sınıfta beraber okuduğum benim haricinde iki arkadaşım daha vardı. Ben, Aysun ve Esra, neredeyse katılan tüm herkesi tanıdım, onlarda beni tanıdı. Bazısını siması mimikleri ele verdi, bazını konuşması sesi ele verdi, bazısını da davranışı ele verdi.

Bu organizasyona okulda görev yapan, müdür ve müdür yardımcılığı yapmış olan Aynur İkizler ve Arslan Ayyıldız’da katıldı. Her ikisinden de aynı anda eğitim almış bir öğrencileri olan ben, her ikisiyle de birkaç dakikalık bir sohbetim oldu. Her ikisinin de elini öpüp saygılarımı sundum.

Aynur hanımın benim eğitim yaşamımda büyük katkısı olan biridir, ben ve benim gibi birçok kişi o yıllarda eğitim sisteminin kurbanı olmuştur. 1990 yılı sonu ila 1995 yılı arası lise eğitimi aldım, o beş yıllık süre zarfında üç defa eğitim sistemi değişti. Eğitime ilk başladığımda sınıf geçme sistemi geçerliydi, ilk dönemim sonunda kredili sisteme geçildi ve o sırada sınıflarımız değiştirilip bizleri aldığı notlara göre sınıflara dağıttılar. Yaklaşık iki yıl sonra tekrardan kredili sisteme dönülüp tüm müfredat değiştirildi. Oyuncak gibi oynanan eğitim sistemi o yıllarda benim gibi birçok kişinin yaşamını mahvetti. Ben okuldan çıkış yaparken tastiknamemi vermek için odasına gittiğim sırada, bana sistem hakkında bazı şeyler söyledikten sonra “sen eğitimini aldın ama alt sınıflardan kalan kredilerin var, bu nedenle diploma veremiyoruz, senin tek yapman gereken Açıköğretim sınavlarına girip o kredileri almak” demişti. Sağ olsun.

Kahvaltı sırasında kahvaltı ettiğim masa bir ara bomboş oldu, çünkü sigara krizleri tuttu ve ihtiyaç molası verdiler. Bu sırada orada olup molaya çıkmayanlarsa yanıma gelip halimi hatırımı sordular. Bir ara organizasyonda katkısı olan Dilek Karadağ yanıma geldi ve geldiğim için, onları yalnız bırakmadığım için, destek olduğum için teşekkür etti. Dernekleri konusunda onlarla daha çok aktif olmamı istedi.

Botanik park’ta tekerlekli sandalyemle ilgili hiç bir sorun yaşamadım, kahvaltıyı yaptığımız yer giriş attaydı düzayaktı, parkın ortasında bulunan gölet çevresi sorunsuzdu, Aysun ile beraber tam bir tur attık. Göl içinde ördekler kaplumbağalar vardı, ahşaptan köprüler vardı, çocuklar için oyun parkı vardı ve birde gelinler damatlar resim çekiliyordu, çünkü artık stüdyo değil doğal ortamlarda tercih ediliyor.


Sanırım bundan sonra ortamlara girdiğimde yediğimin içtiğimin parasını önceden vereceğim, çünkü böyle kalabalık ortamlarda yiyip içtikten sonra benden para almıyorlar. Botanik park’ta da öyle oldu, yenilip içildi hesabın ödenme zamanı gelince herkesten ücret alındı, ama benden alınmadı. Ben anlamıyorum para konusu açılınca bana neden böyle davranılıyor, neden dominant oluyorlar. Bu konu benim canımı aşırı derecede sıkmaya başladı, çünkü o tür ortamlara giderken herkes gibi bende hazırlıklı gidiyor, yaşamın gereği neyse ona göre davranmaya çalışıyorum. Bu türden konular açıldığında benden ücret alınmadığında ben kendimi bir garip hissediyorum, hem bana sağlıklı bir kişiymişim gibi davranıyorlar hem de bazen ayrımcılık yapıyorlar. Birçok kişi bilir ki; ben bir emekliyim, bir sağlıklı kadar olmasa da kendimi idare edebileceğim kadar bir gelirim var. Biz Türk’lerde şu vardır; yemek yenilir içilir, hesap ödeme zamanı gelince herkes elini cüzdanına atar tüm hesabı ödemeye kalkar. Oysaki herkes kendi yediğini içtiğini ödese ortada sorun olmaz. Orada benden hesap alınsa ne olur, alınmasa ne olur, alınmasa kimse zengin olmaz alınsa ben fakirleşmem. 



Yaklaşık üç saat boyunca Botanik park’ta hoş sohbetle karın doyurmayla geçen süre sonunda insanlar yavaş yavaş dağılmaya başladı.


Ben  ise Aysun’la beraber oradan ayrıldım, üç dört saat boyunca beraber gezdik. Yemek yedik, çay kahve içtik ve bolca sohbet edip bir güzel gezdik. Her ikimizin de buna ihtiyacı vardı, bu iyi oldu çünkü o yoğun iş temposu nedeniyle bu türden organizasyonlara fazla katılamıyor görüşemiyorduk, bense engelim nedeniyle onlara bazen katılamıyordum.