Leyleklerin
her yıl üzerinde uçarak Ilgaz’a geldikleri bu yol; ilk çağlardan beri
Ankara’dan Karadeniz’e giden bu yol. Kimse zannetmesin ki bu yol, öyle sıradan
bir yol; İstiklal savaşının bir cephe gerisindeki savaşı gördü bu yol. İsyancı
Ermeni Rum Pontus çetesi tarafından beş jandarmanın şehit edilişine tanık oldu
bu yol. Olaya yakın yerde Derbent şehitler anıtının yanından Ilgaz dağının
tepesine saygıyla eğilerek tırmanır bu yol. Ormanlarda saklanarak Samsun’dan
gelen Pontus çetesinin kanlı ayakları eğer üzerine bassaydı, sonra utanacaktı
bu yol. Düşman ordusuna katılmadan Bolu’da yakalanan bu çetenin sağ kalanları,
Kastamonu’ya getirilirken buruk sevindi bu yol. İsyancı, katil; Rum ve Ermeni
bile olsa hemen öldürmeden savaşta bile yargılayan Türk adaletine tanık oldu bu
yol. Kastamonu halkını Kurtuluş savaşına çağırmak için giden İstiklal marşının
şairi Mehmet Akif Ersoy’u gördü bu yol. İsti7klal savaşının cephelerinde
Mehmetçik savaşırken, geride onlara cephane yetiştiren halkın savaşını gördü bu
yol. Bağımsızlığın ilacı, canlarından kıymetli cephaneyi kötülüklerden silahla
değil, yürekleriyle koruyan dedeleri, gazileri gördü bu yol. İnebolu limanından
alınan cephaneleri 350 km Ankara’ya dağ dere tepe aşarak götürürken asfalt
değildi bu yol. İnebolu’dan Ankara’ya kamyonla değil, kağnı arabalarıyla Küre
Ilgaz ve Köroğlu dağlarının nasıl aşıldığını gördü bu yol. İnebolulu Seydilerli
ve bütün Kastamonuluların nöbetleşerek Ilgaz’a cephane taşıdığını gördü bu yol.
Ilgaz daha yolun yarısı, cephaneyi devralan Ilgaz’lının Çankırı’lı Kalecikliyle
Ankara’ya yürüdüğünü gördü bu yol. Düşman gemiler Karadeniz’den limanı
bombalarken İneboluların kahramanca savunmasını gördü bu yol. Cephane yüklü
kağnısıyla Kastamonu’ya yaklaşırken Şerife bacının donarak şehit oluşunu unutmadı
bu yol. Kağnısın tekeri kırılınca Ilgaz Kıyısin köylü Ümmühan nine
arkadaşlarıyla mermileri omuzlayınca şaşırdı bu yol. Cephedeki oğluna,
babasına, kocasına ve kardeşine cephane taşıyanların ailece savaştığını gördü
bu yol. Ilgaz’lı hamile Yanığın Emine ablanın cephane taşırken doğurduğu
bebeği, silah çuvalında uyuttuğunu gördü bu yol. Çankırı’lı Ayşe ana, Fatma
teyzenin kağnıları çekip, iterken sırtındaki bebeklerin açlıktan ağladıklarını
duydu bu yol. Karda, kışta; yağmurda çamurda ve bunaltan sıcaklarda aylarca
cephane taşıyan çok isimsiz kahraman gördü bu yol. Top namlularına mermi
olunca, Ankara’daki fabrikalarda içindeki barutla patlamadan turnaladığını
duydu bu yol. Sadece yolun geçtiği yerlerdeki köylerden ve kentlerden değil,
çevreden de gelen halkın vatan aşkını gördü bu yol. Leylekler bilmiyor ki
kaderiyle düz gidemediğinden, düşe kalka, eğile büküle uzayıp gider bu yol. Çok
acılar gördü ama, düşman ayaklarıyla çiğnenmeden Cumhuriyet’in ilanını duydu ve
mutlu sonu gördü bu yol. Kıyafet ve Şapka devrimi için Kastamonu’ya giden Gazi
Mustafa Kemal’i nihayet gördü de şereflendi bu yol. Yolun ucu Ankara’ya
kahraman yolcularının hepsi adına bir heykelin, Atatürk heykelinin yanına
dikildiğini gördü bu yol. “Ne mutlu Türküm Diyene!...” vatandaş, bu heykele süs
diye bakma! Omzunda mermi taşıyan bu kadının yürüdüğü o yol, işte bu yol.
4 nisan 1976 İstanbul doğumluyum, yaşamımı halen İstanbul'da sürdürmekteyim. Yirmi yaşında Anevrizma'dan dolayı beyin kanaması geçirdim, yarım saat içinde bir acil servis doktorunun karşısında olmama rağmen ilgisizlik nedeniyle yaşamımı tekerlekli sandalyede sürdürmekteyim. Zorlukların üzerine giderek çözüme ulaşan bir kişiyim ve sağlığını kaybetmiş engelli bireyler için farkındalık yaratmaya çalışan bir aktivistim. "Biz engelli değiliz biz engelleniyoruz"
26 Ekim 2015 Pazartesi
16 Ekim 2015 Cuma
Artık güvenilmiyor...
Bugünkü hava öyle bir havaydı ki, çılgın biri olsanız havlunuzu ve güneş yağınızı alır güneşlenmeye plaja giderdiniz. Bende evden 11:30 gibi çıkıp tekerlekli sandalyemle Erey çay bahçesine gidip sıcaktan bunalana sıkılana kadar güneşlendim.
Sanırım bugün güneşin iyi tarafıydı, çünkü ışıl ışıldı ve yakıcıydı…
Yarım saat geçtikten sonra baktım ki olmayacak bu sıcaklık beni çarpacak hemen Olivium alışveriş merkezine kaçtım, ilk önce engelli tuvaletine gittikten sonra alışveriş merkezi içinde gezinmeye başladım.
Engelli tuvaleti işgalleri başlamış veya işgal ediliyorlardı da yaz aylarında alışveriş merkezini kullanmadığımdan ben bunun farkına varamadım.
Bugün bir sağlıklı tarafından işgal edildiğinden engelli tuvaletinin kapı önünde birkaç dakika beklemek zorunda kaldım, içeri girdiğimdeyse sigara kokusundan neredeyse boğulacaktım.
Kış aylarının gelmesiyle AVM'de vakit geçirmelerim çoğaldı, bugün ikinci tuvalete gidişimde de bir sağlıklının içeriden çıkışını beklemek zorunda kaldım. Gelecek günler ne gösterir bilmem, ama bu işgaller devam ederse bende şeytanca düşünmeye başlayacağım. Ya kadınlar tuvaletine dalacağım ya da ortalık yerde işimi göreceğim.
Engelli tuvaleti girişini güvenlik kamerası görüyor, güvenlikçi arkadaşlar işgalin farkında, tuvaletin kapısında bir karış engelli amblemi de var… İnsanlar bizden daha ne istiyor, bilmiyorum.
Bu tuvaletleri bulaşık yıkamak için kullanıyorlar, sigara içmek için kullanıyorlar, abdest almak için kullanıyorlar, telefonla konuşmak için kullanıyorlar, elbise değiştirmek için kullanıyorlar, sevgilileriyle sohbet muhabbet için bile kullanıyorlar.
Bugün alışveriş merkezinde o kadar aşırı bir kalabalık var ki, klimalar yetişemiyor ortam ter kokuyordu. Bende yarım saat durabildim ve hemen nefes almak için tekrardan çay bahçesine geri döndüm.
Sıcak ışıl ışıl güzel bir günün ardından saat 19:30 civarı sokağın köşede eczanenin önünde kaldırımda oturmuş etrafı seyrediyordum.
Bir anda yanımda 17- 18 yaşlarında genç bir çocuk belirdi ve yarım yamalak Türkçesiyle “ağabey bir arkadaşımı arayıp yerimi bildirmem gerek” gibi bir şeyler dedi. Karanlık çöktüğü için ve üzerinde kazakla olduğu için üşümüştü. Çantamdan telefonumu çıkartıp söylediği numarayı çevirip arama yaptım ve telefonumu ona teslim ettim.
Tedirgin olmuştum, çünkü tekerlekli sandalyede olduğum için telefonumu alıp kaçarsa diye ne yaparım diye düşünüyordum. Her zaman ki gibi durumu akışına bıraktım ve sakince durumu gözlemledim.
Belli telefona ihtiyacı var ve işini görememesi halinde zora düşecek, bende tüm önyargımı bir kenara bırakıp telefonu ona teslim ettim. O da ona güvenimi boşa çıkarmadı ve kendi telefonunu bana verdi, “eğer şüphe ediyorsan” demek istedi.
O an kendimden utandım, çünkü ne kadar kötü hale gelmişiz ki kimseye güvenimiz kalmamış.
İnsanımız artık kimseye güvenmiyor; eşler eşine, kardeşler kardeşine, akrabalar akrabalarına, arkadaşlar arkadaşlarına, komşular komşularına, askere polise bile güvenilmiyor, adalete yargıya güvenilmiyor.
Kış aylarının gelmesiyle AVM'de vakit geçirmelerim çoğaldı, bugün ikinci tuvalete gidişimde de bir sağlıklının içeriden çıkışını beklemek zorunda kaldım. Gelecek günler ne gösterir bilmem, ama bu işgaller devam ederse bende şeytanca düşünmeye başlayacağım. Ya kadınlar tuvaletine dalacağım ya da ortalık yerde işimi göreceğim.
Engelli tuvaleti girişini güvenlik kamerası görüyor, güvenlikçi arkadaşlar işgalin farkında, tuvaletin kapısında bir karış engelli amblemi de var… İnsanlar bizden daha ne istiyor, bilmiyorum.
Bu tuvaletleri bulaşık yıkamak için kullanıyorlar, sigara içmek için kullanıyorlar, abdest almak için kullanıyorlar, telefonla konuşmak için kullanıyorlar, elbise değiştirmek için kullanıyorlar, sevgilileriyle sohbet muhabbet için bile kullanıyorlar.
Bugün alışveriş merkezinde o kadar aşırı bir kalabalık var ki, klimalar yetişemiyor ortam ter kokuyordu. Bende yarım saat durabildim ve hemen nefes almak için tekrardan çay bahçesine geri döndüm.
Sıcak ışıl ışıl güzel bir günün ardından saat 19:30 civarı sokağın köşede eczanenin önünde kaldırımda oturmuş etrafı seyrediyordum.
Bir anda yanımda 17- 18 yaşlarında genç bir çocuk belirdi ve yarım yamalak Türkçesiyle “ağabey bir arkadaşımı arayıp yerimi bildirmem gerek” gibi bir şeyler dedi. Karanlık çöktüğü için ve üzerinde kazakla olduğu için üşümüştü. Çantamdan telefonumu çıkartıp söylediği numarayı çevirip arama yaptım ve telefonumu ona teslim ettim.
Tedirgin olmuştum, çünkü tekerlekli sandalyede olduğum için telefonumu alıp kaçarsa diye ne yaparım diye düşünüyordum. Her zaman ki gibi durumu akışına bıraktım ve sakince durumu gözlemledim.
Belli telefona ihtiyacı var ve işini görememesi halinde zora düşecek, bende tüm önyargımı bir kenara bırakıp telefonu ona teslim ettim. O da ona güvenimi boşa çıkarmadı ve kendi telefonunu bana verdi, “eğer şüphe ediyorsan” demek istedi.
O an kendimden utandım, çünkü ne kadar kötü hale gelmişiz ki kimseye güvenimiz kalmamış.
İnsanımız artık kimseye güvenmiyor; eşler eşine, kardeşler kardeşine, akrabalar akrabalarına, arkadaşlar arkadaşlarına, komşular komşularına, askere polise bile güvenilmiyor, adalete yargıya güvenilmiyor.
Artık ağızdan çıkan söze, yemine güvenilmiyor.